Güney Kıbrıs’ın NATO’ya katılması mümkün mü?

ABD ve NATO’nun GKRY ile iş birliğini artırması, Kıbrıs’taki mevcut statükonun değişmesine yönelik hamleleri daha da güçlendirebilir ve bu çerçevede federasyon temelli müzakerelere yeniden kapı aralayabilir. Dolayısıyla GKRY’nin NATO veya ABD ile daha derin entegrasyonu, Kıbrıs Türk tarafının aleyhine bir gelişme olarak yorumlanabilir.

İllustrasyon: Cemile Ağaç Yıldırım

Prof. Dr. İsmail Şahin / Uluslararası Kriz Araştırmaları Başkanı

Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) Cumhur-başkanı Nikos Hristodulidis’in 30 Ekim günü Beyaz Saray’da ABD Başkanı Joe Biden ile yaptığı görüşmede, Kıbrıs’ın NATO’ya alınmasına yönelik kapsamlı bir plan sunduğu bildirildi. Rum lider, Kıbrıs’ın çevresinde jeopolitik risklerin arttığı bir ortamda ABD’yi ziyaret etmişti. Glafkos Klerides’in 1996 yılındaki ziyaretinden sonra ilk kez bir Rum lider Beyaz Saray’a gidiyordu. Bu gelişme, Kıbrıs’ın ABD dış politikasında kazandığı stratejik düzeyi göstermesi açısından bir hayli önemliydi. Zira, Doğu Akdeniz’de artan jeopolitik riskler, enerji kaynakları üzerindeki rekabet ve İsrail’in güvenliği gibi mühim başlıklar ABD’nin bölgedeki stratejik hesaplarını yeniden gözden geçirmesine yol açmıştı. Bu bağlamda ABD, GKRY ile ilişkilerini derinleştirmek için öncelikle GKRY’ye yönelik silah ambargosunu kaldırmış, ardından da iki ülke arasında askeri, güvenlik ve iş birliğini geliştirme adına ciddi adımlar atmıştı.

ÜYELİK ÖNCESİ ADIMLAR

ABD’nin Güney Kıbrıs’ı aşama aşama NATO-dışı Ana Müttefik (Major Non-NATO Ally, MNNA) konumuna taşımaya çalıştığı rahatlıkla takip edilebiliyor. Bunun birçok nedeni bulunuyor. Her şeyden evvel, ABD, GKRY’de tarihsel olarak güçlü olan Rusya’nın etkisini kırmak istiyor. Bu yüzden ABD, bir taraftan GKRY ile ilişkilerini geliştirmeye önem verirken diğer taraftan da GKRY, Yunanistan ve İsrail arasında enerji, güvenlik ve savunma alanlarında ortaklıklar kurulmasını teşvik ediyor. Özellikle bu üç ülke arasında yeni bir güvenlik mimarisi kurulmasını ziyadesiyle önemsiyor. Nitekim söz konusu üç ülke arasında geliştirilen kapsamlı bir ittifak, ABD’nin Doğu Akdeniz’deki etkisini pekiştirmesine yardımcı olur. Bu stratejiyle hareket eden Amerikan hükümeti, ilk iş olarak GKRY’nin silah envanterini NATO ile uyumlu hale getirme kararı aldı. Böylece kısa zaman içinde Rusya’nın Güney Kıbrıs’la olan silah ilişkisi ortadan kaldırılarak NATO ile daha entegre bir savunma politikası oluşturulmuş olacak. Tahmin edileceği üzere, NATO-dışı ana müttefik statüsüne ulaşmak için bu teknik uyumun sağlanması bir ön koşuldur.

