Numan Aka / Yazar
Milyonlarca gencimizin geleceğini belirlediği YKS sonuçları yakın zamanda açıklandı. Bu gençlerin yaklaşık üçte biri bir yere yerleşecek ve üniversiteli olacak. Ardından pek çoğu belki daha bitirmeden veya mezuniyet sonrası ülkesi ve milleti ile ilgili sızlanmaya başlayacak, kendisine tutulan mikrofonlara ülkeyi terk etmek istedikleri, Türkiye’de yaşamak istemedikleri tarzı açıklamalarda bulunacaklar. Ne kadarı propagandadır ne kadarı gerçektir ayrıca araştırılmayı hak ediyor fakat bir gerçekliği olduğunu etrafımızda rahatlıkla gözlemleyebiliriz.
Medya ve sosyal medyada, gençlerin uygun iş bulamayacaklarına veya yeterli ücreti alamayacaklarına, özgür ve rahat bir hayat kuramayacaklarına dair kaygıları dolayısıyla bu şekilde düşündükleri konusunda genel bir mutabakat var. “Gençlerin internetle gözleri açıldı, gelişmiş Batılı ülkelerdeki yaşıtlarını gördüler” diye basmakalıp bir cevap veriliyor.
Bundan 30 veya 50 yıl önce, şartlar ve imkânlar daha kötü ve yine zamanın popüler kitle iletişim araçları radyo ve televizyonlardan Batılı hayat tarzı reklamları eksik değilken bu denli bir şikâyet vaki değildi. Çoğu okuyup vatana faydalı olmaktan bahsediyordu. Bugün bunu seslendirenler azınlıkta, orası çok açık. Fakat verilen cevap yetersiz. Nasıl oldu da Müslüman bir toplumun fertlerinin önemli bir kısmının hayat gayesi, Batılı yaşam tarzını önceleyen bir birey olarak yaşamak oldu?
GEÇMİŞİ YOK SAYMADAN BUGÜNÜ ANLAYAN AKIL
Sosyal bilimlerde anlamı henüz oturmamış bir kavram toplumsal derinlik (social depth); belki derinlik kelimesinin müphemliğidir buna yol açan. Tarihi mirasla bir nebze ilişkili fakat belirli bir takım eserlerin, metinlerin, gelenek, ideoloji ya da değerlerin aktarımından ziyade o toplumun her bir ferdinin tüm bu mirastan ne pay aldığı ve payını hâlihazırda nasıl kullandığını da içerdiği için yeni bir tanım bulmak gerekmiş gibi.
Kavramı, kültürel derinlik (cultural depth) veya toplumsal akıl (social intellect) olarak tercüme ettiğimizde daha anlaşılır oluyor. Mehmet Emin Babacan, toplumsal derinliğin “geçmişin insanlık birikimini yok saymayan ama anakronizme de düşmeyen, bugünü anlayan, kavrayan ve irade gösterebilen bir aklın inşa faaliyeti” olarak anlaşılması gerektiğini söylüyor. Toplumun ortak bilincinin bugüne bakan yönünü işaret ettiği için şahsen “toplum irfanı” demeyi tercih edeceğim.
ANADOLU İRFANI
Batıcı aydınlarımızın ve takipçilerinin alay konusu olan “Anadolu irfanı” mefhumu, Balkanlar’ın kaybedilmesi ve Müslüman Osmanlı tebanın önemli bir kısmının Anadolu’da toplanması hasebiyle ilkin “Genç Türkler”in ilgisine mazhar olmuş. Sonrasında milli edebiyatçılarımız, Ömer Seyfettin’e atfedilen “Anadolu insanı âlim değil ama ariftir” sözünü kılavuz bellemiş. Milli edebiyatçılar sonrası İslamcı mütefekkirler Necip Fazıl ve Nurettin Topçu’nun kaleminde “Anadolu ruhu” oluyor. Son dönem felsefecilerimizden Yalçın Koç ise “Anadolu mayası” olarak adlandırmayı seçmiş.
