Ahmet Arda Şensoy / Doktora Adayı, Nottingham Üniversitesi
İsrail'in, 7 Ekim sonrası Gazze’deki katliamları sürerken Orta Doğu’daki diğer çatışma alanları da bu krize entegre olarak hareketlenmeye başladı. İlk olarak Lübnan’da Hizbullah, daha sonra da Yemen’de Husiler, İran’ın direniş eksenine bağlı unsurlar olarak ABD ve İsrail karşıtı eylemlerde bulunarak Orta Doğu’da Gazze üzerinden bir asimetrik çatışma ortamı üretti. Özellikle Şii milislerin Irak ve Suriye’deki Amerikan üslerine saldırıları da dikkat çekiyordu. İsrail ise Lübnan ve Suriye’de Hizbullah ve Şii milislere yönelik hava saldırılarını sürdürürken Husilerin Kızıldeniz hareketliliği hariç tüm bu karşılıklı saldırılar, bölgesel krizi tırmandırmaktan öte kontrollü bir gerginlik şeklinde devam ediyordu.
Tüm bu askeri hareketlilik ve çatışmalar, Ürdün Suriye sınırındaki ABD üssüne düzenlenen saldırı sonucu 3 Amerikan askerinin ölmesiyle farklı bir hal aldı. Bu da Ürdün sınırının bölgesel ve küresel olarak ise ABD ve İsrail ile İran arasındaki güç mücadelesinin bir yansıması olarak öne çıkmasının yanında yerelde Suriye iç savaşı için de yeni ve sıcak bir cephe olacağının işareti olarak öne çıktı. Arap Baharı sürecinde ülke içinde bir kriz yaşamayan ve Körfez desteğiyle rejimini devam ettiren Ürdün, bu süreçte neden bir merkezi bir role sahip? Ürdün'ün Suriye'den algıladığı güvenlik tehditleri ve Esed rejimiyle normalleşmesinin ardından yaşadıkları, bu sürece nasıl etki etmektedir? ABD ve İran için bu sınır bölgesinin önemi nereden gelmektedir? Bu gibi soruları cevaplamak, Ürdün Suriye sınırının neden yeni ve sıcak bir cephe olduğunu anlamayı oldukça kolaylaştıracaktır.
ESED İLE NORMALLEŞME
Suriye’deki iç savaş, tüm bölge ülkelerini olduğu gibi Ürdün’ü de derinden etkiledi. İç savaşta Esed rejiminin sivil halka yönelik katliamları sonrası diğer Arap devletleri gibi Ürdün de Şam yönetimi ile ilişkilerini kesmiş ve muhaliflere destek vermiştir. Bu süreçte Ürdün’ün en büyük sorunları sınır güvenliği, terörizm ve sığınmacı meselesi olarak öne çıkmaktadır. Birleşmiş Milletler rakamlarına göre 730 bin sığınmacı olsa da ülkedeki toplam sığınmacı sayısının 1,2 milyon olduğu tahmin edilmektedir. Bunun yanı sıra Esed rejiminin iç savaş sonrası en büyük gelir kalemlerinden biri olan Captagon adlı uyuşturucunun üretimi ve ticareti de Ürdün için en büyük sorunlardan biri olarak öne çıkmaktadır.
2015’te Rusya’nın Suriye’ye askeri müdahalesi sonrası Ürdün sınırı çevresinde değişen askeri dengeler sonucu Ürdün’ün yakın olduğu muhalif gruplar alan kaybetmeye başlamıştır. 2018 yılında Rusya ile yapılan çatışmasızlık anlaşmasıyla amaç, çatışmaları yatıştırarak yeni bir göç dalgasının önüne geçmekti. Bunun karşılığında ise Ürdün muhaliflere desteği kestiği gibi Rusya üzerinden Esed rejimiyle alt düzey görüşmelere başlamak zorunda kalmıştı. Ancak bu süreç içerisinde Ürdün’ün sınır güvenliği daha da kötü bir noktaya gitmişti. 2021 yılında rejim unsurları ve Şii milislerin desteklediği uyuşturucu kaçakçıları ile Ürdün ordusu arasında yaşanan çatışmalar da konunun ciddiyetini göstermesi açısından önemlidir.
Tüm bunlar sonucunda Ürdün, 2022 itibarıyla Esed rejimiyle normalleşme sürecine başlayarak sınırındaki bu sorunları gidermeyi amaçlamıştır. Mayıs 2023’te Ürdün’de Şam yönetimi, Mısır, Suudi Arabistan ve Irak’ın katılımıyla yapılan toplantıda Esed rejiminin uyuşturucu kaçakçılığıyla mücadele ve Suriyeli sığınmacıların geri dönüşü gibi konularda verdiği sözlerin ardından Arap Ligi Esed rejimini tekrar üye olarak kabul etmiş, Ürdün de Şam yönetimiyle normalleşme sürecine hız vermiştir.
