|

Yaralar asla iyileşmeyecek

Yirminci yüzyıl, “savaşlar yüzyılı” demektir ve dönemin tüm büyük edebiyatçıları bu savaşlardan derin biçimde etkilenmiştir. Bu etkiden doğan sayısız yapıt içinde, Alman yazar Erich Maria Remarque’ın romanları ayrı bir öneme sahip. Çünkü o, ruhunda açılan savaş yaralarını ömrünün sonuna kadar taşımanın yanında, onları en canlı haliyle okuruna göstermekten hiç çekinmedi.

Yeni Şafak ve
04:00 - 14/02/2018 Çarşamba
Güncelleme: 11:05 - 15/02/2018 Perşembe
Yeni Şafak
Amerikalı yazar Kurt Vonnegut, II. Dünya Savaşı sırasında Avrupa’da savaşırken Almanlara esir düştü.
Amerikalı yazar Kurt Vonnegut, II. Dünya Savaşı sırasında Avrupa’da savaşırken Almanlara esir düştü.
TURGAY BAKIRTAŞ

Amerikalı yazar Kurt Vonnegut, II. Dünya Savaşı sırasında Avrupa’da savaşırken Almanlara esir düştü. Tutuklu bulunduğu güzeller güzeli Dresden kentinin müttefik kuvvetler tarafından bombalanarak yok edilişine tanık oldu. Ardında Gazap Üzümleri ve Cennetin Doğusu gibi unutulmaz romanlar bırakan John Steinbeck, II. Dünya Savaşı tüm şiddetiyle sürerken New York Herald Tribune muhabiri olarak çeşitli cephelerde bulundu ve izlenimlerini yazdı. Ernest Hemingway, I. Dünya Savaşı patlak verdiğinde liseden yeni mezun olmuş bir muhabirdi. Nisan 1917’de orduya katılmak için başvurduysa da sağlık sorunları nedeniyle kabul edilmedi ancak Kızılhaç gönüllüsü olarak İtalya’da ambulans şoförlüğü yapmaya gitti. Savaşta yaralı İtalyan askerlerini taşırken uğradığı top saldırısında ağır yaralandı. George Orwell, İspanyol İç Savaşı’nda Barcelona’daydı ve bir POUM (Birleşik Marksist İşçi Partisi) milisi olarak cepheye gitti. Sadece Franco’ya karşı verilen savaşı değil, Halk Cephesi içerisindeki anlaşmazlıkları da içeriden biri olarak gözlemledi. Savaş esnasında boğazından aldığı ağır bir yara sebebiyle ülkesine dönmek zorunda kaldı.

CAN PAHASINA YAZILAN KİTAPLAR

Dönemin büyük yazarlarına ve eserlerine bakınca, “yirminci yüzyıl Batı edebiyatını savaş mı yarattı” diye düşünmeden edemiyor insan. Yalnızca edebiyat mı? Sanatın hemen her alanını derinden etkileyen savaşlar; Birinci ve İkinci Dünya Savaşı, İspanya İç Savaşı, Cezayir Bağımsızlık Savaşı, Vietnam Savaşı ve diğerleri, Batı aklını kökten sarsmakla kalmadı, ortaya yeni bir insan tipi de çıkardı. Bu “yeni insan”, yaşadığı travmayı kendine tekrar tekrar hatırlatmayı vazife bildi. Özellikle edebiyat ve sinema, devasa “hesaplaşma araçlarına” dönüştü. Bu dönemi anlatan sayısız film çekildi, beste yapıldı, roman yazıldı.


“Savaşın romanını” yazan onca büyük edebiyatçı içinde bir ismi, Erich Maria Remarque’ı ayrı tutmak gerekiyor. Çünkü Remarque, ne yazarsa yazsın gölgesinden kurtulamayacağı kadar ünlü ilk romanı Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok’u kaleme aldığında takvimler 31 Ocak 1929’u gösteriyordu ve yirminci yüzyılı kana bulayan savaşların büyük kısmı henüz yapılmamıştı. Türk edebiyatının ustalarından Yaşar Kemal, Remarque’ın ünlü eserini tanımlarken “böylesi kitaplar can pahasına yazılır” diyordu:

“Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok kitabını gençliğimde okumuştum. Bu kitap 20. yüzyıl dünyasının el kitabı sayılabilir. Böylesi kitaplar büyük ustalıkla yazılır, dahası can pahasına yazılır. Hatırlayalım, bu kitabı Hitler meydanda yaktırmıştı. Yazarı da ortadan kaldırmak için aramışlar, kaçmayı başaran Remarque’ı bulamamışlar, buna karşın geride kalan kız kardeşini öldürmüşlerdi. Bu kitabı bir daha okudum. Yıllar önce okuduğum bu kitap daha bugünlerde yazılmış gibi. Böylesi kitapları insanoğlu sonuna kadar götürecektir.”

