İsrail’in Gazze perspektifinde ne var?

Tam anlamıyla yenilgiyi kabul eden bir Filistin halkı olmadan müzakere gerçekleştirmek ya da toprak ilhakında bulunmak, ilerleyen dönemde İsrail için yeni krizler doğurabilir düşüncesi, ablukanın yıkıcılığını gün geçtikçe artırıyor. “Şok psikolojisi” olarak da tarif edilen bu yaklaşım, İsrail’in içinde olduğu ruh hali ile beraber çözülme noktalarına dair de önemli ipuçları sunuyor.

İllustrasyon: Cemile Ağaç Yıldırım.

Ahmet Faruk Asa / Yazar

İsrail’in Gazze saldırıları 3 ayı geride bırakırken, İsrail içinde görüş ayrılıkları ve krizler devam ediyor. Toplum, siyaset, ordu üçgeninde beklentilerin birbirinden farklılaşması, İsrail içindeki kriz dinamiklerinin derinleşmesi anlamını taşıyor. Krizlerin merkezinde ise 7 Ekim süreci yer alıyor. Gazze’ye yönelik saldırılar, dünyanın geri kalanından farklı olarak İsrail için henüz tamamlanmamış bir süreci ifade ediyor. Bu sürecin nasıl tamamlanacağına dair ifade edilen beklentiler, Gazze’nin sadece fiziki olarak değil psikolojik olarak da yıkıma uğratılması yönünde yoğunlaşıyor.

TEL AVİV ÇATIRDIYOR

İsrail, toplum-siyaset-ordu ekseninde bir kırılmadan geçiyor. Bu kırılmanın elbette 7 Ekim’de başladığını söylemek mümkün olmasa da 7 Ekim’in bu denklemi dönüştürücü bir rolü olduğunu söyleyebiliriz. Tüm bu denklemin ortasında ise Netanyahu yer almakta. 7 Ekim öncesinde yolsuzluk ve yargı reformları kapsamında başta Tel Aviv olmak üzere protestoların hedefinde olan Netanyahu için siyasi durakların sonu gözüküyor. Gazze politikalarındaki başarısızlık ise Netanyahu’nun özelindeki tepki ve protestoları daha da arttırdı. Siyasi mirasını korumak isteyen Netanyahu için geriye kalan tek seçenek, Gazze saldırılarından kendisine bir başarı imajı ortaya çıkarmak.

Netanyahu, Gazze saldırılarından başarılı bir imajla çıkabilmek adına başta Gazze halkının göç ettirilmesi olmak üzere, Gazze’yi kanton bölgelere ayıracak saldırı politikalarını uygulamaya koyuyor. Bu politikalar ise İsrail siyasetinin tamamında aynı ölçüde karşılık bulmuyor. Yapılan son anketlerde halkın yüzde yetmişinin artık başbakan olarak görmek istemediği ve partisi Likud’un oylarının neredeyse yarıya düştüğü Netanyahu’ya tepki yalnızca toplum tabanından gelmiyor. Siyaset ve güvenlik mekanizmaları da şimdiden Netanyahu sonrası İsrail için hazırlıklarını yapıyor.

Yargı reformu kapsamında yüksek mahkemenin tartışmalı yasayı geçtiğimiz hafta geçersiz kılması, İsrail’i bekleyen gelecek adına önemli işaretlerden biriydi. İsrail tarihinin tartışmasız en sağ hükümetinin öncelikli konusu olan yargı düzenlemeleri, Netanyahu’nun istediği gibi devam etmedi. Bu durum, elbette aşırı sağın İsrail içinde tamamen zayıfladığı anlamına gelmiyor. Zira her bir kırılma yeni siyasi denklemleri beraberinde getiriyor. 7 Ekim, güvenlik politikaları kapsamında aşırı sağa dair güç kaybedilen bir eşik olarak kayıtlara geçse de, toplum nezdinde aşırılıktan normalliğe doğru kabul görmelerini sağlayacak siyasi bir geçişin de başlangıçlarından birini oluşturmuştur.

