Ahmet Arda Şensoy / Doktora Adayı, Nottingham Üniversitesi
Suriye devrimi, 8 Aralık 2024 itibarıyla, 61 yıllık Baas rejimi ve 53 yıllık Esed rejimini yıkarak, başarıya ulaşmıştır. Suriyeli muhalifler, tüm zorluklara rağmen devrimi başarıyla gerçekleştirmiş ve bu sürecin sonunda Arap Baharı’nın temelindeki halk hareketleri ve taleplerinin hala canlı olduğunu göstermiştir. Her ne kadar Arap Baharı dış müdahaleler ve darbelerle genel anlamda sonlanmış gibi görünse de Suriye örneği halkların Arap Baharı’nın da temelini oluşturan özgürlük taleplerinin sürdüğünü ortaya koymuştur.
Bu aşamada Suriye’yi yeni zorlukların beklediği de bir gerçektir. Muhalif gruplar arasında potansiyel güç mücadeleleri, geçiş hükümeti üzerinde uzlaşı arayışları ve şehirlerde istikrarın sağlanması gibi kritik konular çözüm beklemektedir. Bunun yanı sıra İsrail’in saldırgan politikaları ve YPG terörünün etkilerinin giderilmesi gibi sorunlar da ön plandadır. Ancak devrim sonrası geçen sürenin ardından Suriye’de kimin kazandığı ve kimin kaybettiğini muhasebe etmek, sürecin geleceğini anlamak ve bazı dersler çıkarmak için değerli olacaktır.
ASKERİ ÜSLERE VEDA
Suriye Devrimi’nin sonuçları, birçok uluslararası aktör için ağır kayıpları beraberinde getirmiştir. Bu bağlamda devrik Esed rejiminin en büyük destekçileri olan Rusya ve İran en büyük kaybedenler olarak sayılabilir. Rusya için Suriye hem Sovyet mirası açısından hem de Tartus ve Hmeymim üsleri aracılığıyla stratejik bir öneme sahipti. 1971’den beri devam eden ilişkiler, Rusya’nın 2015’te iç savaşa Esed rejimi lehine askeri olarak müdahil olmasıyla zirvesine ulaşmış ve bu müdahaleyle rejimin hayatta kalması sağlanmıştı. Ancak rejimin 2024 itibarıyla devrilmesiyle Rusya bu kritik önemde gördüğü üsleri boşaltmış ve Suriye üzerindeki gücünü de tamamen kaybetmiştir. Rusya’nın küresel bir güç olma iddiasının yansıması olan Suriye’deki askeri üslerini kaybetmesi, Rusya’nın halihazırda Ukrayna’daki savaşta başarısızlığı ile yara alan bu imajının yerle bir olması anlamına gelmektedir. Ayrıca, Afrika ülkelerine yönelik operasyonlarında lojistik destek sağlayan bu üslerin kaybı, Rusya’nın bir başka bölgedeki etkinliğinin de zayıflamasına sebep olacaktır.
HİZBULLAH BAĞLANTISI KOPTU
İran açısından da büyük yatırımlar yaptığı Suriye’de önemli bir zemin kaybı yaşanmıştır. İran’ın Hizbullah ile olan kara bağlantısının kesilmesi, ülkenin bölgesel etkisini önemli ölçüde azaltmıştır. Yıllardır Şii milislerle faaliyet gösterilen ve hatta Sünni Arap bölgelerde Şiileştirme çalışmalarıyla demografik değişim için çabalayan İran’ın tüm yatırımları, 1979’dan beri müttefik olduğu Esed rejiminin devrilmesiyle boşa gitmiştir. Her ne kadar Rusya’nın yeni Suriye’de kısmen bir etkinliğinin olma ihtimali olsa da İran’ın nüfuz etmesinin oldukça zor olması İran’ı bu sürecin kesin kaybedeni yapmıştır.
