|
‘Daha iyisini mi yazacaksın içlilikte Fuzuli’den’

Sebeb-i telifin mesneviye mahsus olduğunu, büyüklerimizin bu mirası nesirlerine de taşıyarak yaygınlaştırdıklarını söylemiştik.

Geçtiğimiz salı
Taha Abdurrahman
’ı izdiham nedeniyle dinleyemeyince, sıcak günü dost yüzlerin serinliğinde tamamlayabilmek için
Cemal Şakar ve Mustafa Kirenci’
yi ikamet ettikleri mahallede ziyaret ettim.
Sohbetimizde sebeb-i teliften de söz açıldı. İçimizde
Sezai Karakoç’u
hem şiiri hem de tefekkürü itibariyle en iyi bilen Kirenci, Hazretin
Leylâ ile Mecnun
(ki o modern bir mesnevidir) şiirindeki sebeb-i telife dikkat çekmekle kalmadı, bunu (aslında bir sonuç mülahazasıyla) eserinin başında değil de neden sonlarına doğru yaptığını da iletti.

Üstadın söz konusu sebeb-i telifi, aslında başlı başına bir şiir dersidir; şiir neden, nasıl, ne zaman (hangi imkanların müşterek tahakkukuyla) yazılır vb. ancak Müslüman bir şairden öğrenilebilecek cevapları da ihtiva eder.

Bundan hareketle söylenebilecek çok şey var. Ama şiirindeki manayı tahrif etmeden ondan doğru bahsedebilmek için
sözde öncelik daima şairindir
ve bu nedenle Leylâ ile Mecnun mesnevisinde İkinci Bölüm’den 2. Şairin Kuşkusu, 3. Parantez adlı şiirleri önce beraber okumayı teklif ediyorum:

2. ŞAİRİN KUŞKUSU

Özgür çöllerde bin yılda birikmiş

Aşkın ve şiirin kıldan ince

Kılıçtan keskin sıratlarından geçmiş

Saf bedevi türkülerinden cevher seçmiş

Nizami Molla Câmi Fuzuli

Daha nice ulu şairin kalemiyle

Anıt eserlerin en büyüklerinden

En arı duru eğilmez bükülmez

Benzeri olmaz değişmez dönüşmez

Bin zırh ve bin kalkan içinde

İpek kadar kaygan

Çelikten bir gövde

Burç ardında burç

Kale ötesinde kale

Yaz gündüzünden açık

Gizli kış gecesinden gece

Bir öykünün önünde nasıl durdun

Niçin kendini bu sarp yola vurdun

Daha iyisini mi yazacaksın içlilikte Fuzuli’den

Daha ileri mi gideceksin hayalde Nizami’den

Daha derine mi ineceksin Câmi’den

Çağın geçerakça konuları dururken

Bu ateşten işe giriştin, neden?

Diye bir kuşku yedi bu kitabın şairini

Yaşadı âdeta Leylâ Mecnun hikâyesini

Aylar yıllar geçti yazamadı tek mısra

Sanki önü kapalıydı yüksek dağlarla

Sanki yasak bir bölgeye girmişti

Güneşin gözünü kamaştıran bir gölgeye girmişti

Karanlık mağaradaki son mum da sönmüş 

Çevre, uyumsuzluk gezegenine dönmüş

Günler günlere böyle devretti borcu

Yarım kalan kitabı bütünleme tutkusunu

Yarım bırakmamıştı şimdiye kadar hiçbir işi

Bitirmeli giriştiği işi kişi

Ama söz ve yazının yerini tuttuğu

O yaşanmayan anlar sarmıştı ufku

Şairler yaşayamadıklarını yazarlar

Ama o yazılacak olanı yaşarlarsa susarlar

Dil kımıldamıyor ağız kapalı

Kalem cepte küf tutmuşçasına saklı

Anladı ki bu öykü başka bir öykü

Ne şiir işi sadece ne türkü

Leylâ ve Mecnun dönüp bakıyorlar Cennet’ten

Bir işaretle hep sus diyorlar

Sus, yazma, kır kalemi, çevrene bak

Korkmadan dal ölümün ve hayatın

gözbebeklerine

Neler göreceksin onları dinle

Anlatabilirsen onları anlat

Odur işte bizim hikâyemiz

Ayaklar altında çiğnenen sevgiler

Kırılan onurlar... odur bizim hikâyemiz

Zindanlarda boşanır kadehimiz

Aç susuz ve tekmelenmiş

Zavallı hayvanların bakışlarında

Çatlamış yüreğimizin kavı tutuşur

Öksüzün ufkunda hayallerimiz uçuşur

Dulların yetimlerin

Köle ve esirlerin

Yoksulun çaresizin

Gönlündeki burukluk bizim anımızdır

Anlatırsan bütün bunları bizi anlatmışsındır 

Ama şairin aklı takılmıştı bir kere

Yarım kalmış bitmeye arzusuz hikâyeye

Hilâl dönemini aşmış ama dolunay olamamış

Bir ay elbet bütünlenmek ister

Ama kalemde bu mucize kudreti 

Ve göklere mahsus güç ne gezer? 

Bir yerdesin ki ne geri dönebilirsin 

Ne de bir adım ileri gidebilirsin 

Ne de olduğun yerde durabilirsin 

Duyuş düşüncede düşünce duyguda

Yatırılmış gibi gizli bir uykuda 

Bir rüyanın çarpılışına şahit olmak

Perilerin çeşmeye yansımasından 

Doğan ışık ve alevlerin titreyişi 

Gibi etraftan geçen geçmiş zaman hayallerinin

Gözyaşı döktüren mahkûmluğunu tatmak

Ve birden yazmıyorum dedi 

Sen zorla beni 

Sen görevlerin görevi 

Sen zorla gecenin kelebeği 

Namaz bitimlerinin sır dili 

Oruç ikindilerinin şehri 


Sen zorla beni 

İnsan dersi 


Kelimeleri getir 

Cebrail’in öğrencisi 


Kâğıdı akla gözyaşı duasıyla çocuğun 

Ateşten geçir kalemi 

Bir tanecik dostum 

Sevgilim

Çile adlı peri

Her ulu değişimin seheri

Her sonu bir başlangıç yapan

Yüce bir makama çıkaran her seferi


Ve yazmayacağım dedi

Leylâ ve Mecnun yaz demedikçe

Hayvanat bahçelerindeki

Esir geyiklerin gözlerinde

Ve şehit kanında bir ebcet gibi

Bir şifre bir parola bana açıklanmadıkça

Çınarlar serviler ve deniz

Ben çağırmadıkça

Yeniden

Sohbetin en derinine


Ve toprak bağırmadıkça

Kesilen bir kurban gibi


Ve ruh sarsıntılar cehennemini

Aşıp geçmedikçe

Kanadı ıslanmadan. 

#Aktüel
#Edebiyat
#Hayat
#Ömer Lekesiz
1 ay önce
‘Daha iyisini mi yazacaksın içlilikte Fuzuli’den’
Transfer kaosu
Bu oyun gelişir
Gannuşi’den Gazze’ye giden yolu kim kapatıyorsa?
Dünya bize gebe, biz hakikate…
“Ya kezzabi ya a’milil Amrikani / yallah irhal ya Sisi”