Bugün kapılarını açan CNR Kitap Fuarı’nın onur yazarı Alev Alatlı. Ona sadece yazar demek haksızlık. Aynı zamanda düşünür, sosyolog, siyaset bilimci, felsefeci, ekonomist… Bu çok yönlülük belki de onu diğer günümüz yazarlarından ayrı bir yere koyuyor. Bu çok katmanlılığını yazdığı eserlerinde de rahatça görüyoruz. Özellikle gençler için okuması zor ama sadık okurunun zihin dünyasına her yazdığı kitapla çok farklı pencereler açtığı muhakkak. Seksenli yılların ortalarından bugüne kadar Türk okurunun ilgiyle takip ettiği Alev Alatlı yazdığı roman serilerinde yakın tarihi bir anlamda kayıt altına alıyor. Bize yaşadığımız çağı sorgulatan eserleri hiç kuşkusuz gelecek kuşağa da bugüne dair önemli ipuçları verecek. Yazdığı kitapların izinde Yeni Şafak Kitap okurları için Alev Alatlı ile konuştuk.
“Or’da kimse var mı?” sorusu seri bittikten sonra geldi, önce değil. Ben bunları sayıp döküyorum ama or’da okuyacak, paylaşacak kimse var mı anlamındadır. Kulakları çınlasın, o zamanki yayıncı arkadaşım Mustafa Demirkanlı ile kaç tane bassak elimizde kalmaz diye konuşuyorduk. Birimiz bin dedi, diğerimiz iki bin. Ben daha çok binden yanayım, neme lâzım koca kitap, okunmaz Mustafa’yı batırır diye tedirginim. “Aman sen de!” dediydi, “Kimse okumazsa Funda ile Deniz okur.” Funda benim kızım, Deniz onun oğlu. İkisi de küçücük, okumayı yeni sökmüşler. Korktuğumuz başımıza gelmedi. Günay Rodoplu çok sevildi. Uzun yıllar sahici bir kadın olduğunu düşünenler oldu. Gerçekçi bir tipleme olduğu için olmalı.
Kaleme alma nedenim zaten oydu: Türkiye’nin sosyo-politik yapısına not düşmek. Savrulmalar, kör inatlar, yiğitlik ve alçaklık. Sosyalist olmayan solcular, kapitalist olmayan sağcılar ve bütün bunların arasında hepsini seven, anlamaya çalışan bir kadın. O serinin ilk kitabı Viva la Muerte’de ana karakter Rodoplu, romanın yarısından fazlası bitmişken değişti. Erkekti, kadın oldu. Koşulsuz sevgiyi, yurt sevgisini, insan sevgisini ancak bir kadın aracığı ile anlatabileceğimi farkettim. Üşenmedim, değiştirdim. Serinin hakkını verebilmek için yakın tarihi iyi bilmek gerekiyor. Aslına bakarsanız, yaşayakalabilmek, Türkiye’yi anlayabilmek için yakın tarihi iyi bilmek gerekiyor. Ne bulursanız okuyacaksınız, başka çaresi yok.
ELLİ YIL ERKEN YAZILMIŞ KİTAP
Fütürist diyoruz, tabii. Bir distopyadır, sadece bizi değil, dünyanın başına gelenleri/gelecekleri anlatır. Gezegenin geleceğine ilgi duyanın okuması gerekir. Bakın, Schrödinger’in Kedisi en az elli yıl erken yazılmış bir kitaptır. Doğrusunu isterseniz, üzerinde konuşulduysa bile okunamadı. İtiraf edeyim ki, ben yazarken bile biliyordum yanlış nedenlerle ünleneceğini. Ortak dilimizin henüz oturmadığını biliyordum, Rüya’daki sanal programın farkına varılamayacağını biliyordum. Gelin görün, “Rüya” ilk ciltten bile yabancıydı. Hasılı kedinin yerini bulması için ya İngilizce yazılması ya da İngilizce’ye çevrilmesi gerekiyordu ki, ne biri ne de diğeri benim işim değildi. Hala da değil.
