|

Osmanlı’nın kural tanımayan suskun mabedi

Bizans surlarında Osmanlı mührü gibi yükselir o. Klasik Osmanlı mimarisinden ayrılan özellikleri, Mimar Koca Sinan ile camiyi yaptıran Kadı İvaz arasındaki dostluk ve daha pek çok ilginçliklere bulanmış hayat hikâyesine kulak verelim mi? Prof. Dr. Semavi Eyice, Derin Tarih okurları için suskun mabedin izlerini kaleme aldı.

04:25 - 5/05/2020 Salı
Güncelleme: 04:34 - 5/05/2020 Salı
Derin Tarih
Osmanlı’nın kural tanımayan suskun mabedi
Osmanlı’nın kural tanımayan suskun mabedi
Kazasker İvaz Efendi Camii önemine rağmen pek fazla bilinmeyen mimarî eserlerdendir. Sur içinde, şehrin kuzeybatı köşesinde Haliç'e hâkim bir noktada bulunan cami Osmanlı devri Türk mimarisinin farklı bir örneği olarak karşımıza çıkar.

16. yüzyılın sonlarına doğru inşa edilen caminin kurucusu İstanbul Kadısı İvaz Efendi (ö.1586) kıble duvarı önündeki hazireye defnedilmiştir. Hazirede adını taşıyan bir mezar taşına rastlanmamakla birlikte mihrabın hizasında üzerinde hiçbir yazı bulunmayan, büyük silindir biçiminde iki şâhidenin onun kabrine ait olması kuvvetle muhtemeldir.

İvaz Efendi Antalya'nın doğusunda bulunan Manavgat kasabasındandır. Ancak burada araştırılması gereken konu, Manavgat adının İvaz Efendi'nin kadı oluşuyla bir ilgisi olup olmadığıdır. Çünkü Manavgat adı gayet açık olarak “manav, kadı” kelimelerinden oluşmuş gibi görünmektedir. Caminin Vakıflar Arşivindeki vakfiyesinin aslı veya sureti bulunduğu takdirde bu konu açığa çıkarılabilir. 16. yüzyılın sonlarına doğru yazılan pek çok Osmanlı belgesinde de imzasına rastlanan İvaz Efendi'nin o yılların ünlü mimarbaşısı Koca Sinan ile dostluğu olduğu da anlaşılmaktadır.

Mimar Sinan 16. yüzyılın büyük bir kısmını kaplayan uzun hayatı boyunca gerek İstanbul'da, gerekse devlet sınırları içindeki başka yerlerde pek çok esere imza atmıştır. Bazen de kendi projelerine göre emrinde çalışan kalfalarına gerekli direktifleri vererek onları yeni eserler inşa etmek üzere ülkenin uzak köşelerine göndermiştir. Nitekim Manisa'daki Muradiye Camii'nin onun direktifiyle yapıldığı bir belgeden anlaşılmaktadır.

Kimi eserlerindeki açık üslup farklılığı da, yine onun talimatıyla bir başka mimarın bu eserleri inşa ettiğini belli eder. Bu hususta en karakteristik örnek, Van'daki Hüsrev Paşa Camii ve türbesidir. Mimar Sinan vücuda getirdiği bütün eserleri cinslerine göre tasnif eden -hayatının sonlarına doğru düzenlediği anlaşılan- bir liste bırakmıştır. Birkaç çeşidi bulunan bu liste Tezkiretü'l-Ebniye başlığı ile bilinir. Fakat İvaz Efendi Camii'nin adına bu listede rastlanmaz.

Sinan hayatının sonlarına doğru bazı cami planlarında klasik şemaları yeni uygulamalarla değiştirerek farklı örnekler ortaya koymuştu. Mesela Beşiktaş'taki Kaptân-ı Derya Sinan Paşa Camii, Edirne'deki Üç Şerefeli Cami'nin daha ufak ölçüde meydana getirilmiş bir benzeridir. Tophane'de yaptığı Kılıç Ali Paşa Camii ise ana çizgileri bakımından Ayasofya'nın küçük bir versiyonudur.

İvaz Efendi Camii'nin klasik prensiplerden uzaklaşan bir mimarî anlayışa göre yapılmış olması da onun bu yoldaki denemelerinden biri olarak görülebilir.

Ancak bu büyük ve önemli eserin Tezkiretü'l-Ebniye'de yer almayışı şaşırtıcıdır. Bu bakımdan İvaz Efendi Camii'nin kesin olarak Mimar Sinan yapımı olduğunu iddia etmek mümkün değildir. Fakat onun yanında yetişen kalfalardan hiçbirinin sonraki yıllarda verdikleri eserlerde de bu camide uygulanan yenilikler görülmez.

Yepyeni bir estetik

İvaz Efendi Camii, İstanbul'un kara tarafındaki surların hemen yanında, Bizans İmparatorluğu'nun 11. ve 12. yüzyıllardan itibaren Hipodrom yanındaki büyük sarayı terk ederek şehrin kuzeybatı köşesinde Blakhernai (Vlaherne) mevkiinde kurdukları daha ufak ölçüdeki saray kompleksinin kalıntıları üzerine yapılmıştır.