YPG YALNIZLAŞTI
ABD ve YPG de kaybeden taraflar arasında sayılmalıdır. Obama döneminden bu yana sürdürülen Suriye politikası, ABD için uzun süredir etkisiz bir yapıya dönüşmüştü. Türkiye’nin DEAŞ ve PKK/YPG terörüne karşı yaptığı operasyonlarla terör koridoruna darbe vurulmuş, Fırat’ın doğusuna hapsedilmişti. ABD’nin yeni süreçte YPG üzerinden Suriye politikasına devam etmesi yeni maliyetler üretecektir. Şu aşamada Fırat’ın batısında istikrarın sağlanması sonrası tüm okların hem kuzey hem de güneyden YPG’ye dönmesi beklenmelidir. YPG ise şu an işgal ettiği bölgelerle Suriye’nin toprak bütünlüğünün önündeki en büyük engel olarak durmaktadır. Bir yandan YPG’nin Esed rejimiyle geçmişten gelen yakın ilişkileri, diğer yandan terör örgütünün çıkardığı petrolleri sattığı Esed rejimi gibi bir müşterisinden olması da YPG’yi Suriye’de yalnızlaştırmıştır. Ve Esed rejiminin varlığı sayesinde odağının büyük bir kısmını kuzeyde Türkiye’ye karşı verebilen terör örgütü, Suriye’nin toprak bütünlüğünü savunan güçlerin Şam’da göreve geçmesiyle güneyden de baskı altına alınacaktır. Dolayısıyla YPG’nin zor bir döneme girdiği, ABD için de maliyetlerin arttığı bir dönemin başladığını söyleyebiliriz. Bu da kabinesi ve İsrail lobisinden bir baskı gelmezse YPG’ye olan desteği kesmesini hızlandırabilir.
İSRAİL SALDIRILARINI ARTIRDI
İsrail ve Körfez Arap devletleri ise devrime birlikte ters ayakta yakalanmışlardır. İsrail, Esed rejimini 2013’ten itibaren “ehven-i şer” olarak görmüş ve rejimin zayıf, bölünmüş ve İsrail’e tehdit oluşturmayan yapısıyla kendi güvenliğini koruyacağını düşünmüştü. Ancak rejim sonrası yeni durum, İsrail’i bu stratejik hesaplamalarını yeniden gözden geçirmesine zorlamaktadır. İsrail’in pazar gününden itibaren Suriye’de düzenlediği hava saldırıları ve Golan’da bir tampon bölge için gerçekleştirdiği işgal de bu yeni döneme adapte olmak için İsrail’in saldırganlığını artırması olarak yorumlanabilir.
Körfez devletleri ise son yıllarda Esed rejimiyle normalleşme adımları atmışken, devrimin gerçekleşmesiyle muhaliflerle sıfırdan ilişki kurma gerekliliğiyle karşı karşıya kalmıştır. Geçtiğimiz yıl Esed rejimini tekrar Arap Ligi’ne dahil eden, ülkelerine diplomatik ziyaretler yapmasına izin veren Körfez ülkelerinin, Sünni halk kitlelerine dayanan bir yeni Şam yönetimine ise sıcak yaklaşmayacakları söylenebilir.
KİM KAZANDI?
Bu süreçte kazananların başında ise Suriye halkı, Suriye muhalefeti ve Türkiye gelmektedir. Suriye halkı, acılarla geçen bir sürecin sonunda devrimle birlikte yönetimde söz sahibi olma hakkını kazanmıştır. Türkiye ise hem ahlaki hem de siyasi açıdan bu süreçte kazanan taraf olmuştur. İç savaşın başından beri uygulanan politika, Suriyeli sığınmacılara kucak açması, insani yardım faaliyetleri ve katil rejime karşı duruşuyla politik kazancın yanında ahlaki olarak da kazanmış olması, Türkiye’nin hem Suriye halkında hem de yeni Suriye yönetimi nezdinde müstesna bir yere sahip olmasına sebep olacaktır.
ULUSLARARASI İLİŞKİLERE İLK ADIM
Devrimin ardından muhalifler, uluslararası ilişkilerde bir yer tutma şansı yakalamıştır. Uzun yıllardır İdlib ve Türkiye’nin operasyon yaptığı bölgelerde hayatta kalma mücadelesi veren muhalifler, günün sonunda kurulacak yeni yönetim üzerinden diğer ülkelerle ilişkiler geliştirecek ve ülkenin dış politikasının esaslarını belirleyecektir.
Pazartesi günü itibarıyla bir geçiş hükümeti üzerinde uzlaşıldığı bilgileri basına yansısa da yeni kurulan geçiş hükümetinin yeni bir kurumsal yapı ve düzen kurulana kadar eski devlet yapılarını ve kurumlarını kullanarak sorunsuz ve pürüzsüz bir geçiş sağlamaya çalışacağı söylenebilir. Bu süreçte kontrolü sağlanan şehir merkezlerinin yönetiminin askeri yapılardan alınıp sivil yapılara ve polis güçlerine devredilmesi de Suriye muhalefetinin yeni dönemi yönetme konusunda belirli bir kapasiteye ve tecrübeye sahip olduğunu gösteren önemli bir işarettir. Diğer yandan önemli bir mesele, rejim ordusunun dağıtılması ve askeri alanda çok başlılığın giderilmesi olacaktır. Bu doğrultuda bazı şehirlerde kurulan merkezlerle askerlerin silah bırakması ve aftan yararlanmaları için bir mekanizma devriye alındı. Önümüzdeki süreçte bu mekanizmanın çalışmaya devam edeceği söylenebilir.
