Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, kendisinden randevu talep eden DTP Genel Başkanı Ahmet Türk ile görüşme konusunu gündeminden düşürmediğini belirterek, “(Başbakan bizi kabul etmiyor) diyorlar. Ben de diyorum ki kendilerine, gelin PKK örgütünü, terör örgütü olarak, dünya ilan etti. siz de bunu bir terör örgütü olarak ilan edin” dedi.
Erdoğan, NTV'nin canlı yayınında Ankara Temsilcisi Murat Akgün'ün sorularını yanıtladı.
Terörle mücadele ve Kürt sorunuyla ilgili olarak çözüm sürecine yönelik olumlu mesajları verildiğinin belirtilerek, yeni süreci hızlandırıcı bir inisiyatif düşünüp düşünmediği sorusuna Erdoğan, 2005'te Diyarbakır'a bir seyahatinin olduğunu anımsattı.
Kürt kökenli vatandaşların meselesinin, “benim meselem” olduğunu diyerek ortaya koyduğunu belirten Erdoğan, bu konuya partilerini kurarken, programlarında özel yer verdiklerini anlattı.
“Bu konuya ister 'Kürt meselesi', 'Kürt sorunu' diyin, 'ister Güneydoğu sorunu' diyin, bu soruna yönelik olarak partimizin programındaki yeri budur” diyen Erdoğan, bunun sosyoekonomik çözümünden tutun, sosyokültürel sorunların çözümüne varıncaya kadar konuyu ele aldıklarını vurguladı. 2005'te Diyarbakır'a gittiğinde o ana kadar özelikle ekonomik alanda attıkları adımları açıkladığını belirten Erdoğan, bundan sonraki sürecin de nasıl devam edeceğini ifade ettiğini anımsattı. 79 yıllık tarihe bakıldığında, bölgede kendilerinin yaptıkları yatırımın, kendilerinden önce dönemle kıyaslanamayacağını bildiren Erdoğan, bu yatırımların her alanı kapsadığını belirtti. “Kendilerinin de bu noktada farklı yerlere kanalize edilen bir psikolojik baskı altında tutulduklarını görüyoruz” diyen Erdoğan, Akgün'ün, “kendileri derken” sözleri üzerine, “oradaki Kürt kökenli vatandaşlarımın... Nedir, kimlik siyaseti noktasında, kimlikleri tanınmıyor, bir defa böyle bir şey söz konusu değil” dedi.
Bu noktada, kendisini alt kimlik olarak Türkiye'yi oluşturan tüm etnik unsurları her zaman saygıyla karşıladığını söylediğini, bunu da AK Parti'nin politikası olduğunu belirten Erdoğan, “Üst kimlik olarak da Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığını hep beraber benimseyeceğiz, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı da bizim çatımızdır, burada bütünleşeceğiz. Ama benim, Türk kardeşim, Kürt kardeşim, Laz, Çerkez, Gürcü, Abaza, Arnavut, Boşnak, aklınıza ne gelirse, ülkemde yaşayan her etnik unsur saygındır. Bunu bütün etnik unsurlar da böyle anlamalıdır” dedi.
“Yaradılanı, yaratandan ötürü severiz” anlayışına işaret eden Başbakan Erdoğan, bu anlayışı da hep ifade ettiğini söyledi.
Bölgeye de çok sık ve rahat giden bir siyasi parti lideri olduğunu anlatan Başbakan Erdoğan, şöyle konuştu:
“Biliyorsunuz, en son TRT 6 ile önemli bir adım atıldı. Dillerini öğrenme noktasında önemli adım atıldı, kursların açılması v.s. Örneğin, cezaevlerinde kendi ana dillerini konuşamadıklarını söylediler. Bunu çözmüş bulunuyoruz. Bakanlar Kurulu kararı çıkmış vaziyette, böyle bir durum var. Bütün bunlarla beraber, bu eksikleri, bu sıkıntıları gideren bir iktidar iş başında. Kürt kökenli vatandaşım, benim kardeşimin. Şu anda onun meselesi, onun sorunu benim meselem, iktidarımın meselesi. Bizler birçok şeyleri yaptık. Ama şu anda 'Ben kürt kökenli vatandaşlarımın temsilcisiyim' diye ortaya çıkanlar acaba bu uğurda neler yaptılar? Bunu sormak lazım.”
“DTP'yi kastediyorsunuz değil mi?” diye sorulması üzerine “mesela” diyen Erdoğan, şöyle devam etti:
“Neler yaptılar, ne gibi ekstra artı değerler getirdiler. Bunları sormak lazım. Fakat biz, laf üretmek yerine, iş üretmek suretiyle bu çalışmalarımız sürdürüyoruz.
Ben de şunu söylüyorum, burada muhalefet olarak parlamentonun çatısı altında bulunan DTP şunu yapmalı; iktidara bu konuda ben nasıl yardımcı olurum, gerek bölgeye hizmet götürmede, gerek Kürt kökenli vatandaşlarıma hizmet götürmede. Bunu düşünmesi lazım.
