Eda Gezmek / Araştırmacı, Afrika Çalışmaları
Sömürgecilik bayrağını devralan İsrail, Avrupa’nın daha önceki kolonyalist tecrübelerinin benzerini Filistin’de uygulamaya başladı. Başlangıçta, bu adım kolonileşme amacı gütmüyordu; daha ziyade ideal bir yaşam kurma arzusuyla hareket ediyordu. Ancak zamanla, İsrail’in seçilmiş millet ve seçilmiş topraklar iddiası, sömürgeci bir projeye dönüştü.
İsrail, Siyonist düşünce ve pratikle hareket ederken, aslında saf sömürgeciler gibi davranıyor.
Avrupalıların, Afrika’da misyonerlik amacıyla yaptığı sömürüyle İsrail’in Filistin’deki sömürüsü arasında benzerlikler bulunuyor. Yahudiler misyonerler gibi kendi dinlerini yayma amacı gütmeyip, vadedilmiş topraklarına geri döndükleri iddiasında olsalar da her ikisi de din temelli meşruiyet arayışındaydı.
MEŞRUİYET ARAYIŞI
Yahudiler Filistin’i boş sanarak bu toprakları canlandırmaya geldiklerini ifade ediyorlardı. Topraklara yerleşmek demek, kendilerinin görmezden geldiği ama aslında var olan yerli Filistin halkının tasfiyesi anlamına geliyordu. Avrupa sömürgeciliği ile İsrail’in Siyonist sömürgeciliği arasındaki fark, siyonizmde toprakların yeşertilen bir çöl olarak tasvir edilmesi, misyoner Avrupalıların ise çok verimli toprağı ekolojik ve akıllı bir şekilde işlemesiydi. Bu toprak Yahudileri, diasporadaki yaşamlarında tecrübe ettikleri aşağılanma hissinden kurtarmalı ve boş olmalıydı.
Ancak Yahudiler ‘ana yurtlarına’ döndüklerinde burada yaşayan yerli Filistin halkı ile karşılaşmışlardı. Yani “topraksız bir halk için halksız bir toprak” fikrinin, boş toprak kısmında bazı pürüzler vardı. Bu durumda yerleşimciler sömürgeleştirmeye geldikleri topraklarda yerli halkın varlığını inkar etmeyi seçti. Nihayetinde kurak toprakları çiçeklendirecek, ülkeyi çağdaş bir Avrupa uygarlığına dönüştüreceklerdi. İlerleme ve modernite yeni keşfedilen Filistin topraklarına nüfuz ettiğinde yerel halk unutulup gidecek diye düşünülüyordu. Eski İngiltere Başbakanı David Lloyd George’un, Filistin’i hastalıklarla dolu, kurak bir yer olarak tanımlaması, yerleşimcileri çekmek için kullanılan eski sömürgeci argümanlardan sadece biriydi. George, yaptığı konuşmada şöyle diyordu:
“Filistin’de sıtmanın kol gezdiği çorak bataklıklar mutlu yerleşim yerlerine dönüştürüldü. Topraklar ekildi. Dünya yaratıldığından beri doğada akarak boşa giden sular değerlendirildi.”
İşgal ettikleri topraklara “medeniyet” götürdükleri iddiasıyla İsrail, doğal kaynak sömürüsünü meşrulaştırmaya çalıştı. Ancak bu retorik, sadece İsrail’in yerleşimine zemin hazırlamakla kalmadı, aynı zamanda oradaki sömürünün de meşruiyetini sağlamaya çalıştı.