TERÖRLE MÜCADELE
Fırat’ın doğusundaki PKK/YPG ile mücadele, yeni yönetimin öncelikli konuları arasında yer alacaktır. Suriye’nin toprak bütünlüğünü sağlamayı ve ülkeyi yönetmeyi hedefleyen bir yönetimin, YPG terörü işgaline karşı mücadele etmek zorunda olması, Şam’ın önümüzdeki süreçte ne yapacağını tahmin etmek açısından önemlidir. Ayrıca terör örgütünün elinde bulunan petrol kaynaklarının yeni yönetimin kontrolüne geçirilmesi, hem terörün ekonomik kaynağını elinden almak hem de ülkenin ekonomik istikrarı ve yeniden inşası sürecinde kritik bir hamle olacaktır. Yeni yönetim için uluslararası tanınma, HTŞ’nin rolü ve dönüşümü, İsrail saldırganlığına karşı gösterilecek tepki ve duruş ile ABD ile PKK/YPG terörüne ve ekonomik yaptırımların kaldırılmasına yönelik müzakereler gibi zorlu başlıklar da gündemde olacaktır. Ancak bu süreçte Türkiye’nin desteği, yeni kurulacak geçiş hükümeti ve sonrası için de kritik bir öneme sahiptir. Türkiye’nin uzun yıllardır Suriye sahasında muhaliflere yönelik yürüttüğü destek ve rehberlik, geçiş hükümetinin kurumsallaşmasında etkili olacaktır.
YÖNETME DENEYİMLERİ VAR
Bu zorlu süreçte Suriyelilerin ülkeyi ve devlet kurumlarını yeniden inşa etmesinde Türkiye’nin desteği ve yol göstericiliği faydalı olabilir. İdlib’de ve Türkiye’nin operasyon bölgelerinde uzun yıllardır birlikte var olan Türkiye ve muhalif gruplar halihazırda zaten yakın bir ilişkiye sahipler. SMO’nun Türkiye tarafından eğitilmesi, bölgeyle var olan ekonomik ilişkiler ve Türkçe konuşan milyonlarca Suriyelinin varlığı sebebiyle Türkiye’nin etkisi ve ilişkisi oldukça değerli olacaktır.
Ancak muhalifler de siyaseten yönetmeye ilk kez başlamıyorlar. Her ne kadar Suriyelilerin 61 yıllık Baas diktatörlüğünde hiçbir siyasi hakkı ve tecrübesi bulunmasa da muhalifler, iç savaş boyunca yönetmeyi hem acı tecrübelerle hem de başarılı örneklerle öğrendi denebilir. Geçmişte aralarında yaşadıkları sorunlar ve çatışmalardan alınan dersler, muhalif grupların askeri olarak disiplinli bir yapıya kavuşması, Suriye Geçici Hükümeti ve İdlib’de HTŞ’nin bir yönetme geçmişinin olmasıyla muhaliflerin Şam’da siyasi hayatı hızlıca tesis etmesi mümkün olabilir.
Sonuç olarak Suriye devriminden kazanan ve kaybeden tüm aktörlerin çıkarması gereken dersler var. Rahat bir şekilde söylenebilir ki Rusya, İran ve ABD’nin Suriye halkına rağmen uyguladıkları politikalar günün sonunda iflas etmiştir. Diğer taraftan İsrail ve YPG terörünün yayılmacılığı da Esed rejiminin yok olmasıyla birlikte tek mücadele alanı olarak ortaya çıkmaktadır. Her ne kadar ülke içerisinde ve Şam’da rejimin devrilmesi sonrası süreç birçok belirsizlik ve potansiyel sorun görünse de Suriye’de Kaddafi sonrası Libya’da yaşananların yaşanması düşük bir ihtimaldir. Muhalif grupların mevcut yönetme tecrübesi, Türkiye’nin Suriye sahasındaki varlığı ve yön göstericiliği, muhalif gruplar arasında 27 Kasım’dan beri görülen uyumlu çalışma ve disiplin bu açıdan umut vericidir. Konunun müdahil aktörler için özü ise, halkın taleplerine rağmen kendi çıkarları ve koltukları uğruna kanlı bir diktatörlüğü desteklemek, bu ülkelere eninde sonunda kaybettirecek bir durum olarak bir kez daha gözler önüne serilmiştir.