Ama onlar bunu düşünmüyorlar. Onlar günlerini eylemler üzerinden nemalanmak suretiyle geçirmeye çalışıyorlar. Bir huzursuzluk ortamın tahrik etmek suretiyle geçirmeye çalışıyorlar. Öbür taraftan 'barış çiçeği uzattık' diyorlar, nasıl barış çiçeği? Molotofkokteyliyle barış çiçeği olur mu? Yapılan toplantılarda bu kadar özgürlükler şunlar bunlar deniliyor, bakıyorsunuz bazı yerlere yaptığımız ziyaretlerde farklı bir mücadelenin, farklı bir eylemin içine giriyorlar. Şehir halkını sindirme politikalarıyla böyle bir yaklaşım barış için olur mu?”
Erdoğan, “Ahmet Türk ile görüşme olasılığınız söz konusuydu. Bu görüşme tamamen gündemden kalktı mı? Yoksa şu veya bu olursa olabilir mi?” sorusuna da şu yanıtı verdi:
“Hayır. Ben gündemimden filan düşürmüş değilim. Böyle bir talep geldi. Geçen yine bir tv kanalında bana soruldu, orada da cevabını verdim. Biz kendimizi bu noktada bir görüşmeye hazırladığımız esnada, bakıyorsunuz ertesi gün bir haber. Şehitlerimiz... Tekrar bir süreç, tekrar bakıyorsunuz, 6 şehidimiz... Buralarda kalkıp da bunu kınayan DTP, kınarken bir şeyi söyleyemiyor. Bunu ben Meclis'te ilk girdikleri dönemde söyledim. Gelin...
'Çünkü, Başbakan bizi kabul etmiyor' diyorlar. Ben de diyorum ki kendilerine, gelin PKK örgütünü, terör örgütü olarak, dünya ilan etti. ABD'si, AB'si... Her yer ilan etti.
Siz de bunu bir terör örgütü olarak ilan edin. İlan ettiğiniz andan itibaren birçok görüşmenin, çok daha farklı bir zemine oturacağını göreceksiniz, bunu bu kadar açık söylüyorum. Ama bunu söyleyemediler. Tam aksine avukatlığına soyundular. Tabii işi zorlaştırıyor.
Mesela, 'taraflar silah bırakmalı' diyorlar. Ne demek taraflar silah bırakmalı. Yani bir ülkenin güvenlik gücü, silah bırakır mı? Silahı olmayan bir güvenlik gücü düşünülebilir mi? Böyle bir şey olur mu? Yapılması gereken nedir? Teröriste silah bırak demektir.”
“Siz o zaman PKK'dan tek yanlı bir çağrı bekliyorsunuz?” sorusuna Erdoğan, “Tabii. Bu konularla ilgili olarak bu çağrıyı tek yanlı yapması lazım. Güvenlik gücünün görevi, içerde de dışarda da saldırılara karşı, ülkemizin can, mal güvenliğini sağlamaktır” yanıtını verdi.
“Silah terörün, ortadan kaldırılmasında tek yol mudur? Diye söylüyorsanız. Bunun tek yol olduğunu hiçbir zaman iddia etmedim” diyen Erdoğan, bu işin diplomatik, siyasi, sosyo-ekonomik, sosyopsikolojik boyutunun bulunduğunu ifade etti.
“Bu konunu af boyutu var mı? Hani adı af olmasa bile...” sözleri üzerine Başbakan Erdoğan, göreve geldikten sonra “Eve Dönüş Yasası”nı hazırladıklarını ve bu yasanın yürürlükte olduğunu hatırlattı. Bu yasanın önünü de yine “kendilerinin kestiğini” ifade eden Başbakan Erdoğan, “Bunu teşvik etmiş olsalar. Belki binlerce şu anda bu konuda Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan bu insanlar, bundan istifade edecekler. Ama bunu da istemiyorlar. Çünkü böyle bir şey başladığında, bir yerde terör örgütünü nemalanma yolları kapanmış olacak” diye konuştu.
Bir soru üzerine, “Eve Dönüş Yasası” üzerinde “oynamalar yapılabileceğini” ifade eden Başbakan Erdoğan, “Ne bileyim daha faydalı hale getirilebilir. Ama biz şu anda yeterlidir' diyoruz” dedi. Terörle mücadelede kurulacak yeni müsteşarlığın başına bir valinin geleceğinin ifade edildiğinin anımsatılması üzerine Erdoğan, “Şu anda şudur, demem yanlış olur. Gerek İçişleri Bakanımız, gerek bu konuyla ilgili çalışmayı yapan arkadaşlarımızın üzerinde düşündükleri bazı isimler var. Onlar bir havuz olarak değerlendiriliyor. Sonra bana takdim edilecek sonra kararımızı vereceğiz” diye konuştu.
