Yekta Şirin / Metin Yazarı
Kiyarüstemi sinemasını anlamak biraz emek ve sakinlik ister. Yönetmen, şiirsel sinema geleneğinin geniş kesimlere hitap etmeyeceğini bilir. Bundan bir rahatsızlığı da yoktur. Eğlendirici bulduğu Hollywood yapımlarına karşı mesafeli duruşunu her fırsatta dile getirir: “Sebep ve sonuca kenetlenmiş olan bu filmler, bütün inceliklerden ve belirsizliklerden yoksundur. Bu tür sinemacılığın genellikle yapmadığı şey, izleyicinin düşünmesini istemektir.”
UMUDU YEŞERTMEYİ SEÇTİ
Konjonktürel gelişmelerden bağımsız olarak insanın değişmeyen, evrensel doğasını anlatmaya çalışırken, umutsuzluğa yer vermez. Kirazın Tadı’nda mezarını kazıp intihar etmeyi düşünen adamın arabasına aldığı kişilerlerle olan diyaloğu bu umudu gösterir. 1990’da 50 bin kişinin yaşamını kaybettiği Köker merkezli depremin ardından çekilen Ve Yaşam Sürüyor’da, Arkadaşımın Evi Nerede filminde oynayan iki çocuğun akıbetini araştırırken deprem enkazının altından yine umudu diriltir.
Umut aynı zamanda popüler sinemanın imkanları karşısında genç sinemacılar için bir ilham kaynağı olmuştur. Kiyarüstemi sineması, iyi bir film yapmak için geniş bütçelere, sıra dışı hikayelere ihtiyaç olmadığının kanıtıdır. Kısıtlı imkanlarla, profesyonel oyunculara yer vermeden, yalnızca etrafta olup bitene biraz daha derinlemesine bakarak çekilen Köker Üçlemesi ve diğer filmler, hakim paradigmaya devrimci bir başkaldırıdır. ‘Godard gibi önemli bir ismin, “Sinema D.W. Griffith ile başlar, Abbas Kiyarüstemi ile biter” ve Martin Scorsese’nin “Kiyarüstemi sinemadaki en yüksek sanat seviyesini temsil eder” sözleri yönetmenin sinemaya kattığı değeri ortaya koyar. Yakın Plan’da kendisini ünlü bir yönetmen olarak sunan adamın hikayesinde kurguyla gerçekliğin (özellikle mahkemeki diyaloglar) içiçe geçmesi sinemayla kurulan sahici ve tutkulu ilişkinin bir yansımasıdır. Acıya, mutluluğa, doğaya, insani olan her şeye daha yakından bakarak sanatı, bu gizemi keşfetmenin aracına dönüştürdü. Sanatta kurguyla gerçekliği birarada sunmak kolay değildir. Sadece gerçek olanı aktarmak iyi bir sinemacı için yeterli olmaz. Estetik burada devreye girer. Kiyarüstemi sineması, Ve Yaşam Sürüyor’da olduğu gibi gerçekliğin estetik bir şekilde sinemaya aktarılmasının çok başarılı örneklerini içerir. Öyle ki, izleyici, gerçeğin kameranın merceğinden süzülerek yeniden canlandırıldığı izlenimine kapılır.
İZLEYİCİYİ FİLME DAHİL EDİYOR
Kendi ülkesinde film çekmiş, yerel konulara değinmiş olmasına rağmen sınırları aşan da bir etki uyandırdı. Kendi kültüründen hareketle erdem, dürüstlük ve dayanışma gibi evrensel temaları kendine özgü üslubuyla anlattı. Onun için, “İyi bir film, izleyicinin bir anlığına dahi gözünü kırptığında önemli bir şeyi kaçırdığı filmdir.” Modern sinema da tıpkı modernliğin göstergelerinden biri olan hız kavramından maalesef nasibini aldı. Bu nedenle bugün çekilen filmleri izlerken bırakın göz kırpmayı arada uyumak dahi izleyiciye bir şey kaybettirmiyor. Çünkü her şey hızla akıp gitmektedir. Bunun birçok nedeni olduğu gibi en önemli sebeplerinden birisi de yönetmenlerin, klasik sinemadan aşina olduğumuz bütünlüklü bir bakış açısına sahip olamamasıdır. Parça parça her sahne ayrı bir aksiyon, hareket, kaos... Tam da modern perspektifi yansıtan bu özellik nedeniyle film aralarında uyumak bir şey kaybettirmiyor! Hollywood yapımları beklentiyi düşük tutarak, izleyicinin edilgen bir şekilde oturduğu koltukta eğlenmesini, kışkırtılmasını amaçlar. Kiyarüstemi ise izleyicinin aktif olarak filmle birlikte düşünmesini, filmin içine dahil olmasını arzu eder. Filmlerinde abartıya yer vermez. Sadelik hep ön plandadır. “Cennetin asla trafik sıkışıklığı ve kalabalıklarla hayal edilmediğini” söylerken, yaşamın hızına karşı insanın durup, içe dönmesine, olup biteni sorgulamasına ve iyi olanın keşfedilmesine katkı sağlamayı hedefler.
