|

Kimlik krizinde bellek ve inşa

Mesut Koçak Bellek ve İnşa kitabında Osmanlı medeniyeti sonrası aynı topraklarda Batı etkisiyle inşa edilen belleğe “karşı-bellek” oluşturan Mehmet Akif Ersoy, Necip Fazıl ve Sezai Karakoç’u “coğrafya”, “tarih”, “medeniyet” kavramları etrafında bir araya getiriyor

04:00 - 15/03/2024 Cuma
Güncelleme: 02:04 - 15/03/2024 Cuma
Yeni Şafak
Arşiv.
Arşiv.
RANA SENANUR DOĞAN

Toplum son yüzyılda üzerine en çok konuşulan meselelerin başında geliyor. Toplumun inşası, toplumun kültürü, toplumun gelenekleri, ırkı, dili vs. Tüm bunlar kimliklerin görünürlüğünün esas mesele olduğu bir çağda, savaşların ve kıyımların gölgesinde konuşulup duruyor. Toplumbilim üzerine çalışan ya da sadece buradan beslenen bilimlerle hemhal olan kişiler de tüm bu meseleleri bir kimlik inşası üzerinden yeniden kurguluyor. Osmanlı medeniyetinin son dönemlerinde fikir hareketlerinin peyda olmaya başlamasıyla kimlik krizi ve modernleşme sorunları bambaşka bir noktaya ulaşmaya başladı. Edebiyat tarihi, sosyoloji ve tüm bunların konuşulmaya başlandığı esas alan tarih bir değişimin ya da İslâm toplumlarında sıkça gördüğümüz “kimlik krizi”nin yansımalarını gözler önüne serdi. Edebiyat üzerine yazan ve edebiyat üzerine konuşan herkes edebiyatın bu yansımalarda ne denli önemli bir yere sahip olduğunu, toplumu konuşan her alanın bir şekilde edebiyat durağından geçeceğini biliyor. Zira edebiyat kökü mazide beslenen bir atiye uzanıyor ve uzanış durakları yeni fikirler üzerinden ilerliyor. Edebiyatın görünürlüğü belleğin mevcut durumuna göre şekillenip yeniden sunulabiliyor. Bir medeniyetin inşası da önce bir belleğin yeniden tasarlanmasını gerektiriyor. Toplum mevcut kodlarıyla yeniliği ve değişimi kabullenmiyor bu durum da yeni bir söylem oluşturmayı gerekli hale getiriyor. Tüm bunlar Türkiye Cumhuriyeti’nin son yüz yılının en büyük meseleleri ve tartışma konularıyken önceki yüz yılın da inşa ettiği bir belleğin meyveleri olarak akleden zihinlerin karşısında konumlanıyor.

BELLEĞE KARŞI OLUŞTURULAN BİR BELLEK

Mesut Koçak, Osmanlı medeniyeti sonrası aynı topraklarda Batı etkisiyle inşa edilen belleğe “karşı-bellek” oluşturduğu görüşüyle Türk edebiyatının üç ismini “coğrafya”, “tarih”, “medeniyet” kavramları etrafında bir araya getiriyor. Koçak’ın 2024 yılının başında okuyucusunu karşılayan Bellek ve İnşa: Mehmed Âkif Ersoy, Necip Fazıl Kısakürek ve Sezai Karakoç’un Eserlerinde Coğrafya, Tarih, Medeniyet Düşüncesi adlı eseri bu bir araya gelişin bir ürünüdür. Yazarının doktora çalışmasından mülhem kaleme alınan eser Türk edebiyatının bu üç önemli isminin “İslâmcı” olmalarını ortaklık kabul ederek Osmanlı medeniyeti sonrası kurulan söylemin karşısında alternatif bir söylem olarak konumlandırıyor.

