|

Evliya Çelebi’yle yargıları kırmak istedim

Mehmet Ali Sanlıkol’un Evliya Çelebi’yi ve Seyahatname’sini temel alarak hazırladığı A Gentleman of Istanbul adlı albümü dinleyicisiyle buluştu. ABD’de Müslümanlara dair kullanılan basmakalıp imgelere tepki vermek amacıyla bu albümü hazırlamaya başladığını belirten Sanlıkol, “Sözde ‘Batılılara’ bir ders vermek istedim” diyor.

Merve Akbaş
04:00 - 23/04/2023 Pazar
Güncelleme: 02:41 - 23/04/2023 Pazar
Yeni Şafak
Mehmet Ali Sanlıkol’un Evliya Çelebi’yi ve Seyahatname’sini temel alarak hazırladığı A Gentleman of Istanbul adlı albümü.
Mehmet Ali Sanlıkol’un Evliya Çelebi’yi ve Seyahatname’sini temel alarak hazırladığı A Gentleman of Istanbul adlı albümü.

Mehmet Ali Sanlıkol’un A Gentleman of Istanbul adlı albümü dinleyicisiyle buluştu. Osmanlı/Türk müziğini cazla harmanladığı çalışmalarıyla tanıdığımız Sanlıkol, bu albümünü Evliya Çelebi’nin Seyehatname’sini temel alarak oluşturmuş. Sanlıkol, “Sözde ‘Batılılara’ bir ders vermek istedim” diyor.

Yeni albümünüzün hikâyesini öğrenebilir miyiz?

2017 yılında Donald Trump henüz seçilmeden önce, Müslümanların ABD’ye girmesine karşı olduğunu söylemeye başlamıştı. Benim de oturduğum Boston şehrinde pek çok insan sokaklara dökülerek bu söylemleri protesto etti. Fakat, protestolarda ve onlara dair yapılan yayınlarda kullanılan fotoğraf ve videolar şaşırtıcı biçimde birbirine benziyordu. Camide namaz kılan adamlar ve başörtülü kadınlar… Elbette bu imgeler İslam’ın önemli parçalarını temsil ediyor. Fakat ısrarla birbirine benzer karelerin kullanılmasının aslında oldukça oryantalist bir zihnin sonuçları olduğunu da görebiliriz. Adeta Edward Said’in bu mesele üzerinden tanımladığı problemi bir anda karşımda gördüm. Üstelik tuhaf biçimde bu haberlerin ve içeriklerin tümü Trump karşıtları tarafından, Müslümanlar’a yardım için oluşturulmuştu. Ben bu basmakalıp imgeyi kırarak geniş bir İslam coğrafyasının içinde, mesela, tasavvufun, Alevilerin, seküler duruşa sahip olanların, vb. yer aldığı kozmopolit bir kültürel çeşitliliğin söz konusu olduğunu göstermek istedim. Bu noktada da aklıma ilk olarak Evliya Çelebi geldi. Çünkü ilk kitabım üzerinde çalışırken Evliya’nın kozmopolit dünyasıyla tanışmıştım. Kendisi bugünün entelektüellerini 10 kere cebinden çıkaracak, renkli bir şahıs. Dolayısıyla ben de Evliya Çelebi ile şu sözde ‘Batılılara’ bir ders vereyim dedim. Burada ‘Batılılar’ derken kelimeyi tırnak içine alıyorum, çünkü anlattığım ötekileştirme ile onlar kendilerini bu kavram ile sınırlamış oluyor. Hadi bakalım buyurun, 17. yüzyılda yaşamış, böylesine renkli, böylesine entelektüel, böylesine maceraperest bir kozmopolit Müslümanla tanışmış mıydınız, demek istedim.

TÜRK MÜZİĞİNE CAZDAN SONRA YÖNELDİM

Seyahatname’nin içindeki o dört bölümü nasıl belirlediniz?