SOYKIRIM VE YOK ETME
İsrail’in Filistin’deki sömürgeci varlığı, tarihsel olarak yerleşimci sömürgeciliğin dayandığı mantıkla şekilleniyor. Avustralyalı tarihçi Patrick Wolfe’un belirttiği gibi, yerleşimci sömürgecilik, yok etme mantığıyla sıkı bir ilişki içindedir ve İsrail’in bu mantıkla hareket ettiğini görmek zor değil. İsrail, Filistin’deki varlığını maddi ve politik olarak meşrulaştırmak için arkeolojik kazılar, yer adlarının değiştirilmesi gibi yöntemlere başvururken, yerli halkı sürekli olarak insanlıktan çıkarma ve kültürel silme politikalarını sürdürüyor.
Batı sömürgeciliği ile Siyonist yerleşimci sömürgeciliğin ayrıldığı bir diğer nokta, yerel halkla kurulan sembolik ilişkidir, ki bu da onları görmekle alakalıdır. Örneğin Avustralya’da yerli halk yani Aborjinler mülksüzleştirilmiş ve kültürel olarak silinmiştir. Yerleşimciler topraklara yerleşebilmek için Aborjinleri fiilen ortadan kaldırmışlardır. Ancak sembolik düzeyde bile olsa yerleşimci toplum daha sonra Aborjin kültürünü geri kazanmaya çalışıyor. Avustralyalılar yer isimlerini değiştirirken yerel isimlerin benzerlerini kullanırken, İsrailli yetkililerin İbranice yer adlarını Arapça benzerlerine değiştirmesi düşünülemez. İsrail yerine geçtiği toplumu maddi olarak ortadan kaldırmak amacını güder. Filistinli Arap varlığını kadastral olarak silmesi, yerel halkın kültürel ve topraksal varlığını inkâr etmenin bir parçasıdır. Bu, İsrail’in siyasi ve topraksal kontrolünü sağlama stratejisinin bir parçası olarak görülebilir.
İNSANLIKTAN ÇIKARMA
Yok etme mantığına eşlik eden bir diğer kavram insanlıktan çıkarmadır. Daha önce benzer bir zulme uğramış bir millet olarak, aynısını ve hatta daha kötüsünü bir başkasına yapmadan önce yerli halkı insanlıktan çıkarmanız gerekmektedir. Son örneklerini, İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırıların ilk başlarında peş peşe yapılan üst düzey yetkililerin açıklamalarından okumak oldukça mümkün. İsrail Savunma Bakanı’nın yaptığı, “... İnsansı hayvanlarla mücadele ediyoruz.” ifadeleri siyonist sömürgecilerin yerli halka karşı takındıkları üstten bakışçı ve soykırımcı zihniyetin dışa vurumu olarak karşımıza çıkıyor.
İsrail, azınlık olarak başladığı siyonist sömürgecilik yolculuğunda, bugün Filistinlileri Gazze ve Batı Şeria'ya sıkıştırarak toprak bütünlüğünü sağlamayı başardı. Ancak, yerleşimci sömürgeciliğin başarılı olabilmesi için yok etme ve insanlıktan çıkarma politikalarına oldukça istekli bir şekilde devam ediyor.
REFAH’TA KATLİAM
İsrail’in, 7 Ekim’den bu yana Filistinlileri Gazze’nin kuzeyinden güneye doğru sürmesi, bunu yaparken de güvenli diye işaret ettiği bölgelerde sayısız acımasız katliamlar gerçekleştirmesi ki buna “son güvenli yer” olan Refah’taki çadırların bombalanmasıyla bir kez daha şahit olduk- yok etme ve insanlıktan çıkarma politikasının bir örneği olarak karşımızda duruyor.
Son güvenli sığınak Refah’ta yaşanan bu katliam İsrail’in yerleşimci sömürgeciliğinin olabildiğince az sayıda Filistinliyle Filistin’i olabilecek en geniş haliyle ele geçirme politikasının bir parçasıdır. İsrail’in kendi nüfusunu güvence altına alabilmek adına yerli halkı topraklarından sürgün etme çabaları, Gazze’de yaşanan zorla göç ettirme ve büyük çaplı katliamlarla birlikte soykırım mantığının açık bir göstergesi…