AMMAN NE UMDU NE BULDU?
Ürdün'ün Esed rejimiyle normalleşmesinin temel sebepleri olan uyuşturucu kaçakçılığının önlenmesi ve sığınmacı sorununun çözülmesi gibi konular, normalleşme sonrası daha da ciddi sorunlara dönüşmüştür. Geçen sürede Ürdün’ün güvenlik tehditleri azalmadığı gibi rejim ve Şii milislerin kontrolündeki uyuşturucu kaçakçılığında ciddi bir artış yaşanmıştır.
Özellikle Captagon adlı Suriye’de üretilen uyuşturucu kaçakçılığı, Ürdün için bir ulusal güvenlik meselesi haline gelecek kadar ciddi bir hal almıştır. Beşar Esed’in kardeşi ve 4. Tümen’in komutanı görevindeki Mahir Esed’in önderliğinde rejimin kontrol ettiği, Hizbullah ve Şii milislerin üretim ve organizasyonuna katıldığı bir sorun olarak Captagon, şu aşamada Şam rejiminin savaşı finanse etmek için en büyük gelir kalemlerinden biri olarak ön plana çıkmaktadır. Dolayısıyla bu sorunun Esed rejimiyle görüşerek çözülemeyeceği açıkken rejim ile bu amaçla normalleşmek Ürdün için ciddi bir güvenlik zafiyeti doğurmuştur. Bunun sonucunda Ürdün ordusu sınırda çatışmalara girmek zorunda kalmış, hatta 2023 yılı içerisinde Suriye’de 4 kez hava saldırısı düzenlemiştir. Dolayısıyla Esed rejimi ile kurulan ilişki ve ticarete açılan sınır, üzerinde anlaşılan şekilde sığınmacıların Suriye'ye geri dönüşünü sağlamadığı gibi Captagon ticaretini de artırmıştır. Bu yüzden de 2024 yılı ve sonrasında da Ürdün ordusu sınır boyunca askeri hareketlilik göstermek zorunda kalacaktır. Tüm bunlar da Ürdün Suriye sınırının kısa vadede sıcak bir cephe olarak kalmasının yerel sebepleri olarak ön plana çıkmaktadır.
KÜRESEL REKABET ALANINA DÖNÜŞTÜ
Ürdün sınırı Suriye iç savaşı ve Ürdün’ün güvenlik risklerinin yanı sıra bölgesel ve küresel rekabet alanında da oldukça önemli bir yere sahip. Bu önem ise 2 temel nedene dayanıyor. Birincisi, İran’ın Hizbullah ve Şii milislerle Suriye iç savaşına müdahil olması dolayısıyla İran-Irak-Suriye-Lübnan lojistik hattını canlı tutmak, İran için oldukça önemlidir. Fırat nehrinin Irak sınırına geçişinde son nokta olan el-Bukemal’i ve karşısındaki el-Kaim’i kontrol eden İran destekli Şii milisler, bu lojistik koridoru canlı tutabilmektedir. Bunun yanında, daha güneyde Ürdün-Suriye-Irak sınırlarının kesişim noktasında bulunan Bağdat-Şam Karayolu'nun kontrolü de İran’ın bölgedeki vekil unsurlarını destekleyebilmesi ve hareketliliği açısından oldukça değerlidir. Ürdün Suriye sınırının önemine dair ikinci nokta ise DEAŞ’ın Irak ve Suriye’de yayılması sonrası yine bu sınır bölgesindeki çöllerde faaliyet göstermesiyle ABD için DEAŞ’a karşı koalisyonun varlık göstermesi gereken bir nokta olmasıdır. Bunların sonucunda da ABD hem DEAŞ’a karşı mücadele bahanesiyle hem de İran’ın lojistik hattını kesmek maksadıyla Suriye Ürdün Irak sınırının kesişim noktası olan at-Tanf’ta 2016 yılında bir askeri üs kurmuştur. Üzerine, sınırın Ürdün tarafından da bu üssü korumak ve geçişleri kontrol edebilme amacıyla irili ufaklı gözlem noktaları ve üs benzeri askeri yerleşkeler oluşturmuştur.