Evliya’nın renkli kimliğini Seyahatname’yi okurken fark ediyorsunuz. Bir bölümde tarihçi kimliği ön plana çıkarken diğer bir bölümde adeta film yönetmenine dönüşüyor. Kabe’ye çıkan merdivenlerden bahsederken bir anda vampirlere geçiş yapabiliyor. Adeta bir meddah gibi okurunu eğlendirmeyi ihmal etmiyor. Bazen bir bilim insanı gibi gerçekçi bazen de tamamen kurgusal şeyler anlatıyor. Benim Amerikalıları ve Avrupalıları şaşırtacağını düşündüğüm kozmopolit duruş da onun bu renkli kimliğinde yatıyor. A Gentleman of Istanbul’un ilk bölümünde Evliya’yı bir gözlemci kimliğiyle ön planda tuttum ve kendisinin Viyana seyahati esnasında gözlemlediği otomatik saatler üzerine yazdıklarına odakladım. Bu bölümde Viyana’ya yakın müzikal öğeleri makâmsal bazı motiflerle buluşturdum. İkinci bölümde seçtiğim anlatı, Evliya’nın adeta Homeros gibi, Kaya Sultan’ın ölümünü aktarışı oldu. İçinde muazzam bir melankoli barındıran bu bölümde Evliya’yı bir “epic storyteller”, yani destan anlatan bir aşık kimliğiyle yansıtmak istedim. Üçüncü bölüm ise bir hayli komik. Seyahatname’nin 10. cildinde yer alan hikâyeye ben de Bektaşilik’le alakalı bir bölümü okurken rastlamıştım. Burada da onun kurgusal anlatısını görüyorsunuz: Evliya, sözüm ona, Sudan’da Bektaşi dervişi olan ve biri gergedanın, diğeri katır gibi ama boynuzlu bir canlının üstünde yol alan iki adama rastlıyor. Meğer bu adamlar Portekizlilere esir düşmüş ve gemide kürek çekerken de insan eti yemek zorunda kalmış. Gemi bir fırtınaya yakalanıp batınca bu ikisi bir adaya ulaşmış ve orada et yemeye tövbe etmiş. Bunun üzerine de bu iki hayvan onlara secde etmiş. Bu bölümün adını “Vejetaryen Dervişler” koydum. Dördüncü bölümde ise Evliya adeta bir tarihçi oluyor ve dönemin mühim kaynaklarının anlatılarından yola çıkarak Büyük İskender’i anlatıyor. Anlatısında Evliya bize inanılmaz virajlar aldırıyor. Ben de müzikte o virajları alabilmek için farklı farklı tarzları kullandım.

Gelenek sizi nasıl besliyor? Bu yönü nasıl keşfettiniz?

Benim geleneksel Türk müziklerini keşfedişim Amerika’ya geldikten yedi sene sonra oldu. Doğrusu o tarihe kadar bu müziklere tepeden bakan bir tavrım vardı. Bu sadece bana özel bir tavır değildi, Türkiye’deki durum da buydu. Bu kendine yabancılaşma başlığı altında konuşulabilecek bir mesele. Ben bir şekilde 25 yaşında bu müziklerle yeniden bir ilişki kurdum ve bu ilişkiyi ciddiye aldım. On sene kadar bestecilik anlamında kariyerimi adeta bir kenara ittim. Çok büyük bir riskti ama kafamda kimliksel birtakım sorunlar ve sorular vardı. Tabii o dönemde bunun farkında değildim, sadece içsel bir huzursuzluk hissediyordum. Ardından kimliksel bir yeniden inşa dönemine girdim ve o güne kadar görmezden geldiğim veya tepeden baktığım bazı şeylerin kimliğimin önemli parçaları olduğunu anladım. Bunları özümsemem gerektiğini fark ettim. On senelik sürecin içinde sürekli geleneksel Türk müzikleriyle ilgilendim. Diskografime bakılınca da bu görülebilir. Tüm bu maceranın sonunda besteciliğe kendime özgü bir sesle dönmeyi başardığımı düşünüyorum. O ses, kanımca, basmakalıp imgelerden de geleneksel müziklerin basmakalıp temsillerinden de uzak.

ÖĞRENCİLER İÇİN BAYRAM MASALARI KURUYORUM

Sizi farklı kılan bu mu?

Evet, bence beni farklı kılan budur. Şöyle izah edeyim: Aslında iki farklı gelenekten gelen iki müzisyenin bir araya gelip müzik yapması zannedildiği kadar zor değil. Ama bu gibi her çalışma iki kültür arasında doğru bir tercümanlık ortaya konulduğunu göstermez. Bunun olması için müzikal tercümeyi yapan kişinin iki lisana da hâkim olması gerekir. Orhan Gencebay’ın “Batsın Bu Dünya”sını, İngilizceye “Sink This World” şeklinde tercüme edebilir miyiz? Amerikalı bunu duyduğunda anlayamaz ki! Bu cümleyi tercüme etmenin bir yolu var ama bunu görmek, hissetmek için o dili ve argosunu içselleştirmemiz gereklidir. Zira ancak o zaman “to hell with this world” (dünyanın cehenneme kadar yolu var) demeyi başarırsınız ki bu Amerikalıya aşağı yukarı aynı anlamı ifade eder. Benim müzikte yaptığım da böyle bir şey. Caza, klasik Batı müziğine, Türk müziğine yıllarımı verdim. Dolayısıyla bu gibi denklikleri duyuyor ve müzikal tercümanlığı hakkını vererek yapabildiğimi düşünüyorum.

n Son olarak bir bayram gelenek var mı diye sormak isterim.