Arkadaşımın Evi Nerede filminde arkadaşının defteri kendisinde kalan bir çocuğun, öğretmenden eksi puan almaması için defteri arkadaşına ulaştırma çabasını izleriz. Çocuk, arkadaşının evini bilmiyordur. Ama annesinin sert tavrına rağmen defteri ulaştırmak için, kaybolma pahasına yola koyulur. Annesinin umursamaz, öğretmenin otoriter tavrından bağımsız olarak farklı bir karakter gösterilir. Erdem ve sorumluluk küçük bir çocuğun duygularıyla anlatılan büyük bir anlatıya dönüşür.
SANATININ KALBİNDE GÖRSELLİK VAR
Başta Rüzgar Gibi Sürükleyecek filmi olmak üzere diğer filmlerinde de görülen uzun planlar eşliğindeki görsellik, Kiyarüstemi sinemasının en belirgin özelliklerindendir. Görselliğin bu denli ön planda tutulması Tarkovsky sinemasıyla birlikte anılmasına neden olur. Yönetmenlik kadar fotoğrafçılığa da hayatında önemli bir yer ayıran yönetmen için sinema, görsellik demektir; “Görüntü, yaptığım her işin kalbindedir. Cennet ve Cehennem mefhumumuz sözel değil görseldir öncelikle.... Beni bir hikayeyi keşfetmeye davet eden, film yapma kararımı kuvvetle etkileyen şey filmin bütün anlamını bir şekilde içeren bir görüntüdür.” Sinemanın sadece bir hikaye anlatıcılığına indirgenmesine karşıydı ve bu konuda romanın daha başarılı olduğunu söyler. Bir filmin mutlaka hikayesi olur. Ancak asıl önemli olan bunun nasıl anlatıldığıdır. Rüzgar Gibi Sürükleyecek’te yaşlı bir kadının ölümün ardından köyde yaşanacakları kaydetmeye çalışan adam, ara ara cep telefonuyla konuşur ve hendek kazan biriyle sohbet eder. Fakat izleyici telefonun ucundakileri ve hendek kazan adamı görmez. İzleyiciye köydekilerin doğayla ve toprakla kurdukları ilişkileri, şehirdekilerle ayrıştıkları noktaları gösterir. Karakterlerin ön planda olmasının, hikayenin gelişiminin hatta nasıl sonlandığının da önemi yoktur. Bu nedenle bazen karakterlerin yüzünün görülmemesi gibi filmlerin sonunda ne olduğu da tam belli değildir. Bu belirsizlik yönetmenin izleyiciye yorum yapma imkanı tanımasından kaynaklıdır. Modern dönem filmlerinde her şey açıktır. İzleyicinin yorum yapabileceği bir şey yoktur. Kiyarüstemi ise izleyicinin filme dahil olmasını amaçladığından, bazı belirsizlikleri izleyicinin düşünerek doldurmasını, hayal kurmasını ister. Filmin, bittikten sonra izleyicide farklı duygular oluşturmasını hedefler. Filmlerinde Ömer Hayyam’dan, Hafız’dan, Mevlana’dan şiirlere yer verir. Şiirin de bir hikaye anlatmadığını, bir dizi imge sunduğunu belirterek, bütün sanatların temelinde şiiri görür.
GÖZLERİMİZİ AÇAN BİR SİNEMA
Modern yaşama tereddütle yaklaşırken geçmişi yücelten bir anakronizme düşmez. Asghar Farhadi’nin ifadesiyle ‘modern mistik’ olarak çağın içinden seslenir. Filmlerinde hem Doğu hem de Batı kültürünün izlerine rastlanır. Melezliği temsil eder. Bir hakikat dayatma çabası içerisinde değildir. Sevmek Gibi’de olduğu gibi karakterleri yargılayıcı bir tutum içine girmeden anlamaya çalışırken, farklı yolların da olabileceğini hatırlatır. Ten filminde eşinden boşanmış bir kadının arabasında hemcinsleriyle yaptığı sohbetlerde kadın olmanın farklı katmanlardaki zorluklarına dikkat çekerek kadınların sesi olur.
Jean-Luc Nancy, Abbas Kiyarüstemi sineması için, “Bu sinema her şeyden önce ve temelde gözleri açmak için buradadır” der. Bu tanım yönetmenin sanatla olan ilişkisini güçlü bir şekilde özetler. Modernliğin her şeyi standarda kavuşturarak, yaşamı tek düze haline getirdiği bir çağda, insanın durup, varlığı üzerine düşünmesini sağlamak amacıyla, sadece duygulara hitap eden sinemayı bir eğlence aracı olmaktan çıkarıp, akılla anlaşılacak başka bir sinemanın en iyi örneklerini ortaya koydu. Roman, müzik, şiir, doğa ve gerçeklik arasında kurduğu uyumla sinemaya farklı bir perspektif kazandırdı. Bu yeni sinemada, seyircinin daha fazla müdahil olup boşlukları doldurmasını ve farklı yorumların ortaya çıkmasını esas aldı.