FAY HATLARI

ABD’nin Doğu Akdeniz’i güvenli bir NATO denizi haline getirmek istediği zaten bilinen bir gerçek. Dolayısıyla GKRY’nin NATO standartlarında bir savunma kapasitesine sahip olması, ABD’nin Doğu Akdeniz’deki stratejik çıkarlarıyla örtüşen bir durum. Öncelikle şunu bilmemizde fayda var; Doğu Akdeniz, Avrupa, Afrika ve Asya ile olan ticaret rotalarında önemli bir geçiş noktasıdır. Bu nedenle ABD, geçmişte olduğu gibi bugün de Doğu Akdeniz’de kendisine rakip olarak gördüğü ne Rusya’nın ne de Çin’in bölgedeki nüfuzunun artmasını istiyor. Washington nezdinde Rusya ve Çin’in bölgede askeri ve ekonomik nüfuz kazanması, NATO müttefikleri, Avrupa’nın güvenliği ve küresel istikrar için büyük bir tehdittir. Çok iyi bilindiği üzere Doğu Akdeniz, NATO’nun güney kanadı için stratejik bir değer arz eder. Kurulduğu günden bu yana NATO, Türkiye, Yunanistan, İsrail ve Mısır gibi ülkelerle iş birliklerini derinleştirerek rakip güçlerin bölgedeki nüfuzunu sınırlandırmaya özen göstermiştir. Pentagon ve NATO düşüncesinde Doğu Akdeniz, NATO içindeki dayanışmanın kırılabileceği en hassas bölgelerin başında gelmektedir. Türk-Yunan sorunları, Kıbrıs, mülteci krizi, Filistin, enerji kaynaklarının paylaşımı meselesi ve Orta Doğu’daki diğer sorunlar bu bölgenin başlıca fay hatlarıdır. Bu nedenle bölgedeki istikrarsızlık, NATO’nun Avrupa’daki güvenlik stratejisini etkileyebilir ve güney kanadını savunmasız bırakabilir. NATO’nun Baltık bölgesinde uyguladığı stratejilere benzer bir yaklaşımı Doğu Akdeniz’de de hayata geçirmeye çalıştığı ifade edilebilir.

ANKARA’NIN MANEVRA ALANI DARALIR MI?

Yukarıda belirtilen stratejik hedeflerin yanında, ABD, NATO ve GKRY arasında güvenlik ve savunma iş birliği alanlarında atılacak adımların Türkiye’ye karşı da stratejik bir baskı unsuru oluşturabileceği söylenebilir. ABD’nin hem kendisi hem de NATO üzerinden GKRY ile güvenlik ve savunma ilişkilerini geliştirmesi, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki bölgesel enerji ve güvenlik politikalarına ilişkin manevra alanını daraltabilir. Bununla birlikte ABD’nin GKRY’nin silah envanterini NATO ile uyumlu hale getirmesi ve bu doğrultuda Rum kesimini askeri açıdan güçlendirmesi, Ege ve Doğu Akdeniz’deki askeri dengeleri Türkiye aleyhine değiştirebilir ve Türk ordusunun caydırıcılık kapasitesini zayıflatabilir. Zira bu durumu, ABD’nin Yunanistan’la güçlendirdiği askeri ilişkilerle birlikte değerlendirmek gerekiyor. Elbette bu senaryonun önemli bir parçası da Kıbrıs meselesiyle ilişkili. ABD ve NATO’nun GKRY ile iş birliğini artırması, Kıbrıs’taki mevcut statükonun değişmesine yönelik hamleleri daha da güçlendirebilir ve bu çerçevede federasyon temelli müzakerelere yeniden kapı arayabilir. Dolayısıyla GKRY’nin NATO veya ABD ile daha derin entegrasyonu Kıbrıs Türk tarafının aleyhine bir gelişme olarak yorumlanabilir.

TÜRKİYE’NİN VETO HAKKI VAR

Bu bağlamda, Türkiye’nin sahip olduğu en büyük güçlerden biri NATO üyeliği sayesinde elinde bulundurduğu veto yetkisidir. Türkiye’nin onayı olmadan, GKRY’nin NATO’ya üye olması mümkün değildir. Veto yetkisi sayesinde Türkiye, Kıbrıs’ta iki devletli çözüm vizyonunun müzakere masasına gelmesini sağlayabilir. Türkiye, NATO üyeliğinden kaynaklanan veto yetkisi ile GKRY’nin üyeliğini engelleyebilirken aynı zamanda Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin (KKTC) güvenlik kapasitesini artırma ve Doğu Akdeniz’deki deniz gücünü güçlendirme yoluyla stratejik caydırıcılığını artırabilir. Sonuç olarak, Türkiye’nin bu yeni güç dengesinde çıkarlarını ve Kıbrıs Türklerinin hak ve menfaatlerini koruyacak proaktif bir politika benimsemesi Doğu Akdeniz’deki nüfuzunu yeniden güçlendirmesi açısından kritik bir gereklilik haline gelmiştir.