19’UNDA VE AĞIR YARALI

Yazıldığı günden bugüne milyonlarca satan eserinde Remarque, 19 yaşındaki bir askerin öyküsünü anlatıyor gözükse de aslında kendisinden bahsediyordu. Çünkü o da 19 yaşında cepheye sürülmüş ve savaşırken ağır yaralanmıştı.

Her ne kadar Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok sonrakileri gölgede bıraksa da Remarque, ömrünün sonuna kadar her biri savaşı çıplak biçimde önümüze koyan büyük romanlar yazmaya devam etti. Önce ilk kitabının devamı niteliğindeki Dönüş Yolu geldi. Üçüncü romanı Hayat Kıvılcımı, 1938’de Hollanda’da basıldı. İkinci Dünya Savaşı yıllarında Amerika’ya yerleşen yazarın dördüncü romanı İnsanları Seveceksin ise 1941’de yayımlandı.

1971’e gelindiğinde, yani yazarın ölümünden bir yıl sonra, Remarque’ın okurlarını çıkardığı yolculuk, İkinci Dünya Savaşı’nın son döneminin anlatıldığı Cennetteki Gölgeler’in yayınlanmasıyla sona erdi. Alman yazar, aramızdan ayrıldığında henüz kitabını tamamlamamıştı aslında. Ancak geride bıraktığı taslaklar büyük oranda bitmiş bir romana aitti.

Cennetteki Gölgeler, Nazi zulmünden bin bir güçlükle kaçarak Amerika’ya göç edenlerin hikâyesini Alman mülteci Robert ve arkadaşları üzerinden anlatıyor. Robert ne kadar uğraşırsa uğraşsın anılar peşini bırakmaz. Ama ne yazık ki dönüş diye bir şey yoktur ve geçmiş daima geçmiş olarak kalacaktır; savaşın topraklarından kopardığı insanlar, sığındıkları yeni toprakları asla vatan belleyemeyecektir.

‘ZAMAN NE DE ÇABUK GEÇİYOR’

Everest Yayınları tarafından Saffet Günersel çevirisiyle yayınlanan romanda, içinde olunan, devam eden bir savaş yoktur ama savaşın açtığı yaralar kanamaya devam etmektedir. Yazar, insanlığa umut vermez. Yarattığı karakterlerin esin kaynağı olan savaş mağdurlarına da umut vermez. Hem de hiç.

“Mayıs, diye düşündüm. Savaş mayısta sona erecekmiş. ‘Peki ondan sonra?’ demişti Kahn. ‘Peki ondan sonra?’ diye düşündüm ve astragan ceketi ve boynuna dolanan şifon şalıyla, arkadaki fondan öne doğru gelen Nataşa’ya baktım; zayıftı, sanki bacakları ona çok uzun geliyormuşçasına yerinde sallanıyordu. Mayısta ben nerede olacaktım? Zaman yine domates dolu bir kesekâğıdının parçalanışı gibi bölünüverdi ve kaleydoskoptaki saçmalıklar dönmeye başladı. ‘Biz normal bir hayat için ahlaken ve ruhen çürümüşüz,’ dedi Kahn. ‘Beni, ailesi demokratik seçimlerde oy kullanan, para biriktiren, dinî cemaatte isim yapmaya çalışan bir radyo satıcısı olarak düşünebilir misiniz? Biz mahvolmuşuz; bir patlamada yaralananlar kadar yara aldık. Bir kısmımız önemli bir yara almadan kurtuldu, içimizden bazısı bu durumdan yararlandı bile, bazısı sakat kaldı; ancak asıl yaralılar hiçbir zaman toparlanamayacak ve sonunda ölüp gidecek.’ 1945’in Mayıs’ı! Ya da Haziran’ı, ya da Temmuz’u! Bunca yıl acı çektiren zaman ne de çabuk geçip gidiyor!” (Sf. 416)

Şüphe yok ki Remarque okumak, 20. yy’ı okumak demektir; okumak ve çoğumuzun o uzak cennette silik birer gölge olduğunu anlamak demektir.

#Cennetteki Gölgeler
#Erich Maria Remarque
6 yıl önce