28 Ocak’ta İran destekli Şii grupların saldırısıyla 3 Amerikan askerinin öldüğü Kule 22 adlı üs de ABD’nin İran ile bölgesel rekabeti ve ABD destekli Suriyeli grupların eğitimi için kullanılan üs komplesinin bir parçası olarak dikkat çekmektedir. ABD üssüne yapılan bu saldırı, 7 Ekim’deki Aksa Tufanı Harekâtı sonrası İran destekli grupların Amerikan üslerine yönelik sayıları 200’e yaklaşan saldırılarından farklı bir noktada durmaktadır. 3 Amerikan askerinin Irak’taki Şii milis grupların kamikaze drone saldırısıyla öldürülmesi sonrası beklenti, ABD’nin çok şiddetli bir cevap vereceği olsa da ABD 1 haftalık gecikmenin ardından Suriye ve Irak’ta bazı bölgelere hava saldırısı düzenlemekle yetinmiştir. Özellikle saldırıdan önce Şii milis grupların Deyr ez Zor, Mayadin ve el Bukemal’deki üslerden stratejik silah sistemlerini ve milislerini boşalttığı haberlerinin gelmesi de ABD’nin saldırısının değerini düşüren bir etken olmuştur.
BÖLGESEL MÜCADELEDE YENİ PERDE
Ancak bu saldırıda Ürdün adına dikkat çeken durum ise ABD’nin Irak ve Suriye’deki saldırılarına Ürdün Hava Kuvvetleri'nin de katıldığının iddia edilmesi olmuştur. Bu iddiaların artması sonucu Irak’ta bir milletvekili, Ürdün’e petrol satışını durdurmayı öngören bir tasarıyı Irak meclisine sunmuş, Ürdün tarafı ise ABD saldırılarına iştirak ettiği iddiasını reddetmiştir. Her ne kadar Ürdün hava kuvvetlerinin saldırıya katıldığına dair bir delil olmasa da Amerikan basını merkezli olarak çıkan iddialar ve sonrasında Irak’ta yarattığı tepki, konuyu tartışmalı hale getiren durumlardan biridir. Daha da ötesi Ürdün, Amerikan askerlerinin öldüğü saldırı yaşandığında da ABD’nin açıklamasının aksine bu saldırının kendi sınırlarında değil Suriye içerisinde yaşandığını açıklamıştır. Ancak daha sonra saldırının Ürdün tarafındaki Kule 22’de gerçekleştiği bilgisi kesinlik kazanmıştır.
Dolayısıyla bu her 2 durumda da Ürdün’ün, sınır bölgesinin ABD ile İran arasında Irak’taki Şii milislerin de dahil olduğu sıcak bir mücadele alanı olmasını engellemeye çalıştığı söylenebilir. Yine de ABD’nin bölgedeki varlığı ve İran’ın sınır geçişlerine atfettiği önem dolayısıyla Ürdün sınırının bölgesel bir mücadelenin bir parçası olması kaçınılmaz olarak durmaktadır. ABD’nin 2024 başkanlık seçimleri öncesi Suriye’den askerlerini çekme söylentilerinin çıktığı bir süreçte ABD için bölgenin önemi azalmış gibi görünse de İran için bölge gittikçe önem kazanmaktadır. Tıpkı Yemen’de Husilerin Kızıldeniz saldırıları gibi, Suriye-Ürdün-Irak sınırları üçgenindeki bu bölge de Şii milisler için, ABD ile karşı karşıya gelmenin maliyetsiz ve kullanışlı bir alanı olarak ortaya çıkmaktadır. İsrail için ise, İran ve Şii milislerin Suriye’deki varlığından duyduğu rahatsızlığı gidermek için ABD’nin varlığını kullanma isteği görülmektedir.
Sonuç olarak Suriye krizinde Ürdün merkezli gelişmeler, iç savaşın değişen karakteri ve geleceği açısından oldukça önemli mesajlar vermektedir. 12 yıllık iç savaş sonrası çöken devlet otoritesinin, bunun sonucu ortaya çıkan kaçakçılık, karaborsa ve uyuşturucu ticareti gibi sorunların ve çevre ülkelerin yaşadığı sığınmacı meselesinin en büyük sebebi olarak duran Esed rejimiyle bu sorunları gidermek için görüşmek ve anlaşmak, Ürdün’ün hiçbir sorununu çözmediği gibi güvenlik tehditlerini de artırmıştır. Dolayısıyla Suriye’de rejimin kendi içerisinde ve kontrolündeki bölgelerde yaşanan sorunlar, rejimle normalleşildiğinde sınır komşularının da neler yaşayabileceği konusunda ipuçları vermiştir. Yerel düzeyde bu yaşananların yanı sıra ABD’nin sınır bölgesindeki varlığı ve İran destekli Şii milislerin ABD üslerine yönelik saldırıları da düşünüldüğünde Ürdün sınırının bölgesel olarak bir ABD-İran çekişmesinin de parçası olması kaçınılmaz olmaktadır. Yakın gelecekte de bu sınır hattının hem yerel hem de bölgesel gelişmelerde sıkça gündeme geleceği bir gerçek olarak önümüzde durmaktadır.