|

Annemin evleri tahta pencereli

Günümüzde varolan pek çok kişi ve yönelimi zombi olarak tanımlıyor Uğur Tanyeli. “Yıkarak Yapmak” adlı kitabında da mimari üzerinden bir kurtuluş reçetesi için çabalıyor.

Yeni Şafak
16:03 - 9/08/2017 Çarşamba
Güncelleme: 16:05 - 9/08/2017 Çarşamba
Yeni Şafak
Gündem
Gündem

- Zeki Dursun

İnsanın tasavvurunu belirleyen şey nedir? Tanrısal vergi mi yoksa toplumsal birikimler mi? Belki de biri de der ki toplumsal birikim Tanrısal vergiden bağımsız mı? İşin “tevafuk” boyutunu insan teki olarak bizim bilmemiz zor. Biz “tesadüf”lere muktedir varlıklarız. Tanrı’nın bana “tesadüf”leri gereği, esas alanımla da ilgili olarak mimari okumalar yapıyorum. Uğur Tanyeli’nin Metis Yayınları’ndan çıkan Yıkarak Yapmak/Anarşist Bir Mimarlık Kuramı İçin Altlık eserini okurken de “ev”, “sokak”, “mahalle” başta olmak üzere çocukluktan beri bende oluşan mekan/imkan tasavvurunu düşündüm. Başlığı oluştururken anneme gitmemin sebebi de şu: Annem, çizim beceremeyen oğluna resim dersi için evler çizerdi. Ev, evin yanına ağaçlar, onun yanına küçük bir ev daha. Çizdiği ağaçların adı bile belliydi. Eruk, vişna (doğrusunu yazdım, vişne değil vişna), panta (armudun küçüğü) diye de yazdırırdı. Ev, mutlaka bir dağın kenarına kuruluydu. Öğretmenim neden böyle bir ev çizdiğimi sorar ben ise susmayı tercih ederdim. Çocukluk işte. Yalan da yok.


Tanyeli’nin modern ve postmodern mimarinin oluşumunun tarihini salt bir mimarlık tarihi olarak değil de bir sosyal tarih olarak okuduğu/ yazdığı bahsi geçen eseri okurken de çocukluk mekan tasvirlerim zihnimde belirdi. Eser, bir “anarşist mimarlık”ın açıkladığı bir önsöz; totaliterlik, icat ve meslek olarak ortaya koymak bakımından mimarlığın değerlendirildiği bir giriş; üç ana bölüm ve bir kallavi sonuçtan oluşuyor.

KURGUNUN SOMUT ÖRNEĞİ

Tanyeli’ye göre, “yeni daima eskinin var ettiği bağlamlarda inşa edilir”. Bu yüzden de “mutlak yeni” yoktur. Çocukluk mimarlık tasavvurunu kendi/benim resmine/resmime resmeden için de apartmanda oturmak, önemli değildi. Çok sonraları çocukluk mekânını/imkânını gördüğümde hiç de yabancılık çekmedim: Tahta pencere ve kapılar, bir dağ kenarı, bir de akan bir çay. Resmin bir benzeri ya da resim bunun bir benzeri. Tanyeli gibi söyleyelim: “Tarihi öldürsek de cesedinden kurtulmayı başaramayız.”

Tanyeli’nin anarşizmi, siyasal bir tavır yerine bir totaliter/dayatma anlayışına karşı çıkıştır. Bu durum, bence Tanyeli’yi dipdiri tutan “şey” aynı zamanda. Tanyeli’nin bir becerisi de şu bence: Zihinsel haritasını oluştururken romanlara, şiirlere, manzumelere ve Batılı ya da Osmanlı mimarlık arşivlerine başvurması. Baştan beri söylediğim gibi kurgunun somut örnekleri olarak okura sunulmaktadır. Tanyeli sonuç bölümünde, insan haklarından bahseden ilk metinlerde mimarlığa ve fiziksel çevreye yer verilmediğinden söz etmektedir. Tanyeli için mimarlık ve fiziksel çevre insan hakkının var ettiği bir sorumluluktur. Bu bağlamda Türkiye örneklerinin üzerinde duran Tanyeli, Türkiye’de 19. yy’dan beri “kamu yararı” adına kısıtlamalar yapıldığını söylemektedir.

Tanyeli, vurgulayarak mimarlığın ideolojik şiddetten uzak tutulması gerektiğini söylemektedir kitabı bitirirken. Bir Cumhuriyet öğretmeni olan hanımefendinin “şehirli” yaşam dayatmasına annemin her resminde ideolojik şiddete karşı koyuşundaki gibi… Apartman dairesine sığmayan annemin mekân/insan tasavvuru da bir direniş gösteriyor ki bunu şimdi anlıyorum.

“Her şeyin bir kaderi vardır. Yazının da kaderi var.” diyen İsmail Kara’ya uyarak bu yazı da tahta pencereli ve kapılı bir evde; eruk, vişna, panta, ağaçlarının altında; bir dağın yamacında ve bir çayın kenarında kaleme alındı. Bu da yazının kaderi. Sözü şöyle bağlayalım: Mimarlık direnir ve yenilik kocaman bir dedikodudur.

#kitap
#tahta
#pencere
7 yıl önce