Benim ailem Kıbrıs asıllı olduğu için hem Türkiye’den hem de Kıbrıs’tan Ramazan ve Bayram hatıralarım var. Özellikle de Ramazan sofralarını unutmam mümkün değil. Babaannem İstanbulludur ve eğer bayramda Türkiye’de olursak tüm aile onda buluşurduk. Öyle üç beş kişi de değil, dört–beş araba insan bir araya gelir sonra el öpmeye gidilirdi. Bu nedenle bayram denildiğinde aklıma ilk önce kalabalık aile buluşmaları geliyor. Tabii Amerika’da da bazı ritüellerimiz oluştu. Doğrusu buraya Ramazanın gelişi Türkiye’den farklı. Çünkü buraya Ramazan gelmez, onu sizin getirmeniz gerekir. Bu da esasında zor bir şeydir, zira göçmen kimliği kolay değildir. Ben çok genç bir öğrenciyken buradaki hocalarım beni Amerika’nın geleneği olan Şükran Bayramı Yemeği’ne davet ederdi. Çekinerek gittiğim o ortamlardan oldukça keyif alır kendimi yabancı hissetmezdim. Şimdi ise -eğer uygun bir güne denk geliyorsa- mutlaka genç öğrencilerimi bayram yemeklerine davet ediyorum. Bu bir Ramazan sofrası da olabiliyor, bir Şükran Bayramı Yemeği de olabiliyor. Maksat gurbete gelen genç öğrenciler için o kalabalık masaları kurabilmek.

FİLM MÜZİĞİ İKİNCİ UZMANLIĞIM

Bu albüm için hazırladığınız çok keyifli videolar var. Bunların da özel bir hikâyesi var mı?

Biliyorsunuz benim filmle alakalı bir geçmişim var. Berklee’de lisansımı çift branşta yaptım. Birinci uzmanlığım caz kompozisyon, diğeri ise film müziğidir. Biraz da bu nedenle dört bölüm için neler çekeceğim aslında kafamda mevcuttu. Mesela ilk bölüm için en başından bu yana stop motion video yapmak istemiştim. Vejetaryen Dervişler’in ise zaten animasyon olması gerekiyordu. Kızım ve eşim de çekimler esnasında bana epey yardım etti.

Mevlevi ayini çalan caz davulcusu tercüme yapabilir

Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkan Çalıcı Mehterler adında önemli bir çalışmanız var. Peki Mehter bir caz piyanistinin neden dikkatini çekti?

Mehter müziğini dinlemeye başlamam aslında şaşırtıcı bir buluşma gibiydi. Caz orkestralarının içindeki birtakım tınıları orada duydum. Zaten aralarında tarihi bir göbek bağı da var. Mehter bugünkü Avrupa bandosunu doğrudan etkilemiş ve o etki de Amerika’ya geçmiş. Malumunuz siyahlar da saksafon, trompet gibi aletleri bando geleneği vesilesiyle New Orleans’ta çalabilmeye başlıyorlar. Ardından o bando kültürü içerisinde ABD’de caz orkestrası, big band ortaya çıkıyor. Burada da tahta ile bakır üflemeliler ve davul seti başı çekiyor. Yani zurnalar, borular, davul, nekkare, ziller ve kös... Vodvil geleneği etkisiyle piyano gibi diğer müzik aletleri de ekleniyor ama temelde o göbek bağı olduğu gibi aynı kalıyor. Ben bu bağı başta anlamamış, sadece ortak tınıyı hissetmiştim. Fakat meseleyi özümsedikten sonra aradaki tarihi bağı kurabildim. Son zamanlarda piyano ve davulu yan yana getirip “Osmanlı müziğinin ritimlerini caza koyduk” gibi söylemler duyuyorum. Bu zor değildir, yapılabilir. Ancak bunu yapan kişiye bir Mevlevi ayininde baştan sona kudüm vurdun mu hiç, diye sormak isterim. Onu yapmadan bu iki kültür arasında nasıl bir tercümanlık yapabilirsiniz ki? Ama bir Mevlevi ayinini, 1 değil 10 kez icra ederseniz, bir de üstüne zaten yıllarını caza vermiş bir davulcusuysanız işte o zaman ortaya sofistike bir sonuç çıkabilir.

Yeni albümde tanıdık isimler

Önümüzdeki dönemden de bahsedelim. Yeni çalışmalarınız var mı?

Kısa bir süre önce ikinci kitabım Reform, Notation and Ottoman music in Early 19th Century Istanbul: Euterpe Routledge tarafından basıldı. Temmuz ayında ise yeni caz orkestrası albümüm çıkıyor. O albümün karakteri çok farklı. Davetkâr ama bahsettiğim duruş da ısrarlı bir şekilde kendini gösteriyor. Albümde Türk caz dinleyicisinin yakından tanıyacağı klarnetçi Anat Cohen, Birdman filminin müziklerini de yapan eski okul arkadaşım Antonio Sánchez ve saksafoncu Miguel Zenón da konuk sanatçı oldu. Gelecek sene için belki konserler de olabilir.



#Sanat
#Röportaj
#Albüm
#Mehmet Ali Sanlıkol
#Evliya Çelebi
1 yıl önce