Bir başka soru üzerine, “muhalefetin TBMM'yi çalıştırmadığını” ifade eden Erdoğan, bundan dolayı da belki Meclis'i Temmuz ayında kapattırmayacaklarını söyledi. Erdoğan, “Ağustos ayına sarkabilir. Çıkarmamız gereken yasalar var. Mücadelemizi bu noktada veriyoruz. Muhalefet yasama organını çalıştırmamak için gayret ediyor, biz de çalıştırmak için... Önergelerle sürekli ön tıkıyorlar. Çalıştıracağız” diye konuştu.
Erdoğan, CHP Genel Başkanı Deniz Baykal'ın kendisine yönelik sözleriyle ilgili olarak “Ben merdim ama karşımda mert olan insan arıyorum. Ama kendisi namertse bilemem” dedi. Baykal'ın, Irak Devlet Başkanı Celal Talabani tarafından Bağdat'a davet edilmesine ilişkin bir soruya Erdoğan, “Ben Türkiye Cumhuriyeti'nin bir ana muhalefet lideri olarak Sayın Baykal'ın Sayın Talabani tarafından davet edilmesini normal karşılıyorum. Temenni ederim ki Türkiye-Irak ilişkilerine güç katacak görüşmeler olur” karşılığını verdi. Başbakan Erdoğan, Akgün'ün, “Sayın Baykal ile ilişkiniz oldukça gerilimli bir atmosferde devam ediyor. Sayın Baykal size yönelik (Ben samimiyetimden ötürü O'na sen diyorum) dedi. Ardından da sizi kaba bulduğunu ifade etti. Ne dersiniz Sayın Baykal ile ile ilişkileriniz hep bu düzeyde mi devam edecek?” sorusuna şu yanıtı verdi:
“Kabayı da mı samimiyetinden söylüyor? Şimdi 'Sen'i samimiyetinden söylüyor. Hadi anladık. Nasıl bir samimiyetse! Peki, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanına, (Türkiye Cumhuriyeti'nin gelmiş geçmiş en kaba başbakanıdır) derken, bunu da mı samimiyetinden ötürü söylüyor. Bunun nezaket kuralları içerisinde yeri nedir acaba? Ben bunu anlamakta zorluk çekiyorum. Bakın, benim seçim öncesi, başbakan olduğum süre, daha öncesini alın inceleyin. Hiçbir zaman Sayın Baykal'ın şahsıyla ilgili bir hakaret görmeyeceksiniz. Sayın Baykal'ın benim şahsımla ilgili hakaretini her zaman göreceksiniz. Kampanyalarını hep bunun üzerine bina etmiştir, hep hakaret üzerine bina etmiştir. Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı olarak bu bulunduğum makamda bu tür hakaretlerin bir genel başkan tarafından yapılmasının ne denli sağlıklı olacağını, ne denli yakışık alacağını düşünmüyorsun. Fakat o saygısızlığına varsın devam etsin. Ben kendisine bu tür saygısızlığı yapmayacağım. Çünkü benim aldığım edep, adap dersleri buna müsaade etmez. Ben yine 'Siz' derim, 'Sayın' derim. Yani bazen belki ağzımızdan kaçarak 'Sen' demiş olabilirim. Ama ben zihniyeti eleştiririm, ben yapılanı eleştiririm. Asla şahsıyla uğraşmam. Geçenlerde yine oldu. Kendilerine Anayasa Mahkemesinin vermiş olduğu 1 trilyona yakın cezayı eleştirdim. O kalktı yine başka yere işi götürüyor. Vakıflardan aldığı yardımlar meselesini gündeme getiriyor. Vakıflar ile ilgili aldığı, almadığı yardımları ben dile getirmedim. Bunlar gazetelerin yazdığı şeyler.
Siz Hazine'den aldığınız 1 trilyon liralık yardımın hesabını veremediniz ve Anayasa Mahkemesi de sizi mahkum etti. Gittiniz bu parayı ödemek durumunda kaldınız. Bunun hesabını verin. Nereye ödediniz bu parayı. Asıl yolsuzluk burada. Naylon fatura mı, şu mu, bu mu? Bunlar nedir? Bunlar yolsuzluk değil mi? Bu parayı nereye kaçırdınız? Hazine'nin size vermiş olduğu para. Bunu ispat edin. Kullandığı ifade; (ispat edemezsen namertsin). Anayasa Mahkemesi tescil etmiş bunu. Benim başka bir şey söylememe gerek yok ki... Ben merdim ama karşımda mert olan insan arıyorum. Ama kendisi namertse bilemem.”