Yanında herhangi bir ek bina yoktur. Medrese, sıbyan mektebi gibi aynı vakfa ait bir yapı olmadığı gibi bir şadırvan avlusu da mevcut değildir. Caminin avlusu dışındaki caddenin ortasında altı köşeli bir çeşme mevcutsa da İstanbul'da bir benzeri görülmeyen bu çeşme de müştemilattan değildir.

Yalnız ibadet yerinin kıble tarafında bir hazire bulunmakta ve bunun içinde İvaz Efendi ile yakınlarının kabirleri yer almaktadır.

Caminin giriş cephesi en ilgi çekici tarafını teşkil eder. Normal olarak her Osmanlı eserinde burada üstü üç veya beş kubbe ile örtülü bir son cemaat yerinin bulunması gerekirdi. Hâlbuki bu camide böyle bir kısım yoktur. Buna karşılık üç cephesine bitişik at nalı biçiminde bir galerinin varlığı kalan izlerden anlaşılmaktadır.

Bu galeri ahşap, öne meyilli bir çatı ile örtülmüştü. Çatının ana bina ile bağlantısını sağlayan kirişlerin izleri dış duvarlarda bugün açıkça görülebilir. Ahşap direklere oturan sundurma şeklindeki galerinin tabanının evvelce altıgen tuğlalarla kaplı olduğu bilinir. Ancak yakın yıllarda yaptığımız incelemede bu taban döşemesinin hemen hemen yok olduğunu gördük. Bütün bu aksam yıllar önce ortadan kaybolmuştur.

Eski fotoğraflardan camiye iki taraflı girişi sağlayan kapıların camekânlı sundurmalar içine alındığı anlaşılmaktadır. Fakat sonradan camekânlı sundurmalarla birlikte ahşap son cemaat yerinin taban döşemesi de ortadan kalkmıştır.

Cephenin sağ ve sol köşelerinde insan boyu nispetlerinde ikişer tane olmak üzere mermer söveli dört kapı vardır. Bu kapılardan ikisi caminin doğrudan doğruya içine girmeyi sağlar. Diğer kapılardan ise yukarı kattaki galerilere çıkılır. Klasik kapı mimarisinin bulunmadığı bu giriş cephesinde masif bir yüzey halindeki cephede içeriyi aydınlatan sıra halinde pencereler açılmıştır. Böylece İvaz Efendi Camii, giriş cephesinin klasik prensiplerden tamamen uzaklaşan şekli ile Osmanlı mimarisinde yepyeni bir estetik anlayışı ortaya koymaktadır.

Caminin içinde giriş cephesindeki pencerelerden sızan ışık dikkat çeker. Dışında dikkat çeken fazla bir değişiklik yoktur. Galeri ve kadınlar mahfili gibi unsurlar burada da vardır. Fakat en parlak dönemini yaşayan İznik çiniciliğinin burada çok kısıtlı kullanılması merakı celbeder.

Mihrap tamamen İznik çinileriyle kaplıdır. İki yanda mihrabı sınırlayan ince sütunçeler damarlı mermer hissi verirler fakat gerçekte bunlar çiniden yapılmıştır. Diğer bir husus da yarım daire biçimindeki mihrap nişinin yukarıdan aşağı uzunlamasına panolar halinde olmasıdır. Bu panoların yukarı kısımlarında her birinde birer kartuş içinde Dört Halife ile Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin'in adları yazılıdır.

İvaz Efendi Camii'ni ilk ziyaret ettiğim 1940'lı yıllarda oldukça harap ve bakımsız bir halde görmüştüm. Hatta minaresi şerefeye kadar yıkıktı. Sonraları Vakıflar tarafından ilgi gösterildiği ve minarenin tamamlandığı, bazı düzenlemeler yapıldığı görüldü. Yalnız orijinal mimarisinden beri var olduğu anlaşılan ahşap direklere oturan son cemaat yerinin bütün izleri silinip ortadan kaldırılmıştı. Hatta evvelce varlığı görülen taban döşemesi ile çatıyı taşıyan merteklerin taş kaideleri de duruyordu. Bugün bunların hiçbiri yoktur. Hâlbuki böyle bir son cemaat yerinin orijinal mimaride varlığı minare kaidesindeki mihraptan anlaşılmaktadır.

İvaz Efendi Camii'nin Hicri 1009 (Miladi 1600) tarihli İstanbul Vakıfları Tahrir Defteri'nde kaydı yoktur. İvaz Efendi'nin vefatı daha erken bir tarihte olduğu halde caminin bu defterde olmaması, vefatından sonra bitirilmiş olabileceği düşüncesini uyandırır.

Öğrendiğimize göre Vakıflar İdaresi tarafından bu değerli Osmanlı devri Türk eseri yeniden bir rötuşlamaya tabi tutulmakta imiş. Ne yapıldığını bilmiyorum. Temennim yanlış bir şeylerin yapılmaması.
#Derin Tarih
#Mimar Sinan
#Kadı İvaz
4 yıl önce