Kitap dört ana bölümden oluşuyor. Birinci bölüm kitabın esas meselesinin hatlarını çizen “coğrafya”, “tarih” ve “medeniyet” kavramlarını açıklıyor. Daha sonraki bölümler bu kavramların adı geçen yazarlardaki tezahürlerini metinler üzerinden ortaya koyuyor. Medeniyete dair unsurları yazarların görüşlerini de esas alarak pergelin esas ucunu Doğu medeniyetine yaslayarak kıyas yoluyla ortaya koymaya çalışıyor. Üç yazarın ortaklıkları meselesi bu üç isim akla geldiğinde oluşturdukları algının aksine oldukça kısıtlı. Özellikle yukarıda belirtilen kavramları her bir yazar başka bir biçimde ele alıyor. Hepsi İslâm coğrafyasını önceliyor, Orta Doğu, Afrika ve Asya coğrafyası önemli bir mesele olarak tezahür ediyor ancak Balkanlar ve KKTC hakkındaki görüşleri oldukça farklı. Tarih ve tarihî isimlere yönelik eleştiri ve görüşleri çoğu zaman örtüşmüyor. Sorunların tespiti ve çözüm reçeteleri arasında farklılıklar görülüyor. Kimisi için sorun olan bir mesele kimisinde tüm sorunların esas sebebi olarak okunabiliyor. Bu üç yazar içerisinde reçetesini en net ortaya koyan isim Sezai Karakoç olarak görülüyor. Necip Fazıl Kısakürek’in tespitleri “-cilik” ekiyle pekiştirilmiş ideolojik sınırlarken Mehmet Âkif Ersoy bir önceki yüzyılın sonunun kriziyle yeni yüzyılın yeni krizlerini gören biri olarak başka bir pencereden Batı’dan alacaklarını gelenek süzgecinden geçirme gerekliliği düşüncesiyle başka bir bakış açısı ortaya koyuyor. Karakoç’un “Diriliş” muştusu gerekirse siyasî bir parti kurduracak kadar keskin tetikleyicilere ve çözüm önerilerine sahip bir gelecek ideali olarak okuyucunun karşısına çıkıyor. Ortak noktaları ise İslâmiyet öncesi Türk tarihinin onların medeniyet algıları için kaynaklık etmeyişi. İslâm bu yazarlar için milat olarak kabul ediliyor. Tüm düşünce sistemi İslâm’ın yaşanışı ve en iyi biçimde sistemin temelini oluşturması gerekliliği üzerinden oluşturuluyor. Coğrafya konusundan gördüğümüz ayrışma en net yine Karakoç’ta görülüyor. Karakoç için Müslümanların dışında “mazlum coğrafyalar” var. Yazar için Batı hegemonyasının dişlilerinde sömürülen, ufaltılan, küçültülen ve Batı’yı kendi topraklarıyla güçlendiren topraklar da İslâm coğrafyasına ihtiyaç duyuyor ve inançlarına bakılmaksızın orada var olmayı da hedefliyor.

ORTAK BİLİNÇ İNŞASI

Tüm bunlar esasen bir devrin inşasında, belleğin oluşturulmasında kanondan sıyrılmış bir söylemin üretiminin mümkünatına dair kanıtlar ortaya koymuş oluyor. Edebiyatın sınırları farklı kavramların aynı görünen isimler üzerinden farklı okuma yöntemleri sunan sınırlar olarak okuyucuda karşılık bulmuş oluyor. Mevcut kabullerin hem edebiyat hem de fikir dünyasındaki etkisini sarsabilecek, başka bakış açılarıyla belirli konularda keskin çizgiler içerisinde varlık alanı oluşturmuş görüşlere yeni bakış açıları katabilecek eserlerin önünü açan bu tarz çalışmalara ihtiyaç ortada. Fikir ve edebiyat dünyasının tüm alanlarında farklı kavramlara tutunmuş yazarların söylemlerindeki ortaklık ve bilinç inşasını okumak mevcut kabullerin esnemesine muhakkak olanak sağlayacaktır. Umarım Mesut Koçak’ın “karşı-bellek” üzerinden kurduğu cephenin tezahürünü edebiyatın hem ürün hem de fikir işçiliğini yapan başka isimler üzerinden de okumak mümkün olur.



#Aktüel
#Hayat
#Edebiyat
#KETEBE
1 ay önce