Erdoğan, “Sizin bazı çıkışlarınız, açıklamalarınızla ilgili olarak fazla sinirli, gergin olduğunuza dair yorumlar da var. Siz akşam eve gittiğiniz zaman (keşke bunu söylemeseydim, biraz fazla sert kaçmış falan dediğiniz oluyor mu?” sorusu üzerine şunları söyledi:
“Dediğim anlar da olabilir tabi. Her şeyden önce insanım. Kaldı ki bulunduğum makam sebebiyle ben bir kişiyle, on kişiyle muhatap olmuyor, yüzlerce, binlerce kişiyle muhatap oluyorum. Hedefte olan tek insansınız. Siyasetteki tüm siyasi partiler size saldırıyor. Bunu 29 Mart seçimlerinde de yaşadık. İrili ufaklı bütün siyasi partiler size saldırıyor. Doğru, yanlış önemli değil. Şimdi yine pazar günü yapılan seçimlerde de aynı şeyi yaşadık. Yine irili ufaklı hepsi size saldırıyor. Ama ben mesela bu seçimlerde ne ilçe ne beldede hiçbirine katılmadım. Sağolsun bakan, milletvekili arkadaşlarım oralara gittiler. Seçimlerin neticesi de ortada.
Biraz da tabi sağolsun medya bu işi karıştırıyor. Yani ben burada basit bir örnek vereyim. Bu da çok çok önemli. Sürekli söylüyorlar siyasette üslup sorunu, vesaire gibi... Bunları söylerken tabi bize yapılan saldırılar noktasında kimsenin bir şeyi yok.
Bakıyorsunuz bir köşe yazarı çıkıyor. Bugüne kadar benim şahsımla ilgili hakaret içeren oran yüzde 90'ı buluyor. Bu başbakanın yaptığı hiç hayırlı iş yok mu ya? Hakaretten başka sizin yazılarınızda yer alacak başka bir şey yok mu? Bir gün da Allah aşkına 'Ya bu Başbakan şu hayırlı işi yaptı, şurada şu okulları açtı, şurada şu hastaneleri açtı, şurada adalat saraylarını açtı...' Bunları görmeyecek misiniz? Tarımda, enerjide atılan adımları görmeyecek misiniz? Bu kadar yapılan açılışlar var. Bunların hiçbir tanesinin bunların köşesinde yer aldığını göremezsiniz. İnanın belki bu yapılanların hiçbirinden haberleri de yok. İnsan bunları da biraz görsün be. Bu da bir insaf ister. Biz de ülkemiz adına bu tür şeylerin değerlendirilmesini isteriz. Ne gazetelerinde bunu görürsünüz, ne televizyonlarında görürsünüz.”
Başbakan Erdoğan, Murat Akgün'ün “Peki karikatürlerinize niçin çok sinirliyorsunuz?” sorusuna ise “Karikatürlerin de belli bir insaf çizgisi içerisinde olmasını isterim. Yani latife, nükte taşıyan bir şey olduğu zaman buna eyvallah. Ama kalkıp da hakikaten bir insanın değerlerine saldırı niteliği taşıyorsa bu karikatür de olsa ben şahsen ona kalkarım eleştirimi yaparım” yanıtını verdi.
Erdoğan, “Peki bütün dünyada başbakanların benzeri bir saldırı veyahut saldırı demeyeyim de eleştiri kampanyası içerisinde olduğunu düşünmüyor musunuz? Mesela İtalya Başbakanı Berlusconi son zamanlarda son derece zor durumda. Aslında başbakanların kaderi de mi bir yandan da eleştiri bombardımanına tutulmak?” sorusu üzerine, şöyle konuştu:
“Şimdi hangi başbakan neler sebebiyle eleştiriliyor veya hakarete uğruyor? Bunlar önemli. Bakın ben eleştiriden bahsetmiyorum. Ben hakaretten bahsediyorum. Benim karşısında durduğum konu hakarettir, eleştiri değildir. Eleştiri yapılabilir.
Sayın Berlusconi benim dostumdur ama Berlusconi hangi yönleriyle eleştiriliyor, Tayyip Erdoğan hangi yönleriyle eleştiriliyor buna bakmanız lazım. Ben diyorum ki bunca şeyler yapılıyor, bunca şeyler yapılıyor olmasına rağmen, niçin bunlar hiç konuşulmuyor da Erdoğan'ın yapmadığı şeylerle tanıtılması gündeme getiriliyor? Neymiş? (Üslubu sert). Olabilir. Benim üslubum sert olabilir, bir başkasının sert olabilir. Yani (Herkesin üslubu yumuşaktır) diye bir şey yok. Ama ben de halkımın karşısına böyle çıkmışım, böyle çıkıyorum. Halkım beni bu halimle kabul etmiş. Eğer beni böyle sert görüyorlarsa, ben sert olduğumu kabul etmiyorum. Kendi çevremde arkadaşlarım beni bu noktada çok daha iyi tanırlar. Tanıdıkları içindir ki İstanbul gibi bir yerde belediye başkanı seçerken de beni bu yapımla seçtiler. Partimizi kurup da bu günlere geldiğimizde de beni bu halimle seçtiler, buralara geldik. Geçmişte de liderlerin içesinde de çeşitli üslup içerisinde olanlar olmuştur, vardır.
