Yekta Şirin / Metin Yazarı
Burçak Evren’in ‘Yeşilçam’la Yüz Yüze’ kitabında Sinan Çetin’le yapılmış bir röportaj yer alır. Bu röportajda Burçak Evren, Sinan Çetin’e, çok para kazandığında, yapımcı olarak film çektirmek için hangi yönetmene yatırım yapacağını sorar. Düşündüğünü açık sözlülükle dile getiren biri olarak tanınan Çetin’in cevabı şöyledir: “Yavuz Turgul’a hayranımdır. Türkiye’nin en değerli, en iyi sinemacısı olduğunu düşünüyorum. Gurur duyuyorum böyle bir yönetmenimiz var diye.” Röportajın genelinde Türk sinemasında uzun yıllar yer almış birçok yönetmeni yerden yere vuran, onlarca filme imza atmış yönetmenleri ‘yarı aydın, hafif gerzek, dünyadan bihaber’ olmakla itham eden Çetin, Turgul hakkındaki bu sözlerini 1995 yılında sarf etmişti. Yani Turgul’un Türk sinemasında yeni bir eşik olarak kabul edilen 1996 yapımı Eşkıya filminin hemen arefesinde. Muhtemelen Çetin, Eşkıya filmini izledikten sonra Turgul sinemasıyla ilgili ne kadar öngörülü olduğunu düşünmüş olabilir.
TOPLUMSAL DÖNÜŞÜMÜN FAY HATLARINA TEMAS ETTİ
Peki, Turgul 1995 yılına kadar bir meslektaşı tarafından bu şekilde övgüye layık görülebilecek nasıl bir üretim gerçekleştirmişti? Ertem Eğilmez’in desteğiyle Arzu Film bünyesinde senarist olarak sinemaya adım atan Turgul, ilk olarak 1976’da Tosun Paşa filmine imza atar. Yönetmen koltuğuna oturarak çektiği filmlerin senaryoları da her zaman kendisine ait olmuştur. Tosun Paşa ile başlayıp, Banker Bilo, Erkek Güzeli Sefil Bilo, Çiçek Abbas, Davaro ile devam eden senaryolarında Türkiye’nin 70’lerden itibaren içinde bulunduğu sorunlara, toplumsal dönüşümün hissedildiği fay hatlarına temas etmiştir. Türü komedi olarak adlandırılan bu filmlerde siyasi, ekonomik ve kültürel eleştirilerini sıralamıştır.
Turgul’un merkezinde ‘ağalık’ sistemi yer alır. Ağa, kırsalda eşitsizliğin, hukuksuzluğun, sömürünün kaynağı olarak sunulur. Yeri geldiğinde Züğürt Ağa’da olduğu gibi din de masum köylülerin sömürülmesinin bir aracına dönüşebilmektedir. Banker Bilo, Erkek Güzeli Sefil Bilo, Davaro ve Züğürt Ağa’da Doğu’daki toplumsal yapı ağalık üzerinden resmedilir ve eleştiriye tabi tutulur. Bu, Sosyolog Veysel Karataş’ın da işaret ettiği üzere “Sosyo-politik ve sosyo-ekonomik bir örgütlenme biçimi olan aşiret temelli Kürt toplumsal yapısının sosyalizm temelli ulusalcı ideal bir toplum modelinin önünde engel teşkil ettiği gerekçesiyle devrimci bir mücadeleyle kaldırılması gerektiği görüşünü” yansıtmaktadır. Özetle bölgenin yüzyıllara uzanan sosyolojisini genellemeci bir sol bakış açısıyla dışlamaya dönüktür.
Taşra, terk edilmek için mücadele edilen yerdir. Para kazanmak yahut ‘özgürleşmek’ için taşra hapishanesinden kaçmak gerekir. Kaçışın adresi bazen Almanya bazen de İstanbuldur. Ancak merkezde de işler yolunda gitmez. İstanbul’da ayakta kalmak için her şey mubah olarak görülür. Merkezde geleneksel kodlarla yaşamak neredeyse imkansızdır. Örneğin 80’lerle birlikte Türkiye’nin gündemine giren kadın meselesine İffet ve Aile Kadını filmlerinde değinen Turgul, başta ‘namus’ anlayışı olmak üzere değişen toplumsal koşulların şehirde kadını sürüklediği noktayı işaret eder. Bu sürükleyiş, gerek kırsalda gerekse şehirde, mağdurları adaleti tesis etmeye sevk eder.
İZLEYİCİYİ MANİPÜLE ETMEKTEN UZAK DURUYOR
Turgul, 1984 yapımı ilk yönetmenlik deneyimi olan Fahriye Abla’da da kadın konusunu beyaz perdeye taşımaya devam eder. Müjde Ar’ın başrolünde oynadığı filmde zorluklar karşısında artık tüm korkularından sıyrılarak ‘tek başına var olduğunu’ ilan eden kadının yeni bir kimlik inşa ettiğini sunar. Sinemaseverlerin büyük beğenisini kazanan Turgul’un yönettiği Gönül Yarası’nda da kocasından şiddet görüp taşrayı ‘terk eden’ bir kadının yine merkezde ayakta tutunma hikayesini izleriz. Turgul sinemasında aşina olduğumuz terk ediş, intikam, kaçış ve dayanışma ön plandadır.