ŞOK PSİKOLOJİSİ

Netanyahu’ya karşı İsrail içinden gelen tepkilerin önemli bir kısmı Gazze’ye yönelik politikalar üzerinde yoğunlaşıyor. Bir yandan Yahudi esirlerin aileleri neredeyse her gün Tel Aviv önünde protesto eylemleri gerçekleştirirken önemli bir kesim uygulamaların daha da sertleşmesine yönelik çağrıda bulunuyor. İsrail siyasi yelpazesinde ortaya çıkan genel kanaat, askeri adımların psikolojik darbeler ile devamlılığının sağlanması yönünde. Stratejiler tartışmaları beraberinde getirirken, İsrail siyasetinde Gazze halkının tamamen kendi iradesiyle topraklarını terk edecek bir psikolojik ortam oluşturmadan nihai bir çözüm olmayacağı yönündeki görüş devam etmekte. Güvenlik algısının temelden zedelendiğini düşünen İsrail siyaseti için, müzakerelerin seyrini de bu bakış açısı etkiliyor. Tam anlamıyla yenilgiyi kabul eden bir Filistin halkı olmadan müzakere gerçekleştirmek ya da toprak ilhakında bulunmak, ilerleyen dönemde İsrail için yeni krizler doğurabilir düşüncesi, ablukanın yıkıcılığını gün geçtikçe arttırıyor. “Şok psikolojisi” olarak da tarif edilen bu yaklaşım, İsrail’in içinde olduğu ruh hali ile beraber çözülme noktalarına dair de önemli ipuçları sunuyor.

7 Ekim’i ortaya çıkaran güvenlik politikaları da tartışmaların merkezinde yer almaya devam ediyor. İşgalci İsrail ordusunun hazırlıksız kaldığı fikri neredeyse tüm İsrail siyasetinin üzerinde ortak fikir beyan ettiği bir durum. Gazze süreci, hem ulusal önceliklerin yeniden tartışıldığı hem de güvenlik mekanizmalarının güçlendirileceği bir dönemin kapısını aralıyor. Ancak burada güvenliği sadece askeri politikalar ile sınırlı tutmamak gerekmektedir. Yukarıda da bahsettiğimiz şekilde psikolojik yaptırımlar da İsrail’in gelecek politikalarının arasında yer alıyor. Batı Şeria’da da örneklerini gördüğümüz bu yaklaşım, birkaç yıl gibi çok kısa zaman zarfında Filistin halkında yeni reaksiyonlar ortaya çıkarabilir. Aşırı sağcı siyasetçi Ben Gvir’in, Filistinli esirleri aç ve susuz bırakmalıyız söylemi bu durumu izah eden önemli bir örnek olarak karşımıza çıkmaktadır. Zira 7 Ekim’in temel sebeplerinden birinin esirlik olduğunu düşündüğümüzde, bir halka yönelik hukuksuz uygulamaların yanına psikolojik baskılar da eklenince sonuç İsrail adına kaçınılmaz olacaktır. 1987-1999 yılları arasında işkencenin İsrail içinde yasal olarak uygulandığını da hatırlatmak isteriz.

KABİNE SAVAŞLARI

Gazze’nin savaşın ardından nasıl yönetileceğine dair soru işaretleri de İsrail iç siyasetindeki gündem konularından biri haline geldi. Savaş kabinesi içinde yer alan isimler, Netanyahu’nun söylem ve beklentilerinin yanlışlığına dikkat çekerek basın toplantısına katılmayı reddettiler. Savaş kabinesindeki isimlerin Netanyahu sonrası İsrail’i yönetmek isteyen isimler olduğu düşünüldüğünde, mevcut konumlarını siyasi beklenti açısından da değerlendirmek gerekmektedir. Ancak savaş kabinesindeki tek kriz bu değil. Aşırı sağcı hükümetin öne çıkan isimlerinden Smootrich’in savaş kabinesinin her kesimi temsil etmediği gerekçesiyle toplantıların güvenlik kabinesinde görüşülmesi gerektiği talebi, mevcut krizi gözler önüne sermektedir.

Tüm bu gelişmeler ışığında Netanyahu’nun istifaya sıcak baktığı görülmediği gibi, savaşın uzaması ve farklı cephelere de yayılmasının temel beklentiler arasında olduğunu söylemek mümkün. İsrail’in Lübnan’da Hizbullah bölgesinde gerçekleştirmiş olduğu operasyon da bu durumu doğrular niteliktedir. Direniş mevcut gücüyle İsrail’e karşı koymaya devam ederken, Netanyahu için hayatta kalma mücadelesinin temelinde Gazze savaşını askeri ve psikolojik bir zafere dönüştürme gayreti yer almaktadır.

DÜŞÜNCE GÜNLÜĞÜ
Müfredat davamız

DÜŞÜNCE GÜNLÜĞÜ
Kızıldeniz’de Amerikan koalisyonu ve AB’nin tutumu