Bütün mesele üsluptan öte üslubun içeriğinde ne var? bu çok önemli. eğer içerikte bu ülkelerin değerleri savunuluyorsa, bu ülkenin değerlerine saygı varsa bunu kimsenin eleştirme hakkı yok. Üslubunuz çok yumuşak olur ama bu ülkenin değerlerini yok sayarsınız bu mudur olması gereken? Veya bu ülkenin halkına haksızlık, bu ülkenin halkının haklarını yok farz etmek yani eğer bunu bu üslupla koruyor veya o şekilde bunu geçiştiriyorsanız herhalde hiç kimse o üslubu takdir etmez. Bugüne kadar gelenleri takdir etmediği gibi. Üslubumda zaman zaman bu tür sertlikler olmuşsa bile bunlar, o andaki belki haleti ruhiye sebebiyle olabilir ama hiçbir zaman benim asli karakterimin tezahürü değildir.”
Erdoğan, “Zahit Bey üzerinden bir çatlak oluşturma gayreti içerisine girmek çok yanlış. Bülent Bey böyle bir yaklaşım içerisinde bulunabilir. O onun kişisel kanaatidir. Yani bizim hükümetimizin, başta şahsımın kanaati değildir. Bunu böyle bilelim” dedi.
Başbakan Erdoğan, “RTÜK Başkanı Zahid Akman'a yönelik eleştirilerden ötürü şahsınızın, partinizin, hükümetinizin yıprandığını düşünüyor musunuz?” sorusu üzerine, “Bakınız, Zahit Bey'e yapılan eleştiriler veya hakkında söylenenler Zahit Bey'le alakalı konulardır. Benim partimle alakalı değil. Bir defa Zahit Bey üzerinden partimi vurmaya çalışmak ciddi bir haksızlıktır. İşte orada ben derim ki o konuyla ilgili partimi ilintili hale getirmek namertliktir. Çünkü benim partimin hiçbir zaman kasasına hiçbir yerden kayıt dışı para girmemiştir, girmez” dedi. Başbakan Erdoğan, “Ama Sayın Akman sizin partinizin kontenjanından seçildi. Bu şekilde bağlantı kuruluyor” hatırlatması üzerine de “Seçilebilir. Ona mani bir hal yok ki. Bunu seçen neresi? TBMM seçiyor. Biz bu arkadaşımızı şu ana kadar tanıdığımız, bildiğimiz kadarıyla temiz bir arkadaşımız olarak bildik, biliyoruz. Adaylar arasına koyduk ve TBMM'den de seçildi. Şu anda da RTÜK üyesi” diye konuştu.
Erdoğan, “Sayın Bülent Arınç da Zahid Akman'ın istifa etmesi gerektiğini söyledi. Hatta basında da size atfen Zahit Bey'e 'İstifa etme. Temmuz'da yeniden adaylığını koymazsın' dediğiniz söylendi. Doğru mudur bunlar?” sorusuna, “Bir defa Zahid Bey üzerinden bir çatlak oluşturma gayreti içerisine girmek çok yanlış. Bülent Bey böyle bir yaklaşım içerisinde bulunabilir. O onun kişisel kanaatidir. Yani bizim hükümetimizin, başta şahsımın kanaati değildir. Bunu böyle bilelim. Kaldı ki Zahid Bey kendisi de açıklamasını yapmıştır. Başkanlık süresi 15 Temmuz'da doluyor. Dolduktan sonra da zaten başkanlığa aday olmayacağını, ondan sonra 3 yıl gibi bir süre de üyelik süresi var. Dün de nitekim yaptıkları toplantıda değerlendirme yapıldı. Beşe, üç CHP'nin müracaatı veya dilekçesi reddedildi. Şimdi burada görülen bir gerçek var. Zaten süre burada yaklaşmış. Şurada bir ay kadar gibi zaman var. Bir ay sonra da zaten aday olmayacağını çok net açıkça ortaya koydu. Burada fırtınalar koparmanın bir anlamı var mı?” yanıtını verdi.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, “IMF olmazsa biz ölecek miyiz? Hiç öyle bir derdimiz yok” dedi. Başbakan Erdoğan, NTV canlı yayınında Ankara Temsilcisi Murat Akgün'ün çeşitli konulardaki soruları yanıtladı.
