|

Çocukluğumla anneliğim arasında bir kahraman: Kumkurdu

Zeynep Tuba Kesimli
04:00 - 15/04/2024 Pazartesi
Güncelleme: 02:01 - 15/04/2024 Pazartesi
Yeni Şafak
Kumkurdu
Kumkurdu

Kumkurdu ile tanışıklığım uzun yıllara dayanmıyor, bu sebeple çocukluk arkadaşım diyemeyeceğim onun için. Çocuk edebiyatının ışıltılı dünyasına dâhil olmam annelik yıllarıma tekabül ediyor. Zengin kütüphaneli bir evde büyümeme rağmen küçük yaşlarda okuduklarımı hatırlayıp gözden geçirdiğimde, listedeki kitapların günümüz koşullarında hiç de “çocuğa göre” olmadığını görüyorum.

Kumkurdu, deniz kenarında küçük bir evde yaşayan Zackarina’nın günlük hayatını anlatıyor. Çocukluğunu bozkırın tam ortasında

geçiren benim için fazla iddialı bir başlangıç bu. Zackarina’nın anne ve babasıyla olan ilişkileri, kendini kabul ettirme çabaları, varoluş sancıları, dünyayı algılama gayreti var bu kitapta. Üstesinden gelemediği ne varsa kendisini “İyi günler, iyi günler! Eşim benzerim yoktur benim. Güzelliğimin de öyle değil mi?” diyerek tanımlayan Kumkurdu’na anlatıyor Zackarina. Postmodern darbenin gölgesinde yeşermeye, dişlilerin arasında kendine yer bulmaya çalışan, ilk gençlik yıllarında yapması gereken sorgulamaları ancak yetişkin olduğunda misafir edebilmiş bir çocuk” için de olağanüstü bir özgüvenin yansıması bu.

Kumkurdu’nu ilk kez çocuklarımla beraber okumuştuk. Zaman zaman durup cümleleri sindirme ihtiyacı hissediyordum. “Anne, haydi, devam et!” diyorlardı. Kumkurdu onların dünyasına o kadar yakındı ki gayet olağan karşıladıkları bir akışa sahipti. Net, sade, imadan ve mecazdan uzak. Sınıf arkadaşları yazmıştı adeta. Benim içinse üzerinde saatlerce düşünebilecek derinlikteydi cümleler. Zackarina “Bir sürü acı anıyla dolaşmanın ne âlemi vardı?” diye sorguluyor, Kumkurdu “Yalnızca neşeli anıların kaldığını bir düşünsene. Belki o zaman, hüzün denen şeyin ne olduğunu hiç bilmeyecektim” diye cevap veriyordu mesela. “Eğer insan görülmek istemiyorsa bir şeyin arkasına saklanır. Bir çalının veya bir kapının. Ya da bir sürü gevezeliğin, lafın” diyordu.

Çocuk yaşta okuduğunuzda; büyüklerin dünyasını algılamaya çalışan, sizinle aynı sorgulamaları yapan bir dostun elinden tutmuş gibi hissetmeniz muhtemeldi. Bu kitabı bir yetişkinin kaleme aldığını hatırladığınızda; paçalarınızı sıvayarak coşkuyla adımlı ladığınız o berrak denizde nasıl kalınabildiğine hayret ediyor, o mevsimden hangi ara uzaklaştığınızı idrak etmeye çalışıyordunuz. Kumkurdu’nun satırları arasında bir yetişkin, hele de bir anne gözüyle dolaştığınızda; Zackarina’nın yerleri temizleme çabasının babası tarafından pislikleri etrafa bulaştırmak olarak algılanması gibi, çocuklarınızın her yaptığının mantıklı bir açıklaması olduğunu görüyor, onları derin bir cehalete çekmek için nasıl bir savaş verdiğinize kendiniz bile şaşırıyordunuz. Çocuklar zaten bilgeydi. Sizin fellik fellik aradığınız o hikmetli sözler, onların iki dudağının arasından akıp gidiyordu. Yalnızca büyükler pek çok şey gibi bunu da çabucak unutmuştu. Kumkurdu, zaman zaman bana Zeynep Tuba’yı anımsatan, çocukluğumla anneliğim arasında bir kahraman, şu satırları daima hatırlatmasını istediğim: Ve Kumkurdu sıçrattı… Gücü yettiği kadar uzaklara. Çocuklara oyuncaklar sıçrattı, hastalara şifa. Akılsızlara akıl sıçrattı, karanlığa ışık… Çaresizlere çare sıçrattı, umutsuzlara umut. Sakin geceler sıçrattı ve tok mideler. Uzun oyunlar sıçrattı ve mutlu günler…


#hayat
#kitap
#aktüel
15 gün önce