RUS YAZARLARI MASAL GİBİ OKUYORUZ
Rus yazarları okunur da, esatir gibi, masal gibi okunur. Tiyatro oyunları da öyledir. Vişne Bahçesi meselâ ya da Üç Kız Kardeş, bunların Rus toplumunun yaşadığı derin endişeyi anlattıkları bilinmez. Evet, oynanırlar ama yanlış vurgu ile oynanırlar. Keza, Harp ve Sulh, Napolyon savaşının Rus cephesinin eleştirisidir, farkına varılmaz. Babalar ve Oğulları, 2 bin 500 aydının intiharı ile sonuçlanan nihilist dönemin habercisidir ama bilinmez, çünkü Rusya tarihi bilinmez. Solcuysanız, romantik bir tarih anlayışı geliştirmişsinizdir, döner dolaşır bilmem kaçıncı komiternden bahsedersiniz. Sağcıysanız, Moskof’un vahşetinden söz edersiniz. Velhasıl, Rus gerçeğinin üstü örtülür. Benim bağ kurmam, Moskova Bilimler Enstitüsü mezunu “Nataşa”lar üzerindendir. Bu kadınlar Lâleli’de fahişelik yapmak zorunda kaldıklarında benim ruhum acıdı. 1917’de okuma yazma oranları fevkalâde düşük bir tarım ülkesinden elli yıl içinde devasa bir yüksek teknoloji toplumu yaratan ataklarının hazin sonucu dikkatimi çekti, kimdir bu insanlar diye merak ettim, öğrenmeye giriştim. Ortak yanımız Asya. Nitekim bir Rus’u kaşırsanız altından Tatar çıkar derler ki, doğrudur. Bir de Ruslar, İslam’ı Orta Asya cumhuriyetlerinden bilirler, Avro-Amerikalılar gibi Arap ülkelerinden değil. Oryantalist değillerdir. Şeyh Şamil kimdir diye sorun, Batılılar bön bön bakar ama bir Rus aydını size bilmediğinizi de anlatır.
Sağolsunlar, Mihail Aleksandroiviç Şolohov, 100.Yıl Edebiyat Ödülü ile onurlandırdılar. Şolohov malûm, sosyalist gerçekçiliğin en güçlü yazarlarındandı. Dünya edebiyat tarihinde pek ender rastlanan bir mutabakatla Lenin, Stalin ve Nobel edebiyat ödülleri almıştı. “Ve Durgun Akardı Don” nehir romanı onun eseridir.
MERHAMET BEYAZ TEKNOLOJİ SİYAH
Merhametin karşıtı bilim veya teknoloji değildir; Gogol’un ilk cildi öyle anlaşılmışsa üzülürüm. Ben bilim ve teknolojiyi insanın emrine vermeyen, insanı Stalin’in tabiriyle “devrim yakıtı” olarak gören zihniyeti lânetlerim. Günümüze gelince, bilim ve teknolojiyi şaman zikri gibi her şeyin anahtarı olarak görürseniz, merhametten uzaklaşmanız kaçınılmazdır. Bana sorarsanız, merhamet “gri alan” falan değil, ikili sistemin kutuplarından birisidir. Diyeceğim, merhamet “beyaz”dır. “Siyah” olan teknoloji. Güzelim gezegenimiz “teknoloji” uğruna elden gidiyor, farkında mıyız?
PAÇOZ REMZİ BUGÜNÜ ANLATIYOR
Afazik Remzi üzerinden giderdim. Muhakeme yetisi kaybolmuş, Türkçe konuşamayan, okuduğunu anlamayan, anlamadığının farkında olmayan paçoz Remzi. Yazmak ister miyim? Sanırım isterim. En az yirmi beş yıl öncesinin yeşil elma, kekik ve tarçın kokan Şafak’ı kadar masum ve bir o kadar tehlikeli çünkü.
Yok öyle biri. Bakın, ben “bütüncü” biriyim, yani münferit karakterler veya hadiselere takılmam bütünü görmeye çalışırım. Paçoz Remzi günümüzün dikkat edilmesi gereken tipolojidir, onu yazmak, uyarmak isterim. Paçoz Remzi veya Huriye, her kimse artık.