“IMF ile ilişkiler ne zaman netleşecek?” şeklindeki soruya Erdoğan, şu yanıtı verdi:
“Biz, diğer iktidarlar gibi değiliz, ülkemizin menfaatlerine ters bir şey olduğu sürece biz böyle bir şeye imza atmayız. Ben, IMF Başkanı'na da söyledim, yardımcısına da söyledim, IMF Başkanı ile 3 kez görüşme yaptım. Şimdi yardımcısı yine gelecek. Kendileriyle görüşme yaptım ve söyledim. 'Bakın' dedim... Şimdi Sayın Baykal diyor 'Ne istediler de siz bu işi oyalıyorsunuz?' Söylüyorum ama anlamıyor. Çünkü iştigal alanı bu değil, farklı. Ben diyorum ki bakın bizden talep ettikleri şeyler, bazılarını örnek olarak veriyorum. Nedir? 'Gelir İdaresi Başkanlığı (GİB) özerk kuruluş haline gelsin'. Olamaz, böyle bir şeyi biz kabullenmeyiz. Bırakın o işi biz yapalım. Biz şu anda reforme ederiz ama özerk hale getirmeyiz.
Böyle bir şeyimiz yok. Reforme etmek için çalışmalarımız var. Bu konuda sayın Baykal ve diğer muhalefet bize yardımcı olsunlar.” “Şu anda GİB'in içinde 4 ayrı baş” bulunduğunu ifade eden Başbakan Erdoğan, kurumda müfettişler, vergi denetmenleri, hesap uzmanları bulunduğunu belirterek, bunu tek hale getirmek istediklerini söyledi. Hepsinin müfettiş veya hesap uzmanı olmasını istediklerini anlatan Başbakan Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Bunlar tek baş olarak sayı yeterli değil, az. Bu sayıyı daha da artıralım. Denetimleri çok daha kaliteli yapalım ve bunu yaparken vergi denetmenleri, bu noktada daha çok küçük esnafla uğraşıyorlar. Ama asıl gelinmesi gereken yerler boş bırakılıyor. Yani büyük tüccarlar diyelim. Onların denetimini her yıl sağlıklı yapılması lazım. Şimdi büyük tüccarlarla konuştuğumuz zaman da diyorlar ki 'işte bu tür kontroller bizi ürkütüyor'. Şimdi sizin her şeyiniz sağlam yürüyorsa sizi niye ürkütsün.
Ama şu anda bakıyorsunuz, kayıt altında yüzde 50 diyelim artık ortalama olarak, yüzde 50 gibi bir kayıt dışı var. Bu kayıt dışını kayıt altına almak durumundayız ki Türkiye şu sıkıntıları atlatsın. Ama kendileriyle bir araya geldiğiniz zaman, 'şu vergiyi düşür, vergiyi KDV'yi' diyorsun, tamam bunu düşürelim, 'kurumlar vergisini düşür' diyorsun. Peki, onu, bunu düşür de Türkiye'yi nasıl yöneteceğiz? Bu yatırımları nasıl yapacağız? Bunun da yöntemini gösterin. “
Türkiye'nin, IMF ile yürüttüğü görüşmelerin ne zaman sonuçlanacağına yönelik soru üzerine Erdoğan, “Biz buna mecbur değiliz ki IMF olmazsa biz ölecek miyiz? Hiç öyle bir derdimiz yok” dedi.
Akgün'ün, “Masadan da kalkmıyorsunuz” sözlerine karşılık olarak da Erdoğan, “Hayır. Biz onlara söylüyoruz, bize açık açık şunu söyleyin 'biz sizinle beraber çalışacağız, çalışmayacağız' bunu söyleyin. Bizi, açıklamak zorunda bırakırsınız. İcabında gerekirse deriz ki 'Kardeşim kusura bakma madem ki olmuyor bu iş, hayırlı olsun'. Bunu da diyebiliriz. Türkiye'de bu güç var” dedi.
Brezilya'nın dediği gibi Türkiye'nin de bunu diyebileceğini ifade eden Başbakan Erdoğan, “Ama bizi bu noktaya getirmeyin” diye konuştu. Akgün'ün, “Ama siz şu anda IMF'den açıklama bekliyorsunuz” sözleri üzerine de Erdoğan, “Şu anda görüşmelerimiz devam ediyor, şu yeni görüşmeleri de bir yapalım. Yeni ekonomik koordinasyon kurulumuz, başta Ali Bey olmak üzere çalışmalarını yapsınlar. Onları bir görelim, çok daha fazla bu işleri uzatmayı düşünmüyoruz” değerlendirmesini yaptı.
Murat Akgün'ün, “IMF ile ilişkiler yakın bir süreçte son bulacak” sözleri üzerine Erdoğan, “Son bulmalı, şöyle ya da böyle... Ve artı veya eksi... Bunları bir görüşüp, biz hele hele siyasi dayatma asla kabullenemeyiz” derken, bu yaz sonuna kadar sürecin tamamlanıp tamamlanmayacağı sorusuna da “Temenni ederim ki bitsin” karşılığını verdi.