Kurgusal, hamasi bir atıftan değil, bir milletin güç zamanlarda değerlerini koruyarak bir arada yaşama azim ve dirayetini yansıtan ortak bir anlayıştan; din, dil, kültür ve tarihin ürettiği müşterek bir akıldan, bir hareket noktasından bahsediyoruz. İstiklal Savaşı’ndan 15 Temmuz Direnişi’ne varlığını kriz anlarında açıkça ve en güçlü şekilde belli eden bir ruh.
PERGELİN SABİT AYAĞI SALLANIYOR
Özellikle son 30 yılda, sosyal medyanın gelişimiyle birlikte etkileşim alanı genişleyen ve bulunduğu toplumu aklen ve ahlaken aştığını düşünen yeni neslin toplum irfanından kopuşu bir gerçektir. Maruz kaldıkları dünyacı, süfli yaşam pratikleri geçmiş ile bugünü bağlayan bağı zayıflatmaktadır. İyi ya da kötü demeden önce bu olgunun başlı başına toplumsal bir dengesizliğe yol açtığını anlamak gerekir. Bir toplumun sağlıklı bir şekilde gelişiminin toplum irfanıyla arasındaki makasın açılmamasına bağlı olduğunu kimse inkâr edemez.
Çok basit bir misal vereyim. Hayrete düşüren veya hayranlık uyandıracak bir şey veya olayla karşılaştığımızda dilimizden ilk dökülen “Subhan’allah” nidası olurdu eskiden. Bu basit bir nida değildi. Hayata kalben mutmain bir şekilde bakışı yansıtan ve aklen insanın kâinattaki yerini hatırlatan bir zikirdi. Elbette bu geleneği anlamına vakıf olarak sürdürenler var lakin günden güne devamlılık ve yaygınlığını yitirdiğini kabul etmek lazım. Şimdi yerini “oha”, “vov” vb. anlamsız nidaların aldığını ve kullanımın yaygınlaştığını gözlemliyoruz. Ne kadar teatral seslendirir ve etrafımızdakilere duyurabilirsek o kadar anlamlı. Görüleceği üzere kaybedilen sadece dil değil, anlam dünyası ve şuurdur aynı zamanda.
Değişimden hiçbir toplum kaçamaz. Bu örnekte gördüğümüz ise savruluştur. Mevlana Celaleddin-î Rumî’nin deyişiyle “pergelin iğneli sabit ayağı” tutunduğu derinliği yitirmiş, diğer ayağı denetimsiz bir şekilde açılmaktadır. Pergelin zeminden kayıp düşmesi her an gerçekleşebilir.
DEĞERLER EĞİTİMİ
Uzun yıllar milli eğitim ve kültür siyasetimizin İslam mirasına yaklaşımı ihmalkâr ve bazen de düşmanca olmuştur. Bugün bunu tersine çevirecek kadar güçlü bir müfredatın eksikliği ve genel bir arada kalmışlık hali hissediliyor. Nereden başlamalıyız sorusunun basit ve bilinen bir cevabı var aslında: Ne konuştuğunu, ne öğrettiğini ve ne yaptığını bilmek...
Çocuk ve gençlere gelmeden önce, milli ve manevi değerlerimizin, bir bakıma toplum irfanımızın köşe taşlarını oluşturan değerlerin yetişmiş kadrolarımızdaki karşılığına yönelik bir araştırma yapmış olsak bizi karamsarlığa itecek bir tablo ile karşılaşacağımız açıktır.
“Çocukları kendi haline bırakmak, herhangi bir değer yüklememek, ahlâk dayatmamak” gibi çirkinleştirilerek dile getirilen modern özgürlükçü fikirlerin varacağı nokta; dünyacı ve Batıcı dünya görüşünün tüm toplumu esir alması olacaktır. Tüm iletişim kanallarından yapılan bu propagandanın amacı, İslam’ı hayatımızın merkezi olmaktan çıkarmaktır. Tabiat boşluk kabul etmez.
Müslüman bir toplumda değil ahlaksızlığın baş tacı edilmesi, ahlaksızlığa kayıtsız kalınması halinde bile değerler eğitiminin sonraki nesillere aktarılması imkânsızlaşır. Çünkü Müslüman bir toplumun nihai yaşam hedefi, bir başka deyişle ‘Kızıl Elma’sı, “İçinizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü meneden bir topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.” (Ali İmran Suresi / 104) hitabına mazhar olmaktır.