İlk dönem senaryolarında taşradakilerin ‘umut’ olarak gördüğü merkezi büyük bir hayal kırıklığı olarak gösteren Turgul, yönetmen olarak çektiği filmlerde İstanbul’un tükenişini çok daha açık hale getirir. Artık hiçbir şey eskisi gibi değildir. Şehrin bir masumiyeti kalmamıştır. Yönetmen bu noktada şehrin geçmişte ‘iyi’ olduğunu fakat çeşitli sebeplerle artık ‘bozulduğunu’ söylemektedir. İlk bölümdeki tartışmayı hatırlayacak olursak yönetmen için doğu geri kalmışlığı temsil etmesi bakımından negatif bir anlam yüklüyken modernliğin yoğun olarak hissedildiği Batı metropollerinde de yeni sorunlar görülmektedir. Yönetmenin sinemasının özgün yanlarından biri de işte bu noktadır. Yavuz Turgul, dünya sinemasının büyük ustalarında gördüğümüz biçimiyle izleyiciyi manipüle etmekten uzak duruyor. Bir dayatma içerisine girmiyor. Doğu’yla da Batı’yla da hesaplaşıyor. Bir tarafın doğru diğer tarafın yanlış olduğunu dikte etmeden, dönem dönem sorun olarak gördüklerini kadrajına alıyor. Muhsin Bey filminde kaset çıkarmak için Urfa’dan İstanbul’a gelen Ali Nazik’e destek olan Muhsin Bey’in karşılaştığı olaylar bu yeni dönemin habercisidir. Aşk Filmlerinin Unutulmaz Yönetmeni’nde ise boynunda atkısıyla sanat düşkünü bir yönetmeni canlandıran Haşmet, değişime ayak uydurmak için kendisini aşmaya çalışmış, olduğundan farklı görünmeyi denemiştir ancak değişimi ‘kıvıramamıştır’. Toplumsal dönüşümlerin belirleyiciliğinin yanı sıra yönetmen, Gölge Oyunu filminde düş ve gerçeklik üzerinden birbirine zıt iki karakterin dünya tasavvurlarındaki farklılığı anlatır. Benzer olaylarda farklı değer yargılarına sahip iki kişi nasıl ayrı tepkiler gösterir sorusunun cevabını arar.
SIKIŞMIŞLIĞIN BEYAZ PERDEYE YANSIMASI
Turgul sinemasında öne çıkan kavramlardan biri de hiç şüphesiz ‘intikamdır’. Birçok filmde kötülüğün sebebi olanlardan hesap sorulması gerekliliği vurgulanır. Türk sinemasına yeni bir soluk kazandıran 1996 yapımı ‘Eşkıya’ filminde en yakın arkadaşının ihanetine uğrayan eski bir eşkıya olan Baran’ın kendi yöntemleriyle yaşananların hesabını sormak için çıktığı yolculuğu anlatır. Yavuz Turgul, Baran karakterinin yaşadıkları üzerinden 90’larla birlikte Türkiye’de farklılaşan hatta yer yer ayrışan yeni toplumsallıklara işaret eder. Eşkıya’da 35 yıl cezaevinde kaldıktan sonra önce köyüne ardından İstanbul’a giden Baran’ın temsil ettiği kültür, ahlak ve geleneksel kodların modern toplumda nasıl karşılıksız kaldığı büyük bir ustalıkla gösterilmiştir.
Yönetmen, filmlerinde Doğu-Batı, kadın-erkek- merkez-taşra, gelenek-modernlik gibi tüm bu ikililikler arasındaki sıkışmışlığı anlatmayı başarmış, Türk sineması için çok önemli bir isim olmuştur. 2017 yılında çektiği son filmi Yol Ayrımı’nda işinde başarılı olmak için merhametli olmayı dahi lüks gören zengin bir iş insanının geçirdiği trafik kazasının ardından hayata karşı tutumunu gözden geçirmesinde de benzer sıkışmışlık görülür. Sıkışmışlık yeni kararlar almayı, bazı şeyleri geride bırakmayı tetikler. Turgul, bir umut olarak sunuğu alternatifleri paylaşıp, son kararı izleyiciye bırakır. Otoritesini kullanıp neyin doğru olduğuna kendisi karar vermez. İzleyici filmi izler ve yorumunu yapar. Uğur Vardan’a verdiği bir röportajda bu duruma dikkat çekmiş, filmleriyle ilgili izleyicinin farklı çıkarımlarda bulunmasını sağlamayı daha doğru bir yöntem olarak gördüğünü ifade etmişti.
1976 yılında sinema dünyasına adım atan yönetmen, yaklaşık yarım asırdır Türk sineması için üretmeye devam ediyor. Özellikle usta oyuncu Şener Şen’le birlikte yapmış olduğu çalışmalar gelecek kuşaklar adına farklı bir örneklik teşkil ediyor. Bugün ise 5 Nisan 2023 itibarıyla Yavuz Turgul’un 78. doğum gününü kutluyoruz. Av Mevsimi ile Yol Ayrımı arasında 7 yıl vardı. Yol Ayrımı’nın üzerindense 6 yıl geçti. Belki 2024 yeni bir Yavuz Turgul filmi izleyeceğimiz yıl olur...