Akgün'ün, bazı çevrelerin, hükümetin, “gelecek seçimleri düşünerek IMF ile bağlayıcı anlaşmayı düşünmediği” şeklinde iddialarının bulunduğunu ifade etmesi üzerine Erdoğan, şöyle konuştu:
“Bunların hepsi uydurma, sağır duymaz uydurur. Sağır kardeşlerim gücenmesin, onları ben çok severim, asla böyle bir şeyi kabul edemeyiz. Öyle bir şey söz konusu değil. Biz bu güne kadar siyasi etik açısından, siyasi etiğe sığmayan hiçbir uygulama yapmadık. Bugün de yapmayız, yarın da yapmayız. Olması gereken ne ise gerçekler ne ise gerçekleri uygularız. Hiç kimseye bu noktada bir borcumuz yok. Siyasetimizin ilkelerini biz belirleriz. Ve ilkeli siyaset bizim için bir fazilet mücadelesidir. Bu fazilet mücadelesini de vermeye devam edeceğiz.”
“O zaman şöyle diyebilir miyiz? Artısıyla eksisiyle IMF ile ilişkiler son bahara kadar bir yere gelecek” sözlerine Erdoğan, “İnşallah, inşallah” karşılığını verdi.
Tayyip Erdoğan, “Diyorlar ki 'bak Başbakan sinirli'... Dertliyim ben dertli, sinirli değil...” dedi.
“Avrupa Parlamentosu seçim sonuçlarından sonra Türkiye'nin işi AB yolunda biraz daha zorlaştı mı?” sorusunu yanıtlarken, Erdoğan, AB yolundaki süreç nasılsa bundan sonra da öyle devam edeceğini söyledi. Orada çok fazla bir değişiklik olmayacağını, bunun ağırlıklı olarak AB üyesi ülkelerin yönetimleriyle alakalı olduğunu anlatan Erdoğan, şöyle devam etti:
“Şu ana kadar biz bu noktada iyi bir durumdayız. Her şeyden önce bizim bir kararlılığımız var. Bu kararlılığımızı biz aynen sürdürüyoruz. Fasıllar üzerindeki çalışmalarımız aynen devam ediyor. Bakın, işte yıl başında bir başmüzakereci ataması yaptık. Bugüne kadar bu yoktu. Bunu ilk defa biz getirdik. Getirmemizin sebebi daha yakın bir markaja bu işi alalım. Bu işte vaktini tamamıyla buna tahsis eden bir arkadaşımızı devlet bakanı olarak tahsis ettik. Egemen Bey bu işi götürüyor.
Şimdi AB Genel Sekreterliğiyle ilgili yeni bir yapısal değişikliğe gidiyoruz. Bu yeni yapısal değişiklikle de AB Genel Sekreterliğimiz daha etkin bir hale gelecektir. Bir de Brüksel'de bir daimi temsilcilik binası satın aldık. Çok mükemmel bir yer oldu bu. Şimdi orası da tamamen donanımıyla büyükçe, müstakil, tam da merkezde bir bina. O merkezde çok daha etkin bir hale geleceğiz. Fasılları iyi değerlendirecek bir ekiple bu çalışmaları sürdürüyoruz.”
Başbakan Erdoğan, AB ile ilişkilerde limanların ve ruhban okulunun açılması gibi demeçlerin verildiği sıkıntılı bir dönemin sinyallerinin geldiğinin ifade edilmesi üzerine, şöyle konuştu:
“Limanların açılıp açılmaması yeni bir mesele değil. Bu Finlandiya'nın dönem başkanlığında da gündeme geldi. Biz kendilerine dedik ki 'Limanların açılıp açılmaması meselesinde biz buna karşılıklı olarak evet deriz. Güney, Kuzey ve Türkiye... Ama Güney bunu başta Ercan Havaalanı olmak üzere açmak durumunda, karşılıklı olarak. Mütekabiliyet neyi gerektiriyorsa buna varız.' Türkiye, Kuzey bunu yapsın da Güney bir şey yapmasın. Böyle bir şeyin içerisinde biz yokuz. Her iki taraf da müşterek bu işe girerse buna biz de yardımcı oluruz. Bakın biz Güney'e vize uygulaması kaldırdık. Onlar bu noktada ciddi bir adım atamadılar. Sadece 'Güzel bir şey oldu, jest oldu, şu oldu, bu oldu...' tamam da hep bu jestler bizden mi olacak? Hani karşı tarafın jesti. Lokmacı Kapısı ile ilgili bir takım şeyler oldu, yine biz adım attık. Onlardan yine bu noktada sağlıklı gelişmeler olmadı. Tamam da bu bir yere kadar.”
