|
Hâlâ anlamadık mı bugün Itri’ler Sinan’lar Yunus’lar neden yetişmiyor?

Reis-i cumhurun sözleri üzerine koparılan fırtınalar bizim halimize ayna. Artık anlamadık mı hala niye bugün Itri’ler, Sinan’lar, Yunus’lar yetişmiyor? Alıntı Müslümanlığından yaşantı Müslümanlığına niye geçilemiyor?



Aktarım kültüründen yaşantı kültürüne geçemediğimiz için dini de gönülden ve tavırlardan ziyade medyada polemiklerle ihya edeceğimizi sanıyoruz. Tevhid şuurunun dinî bilgi sahibi olmakla veya ibadetleri tam yapmakla öğrenilemeyecek oluşu bize ipucu veriyor oysa her seferinde:

Gönül eğitimi ile nefsini miraç ettirerek Hakkı kendinde ve eşyada / enfüste afakta ispat edebilenlerin kurduğu medeniyet, insanlığın evrensel değerlerini haiz olmuştur. Bunun da yolu aşk ve irfan kanatlarıyla uçmaktan geçiyor.

Din elbette itikadi olarak doğru yaşanmalı. Ama kalp kimsenin tekelinde değil. Gönül ki, Hakkın evidir, sır olduğunda artık ne mezhebi kalır, ne tarikatı cemaati. Kayıtların ve yönlerin silindiği ol makama ulaşmış erenlerin yurdunda bilmeden çekiyoruz nefesi. Artık biraz bilsek ya!

***

Geleneğimizdeki mana yollarının gerçeğini keşfederek bugünün dilinde bu evrensel yöntemleri özünü koruyarak güncelleyip dönüştürmemizin yollarından hemen her yazımda dem vurup duruyorum.

Evet burası Hacı Bayram’ların, Hacı Bektaş’ların, Abdal Musa’ların, Konevi’lerin, Eşrefoğlu Rumi’lerin Yunus’ların, Tapduk’ların, Malatyalı Niyazi Mısri’lerin, Erzurumlu İbrahim Hakkı’ların, Elmalılı Vahip Ümmi’lerin, Karslı Harakani hazretlerinin, Kütahyalı Salih babaların, Eskişehirli Sadık azizlerin, (ks) diyarı diyoruz.

Hak dostları gibi bize Kuran ve sünneti tercüme ederek toprağın altına girmekten önce benliğinizden sıyrılın diyorlar. Ölün ki dirilesiniz! Bir bakıma “Ölmeden önce ölünüz” hadis-i şerifinin canlı tefsirini yapıyorlar çağlar boyunca. Fitne ve fesada nefsimizi rehin bırakarak çukurlarda bata çıka gezinmekten usanmadık mı? Bütün gönül coğrafyamız toz duman altında iken, artık vakti değil mi sen ben davalarının ötesine geçmek?

Adım başı bir kültürel havzaya basıyoruz bu topraklarda. Hakikatini hiç merak etmeden daha nereye kadar? Şeklen bir el açıp azizlere dua etmekten ibaret olabilir mi, evrensel insanı yetiştiren aşk ve irfan medeniyetinin yöntemlerini ihya etmek?

Medeniyetimizin kültürel havzalarını o nefesle ihya etmeden, yaşantımızın bugününde diriltmeden, vücudumuza yansıtmadan hangi kıyam kemale erebilir? Hangi Medine, Mekke’yi yeniden fethedilmeden nurlanmış şehir olabilir?

***

Kamilin nefesidir o nur medeniyeti. Biraz olsun bize bunu tefekkür ettirecek olan, fikir ve düşünce süzgeçleriyle oluşan kavramsal çerçeveler değil, gönlümüzle bizi gerçeğe yaklaştıracak olan, bu canların dilde dirildikçe gönlü ihya eden aşkıdır.

Bu zatlar mayamızın diriltici şerbetidir.

Şahitliğin bir sırrı olarak, Hakka karışmış erenler zaman ve mekandan münezzeh olduklarından ol sultanların tahtı yönsüz tavaf edilen gönüldedir. Bizzat gönülde gömülüdür ama bize yaşayanı gerek elbette. Gönülde sakin, gönülde diri olanın nefesini çektiğimizin idraki gerek.

Hakkı kalb içinde zatı insan olan bulur ancak. Şahitlikleriyle diri kalan şehittir onlar. “Ben nefsimi Müslüman ettim” diyen Resulullah’ın (sas) emanetini taşırlar. Resulullah’ın (sas) “Ben nefsimi Müslüman ettim” hadisinden bahsedince zihinler hemen beş vakit namaza, oruca vesaire gidiyor. Elbette bunlar elde var bir. Başlangıç. Katman katman dürülüp bükülmüş manasını nasıl ihya edeceğiz peki bütün bu dini vecibelerin? Eylemlerimizin hakikatine nasıl aşina olacağız azalarımızda?

Nasıl yaşantıya, tavırlarımıza geçireceğiz cüz cüz, bizzat ikiz olana dek Kuran’la? “Şeriat tarikat yoldur varana hakikat marifet andan içeri” dediği gibi Yunus’un, nefsimizin zaaflarını nasıl terbiye edeceğiz ki, gerçeğin gönüldeki benliksiz makamlarına kavuşalım?

Nefsimizin zaaflarıyla; nefret ve gazapla, dedikoduyla, gıybetle, riyakarlıkla, ikiyüzlülükle, hasetle, tamahla, art niyetle elimizin gözümüzün dilimizin hakikatini nasıl ihya edebiliriz? Bunları terbiye etmeden nefsini Müslüman etmek mümkün mü? Yoksa her farzını yerine getirenin nefsi kamile makamına ermiş olurdu.

Toplumsal barışın tohumu: Nefsini Müslüman kılan, benliğini terbiye etmiş, yani ölmeden önce kendine bir Hızır bularak şahadetini gerçekleştirmiş aşıkların nefesiyle filizleniyor.

***

Dini belli kurumların başını tutmak, kamusal kademelerde konuşlanmak, şekil Müslümanlığına hapsolmak anlamına geliyor büyük ölçüde. (Bu elbet elzem ama bundan ibaret değil hakikat.) Kalbi fethetmeye giden yolun böyle kurumların, toplulukların, mahallelerin ‘açık kontenjan’larını doldurmakla gerçekleşmediğini ne zaman teslim edeceğiz?

Kalbin anadilinde, din adına ne kadar duvarımız varsa yıkarak, gemimizi deldirerek, nefsimizi boğdurarak ve ancak kendi putlarımızı, duvarlarımızı yıkarak dibindeki hazineye ulaşabileceğimizi, bunun da her insanda potansiyel olarak bulunan bir cevher olduğunu...

Her yıkılıp yapılmayı göze alan vahdet yolcusunun kendindeki güzelliğin cevheriyle buluşabileceğini ve aslına dönebileceğini... Belki biraz da buralardan başlamalıyız artık savaşın ortasında gerçeğin icrasına. Kalbin kurumsallaşamayacağı ol irfan noktasından! Zira kalbin kurumsal kimliği yoktur.

#Recep Tayyip Erdoğan
٪d سنوات قبل
Hâlâ anlamadık mı bugün Itri’ler Sinan’lar Yunus’lar neden yetişmiyor?
“Almanlar et başında”
Varsıllar vergi ödemesin!
Amerikan Evanjelizminin Trump’la imtihanı
Genişletilmiş teröristan projesi böyle çöktü
İsrail’le ticaret ve Deutsche Welle