Sondan cevap vereyim, doğrusunu isterseniz tartışmaların farkında değilim. “Batıya Yön Veren Metinler” diye iki bin sayfalık 4 cilt bir derleme ile uğraştım, ardından bin sayfalık 2 cilt “Bize Yön Veren Metinler” geldi. Bu arada bir Meslek Yüksekokulu ve Kapadokya Üniversitesini kurdum. Diyeceğim, ben kendimle yarışıyorum, karalamalar üzerinden tartışılsam ne, tartışılmasam ne?
Doğrusunu isterseniz, “karalama” dediğiniz ne, “ağır eleştiri” dediğiniz ne, onu da bilemiyorum. Olsa olsa belirli bir konuda farklı düşünen birilerini üzmüşümdür. “Okur kitlem” diye verili bir sosyolojik grubun varlığı da söz konusu olamaz, çünkü bir politikacı veya dava adamı veya militan da değilim. Düşündüğümü yazar, sonra da sorarım: “Or’da kimse var mı?” Varsa vardır, yoksa ileri bir tarihte nasılsa olur ya da olmaz. Ben görürüm, görmem, önemli değil.
BİR NASİHATNAME YAZIYORUM
Tarih tarihçilere bırakılmayacak kadar önemlidir diye düşünen biriyim. Bu dönemin insan manzarasında kayıt düşebildiysem, kendimi yaşamımın zekâtını ödemiş sayarım. 50 yıl sonrasına gelince, bugünün Türkiye’si için “amma çekmişler!” diyeceklerini düşünürüm. Bir rönesanstır içinden geçtiğimiz süreç. Rönesans expost bir süreçtir, içinde yaşarken farkına varmazsınız. Leonardo dahil hiçbir Rönesans ressamı yoktur ki, bir eli yağda bir eli balda ölmüş olsun. Biz tuğlayı yerine doğru koymaya bakarız, duvarın bittiğini görmeyiz. Olsun.
Her yaştan gençler için diyorum; benim gençten anladığım bu dünyaya dair merakını kaybetmemiş olandır. Kaç kitap olur bilmem ama bir nasihatname yazıyorum; benim X yaşımı, sizin Y yaşınıza ekleyerek, 21. yüzyılda X+Y gibi bir avansla yol almanızı sağlamak niyetim var. Bakalım.
GERÇEK KURGUDAN DAHA İNANILMAZ
Hayır, hayır. Kadere Karşı Koy hakkında konuşmayan ben değilim, okur! Dondu kaldı ve korkarım ödü koptu! Bakın, benim “Yaseminler” de böyle bir kitaptır, hatta “Hollywood’u Kapattığım Gün” de. Hollywood’a dair gelmiş geçmiş en kapsamlı eleştiridir. Hatta, Obama’ya yazılmış iki de mektup içerir, şunları şunları yapmazsan başaramazsın diye. Aynen de söylediğim gibi olmuştur. Gelin görün, ana akım kabullere muhalefet ürkütür. Korkak, “gerçek”le yüzleşmeyi reddeder, hırçınlaşır. Cahil, “gerçek”i idrak edemez, küçümser. Hain, kendi çıkarının peşinde, “gerçek”i tahrif eder, saptırır. Bu kitaplara böyle oldu. Siz bakmayın, gerçeğin kurgudan daha inanılmaz olduğu kestiren insan sayısı pek azdır.
Çok uzun bir zamandır, “zekât”ı ifade ediyor. Bu ülkenin bana verdiklerinin zekâtı.
Elbette! “Ata ruhlarım” derim. Rüya’da kapsamlı bir liste vardır, Konfüçyüs’ten, Kazancakis’e, İbrahim Hakkı’ya koskoca bir liste.
Az önce de söylediğim gibi, “bütüncü” biriyim; münferit yazarlardan ziyade ekoller ilgimi çeker. İtiraf edeyim bireysel hesaplaşmalar, erotik heva ve hevesler, ergenlik acemilikleri, sıkıcı gelir. Dünya nöbeti tutan, toplum için yazanlar bende daha çok merak ve saygı uyandırır. Yaşım icabı olacak, artık intihali de çok hızlı kestirir oldum. Ben bu filmi daha önce gördüm duygusu gelince tamamen soğuyorum. Bir de çeviri Türkçesine hiç tahammülüm kalmadı. Hangi filmin ya da dizinin hangi sahnesinden alındığını kestirdiğiniz bir replik anlamını anında yitiriyor.