Ruhban Okulu konusunun da tartışılabileceğini, konuşulabileceğini ifade eden Erdoğan, aslında Ruhban Okulunun 1972 yıllarına dayanan bir konu olduğunu, bunun çok da önemli bir konu olmadığını dile getirdi. Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Ben bunları yetkililere her zaman söyledim, söylüyorum. Ama siz ne yapıyorsunuz? Sen şimdi kalkıp da Batı Trakya'da hala benim oradaki vatandaşlarımın seçmiş olduğu bir müftüye, resmi olarak 'seni tanıyorum' demezsen kendin atadığın bir kişiyi müftü olarak kabul edersen kusura bakma arkadaş. Burada patriği kim seçer? Sensinot Meclisi seçer. Sensinot Meclisinde olanlar, tamamen bizim vatandaşımızın olması gerekir, Lozan'a göre. Şu anda Sensinot Meclisi üyeleri bizim vatandaşımız değil. Biz burada da anlayış gösterdik. Ben kendileriyle açık konuşuyorum. Hiç olmazsa vatandaşlık müracaatı yapsınlar da böyle bir yanlışın içinde olmayın. Bunu dahi söyledim. Rahatız bu noktada. Ama siz ne yaptınız? Onların yaptığı bir şey yok. Batı Trakya'ya bir Türk kelimesine tahammül edemiyorlar ya. Öyle şey olur mu? En sonunda mahkeme kararını verdi, şimdi ne yapacağız diye bir telaşın içine düştüler, bunu yapacaksın. Bir defa azınlıkların hukukuna her yerde aynı şekilde saygı duyacaksın.”
Başbakan Erdoğan, Atina'ya kısa bir süre sonra gerçekleştirmesi planlanan ziyaret anımsatılarak yöneltilen “Bunları Yunanistan Başbakanı Kostas Karamanlis'e dile getirecek misiniz?” sorusu üzerine, “Bunu Karamanlis dostuma çok söyledim. Ben bunu Sayın Dora'ya Dışişleri Bakanı, Sayın Kostas'a bunları anlattım sürekli. Onlar savunamıyorlar kendilerini bu noktada. 'Yapacağız, edeceğiz, filan falan' diyorlar. Ama orada da işte medyanın baskısından çok korkuyorlar. Onların mahalli baskısı ileri derecede medyadır” şeklinde konuştu.
Başbakan Erdoğan, “AİHM'in Türkiye açısından utanç verici bir kararı var. Aile içinde şiddetin önlenememesine yönelik? Bu karar hakkında ne düşünüyorsunuz?” sorusu üzerine, şunları söyledi:
“Siz cevabı verdiniz, utanç verici. Tekil bir olayı kalkıp da Türkiye geneline fatura etmek çok ciddi bir yanlış. Bu tekil olayların hepsi kendilerinde de var. Sanki Türkiye'nin her yerinde bu tür şeyler oluyormuş gibi bunu değerlendirmek çok çok yanlış bir şey. Bu konuyla ilgili zaten yargı gerekli olan kararları her zaman vermektedir. Güvenlik güçleri bu tür şeylerin üzerine çok ciddi, kararlı gitmektedir. Yasalarımız bu işte zaten yeterlidir. Yürütme de bir yere kadar belli şeylerde muvaffak olabiliyor. Siz diyebilir misiniz 'ben ülkemde yaşayan bütün insanların can güvenliğini dört dörtlük sağlayabilirim'. Tarihin hangi döneminde bu olmuş? Bugün dünyanın en ileri ülkesi Amerika'yı düşünün, Japonya'sını düşünün. Başarabiliyor mu? Buralarda hiç bu tür olaylar olmuyor mu? Adam girmiş, bakıyorsun bütün okulu tarıyor. Niye tarattırdın arkadaş, ver bakalım hesabını. Diyebiliyorlar mı yani Amerika'da böyle bir şey vardır?”
“Mardin'de 44 vatandaşın katledilmesi, zorla evlendirilmek istenen bir kişinin evinden kaçarken yakınlarınca öldürülmesi, tecavüze uğrayanlar var. Sanki toplum olarak şiddete eğilimimiz biraz artıyor. Hükümet olarak yapmayı planladığınız herhangi bir şey var mı?” sorusuna, Erdoğan şu karşılığı verdi:
“Bizim bu güne kadar bazı çalışmalarımız oldu. Şu anda Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanlığımızın bu konuyla ilgili çalışmaları var. Bu konunun zeminini daha da genişletiyorlar. Politik hayatın içinde olanlardan tutun da akademisyenlere kadar geniş bir çalışma. Araştırma gruplarıyla beraber bunların hepsi yapılıyor. Bunlar zaten bizim sorumluluk alanımız. Nerede ne tür eksiklikler var? Yasal değişiklikler mi gerekir, kurumsal yapıda bazı değişiklikler mi gerekir, takviyeler mi gerekir? Ne gerekiyorsa bunların üzerinde duracağız.
Burada, bizim en önemli desteğimiz yazılı ve görsel medya olması lazım. Şimdi yazılı ve görsel medya bir olayı alır da allayarak pullayarak günlerce reyting uğruna gündeminde tutarsa biz Türkiye'yi adeta bu işlerin bir nirengi noktasına getirmiş oluruz.”
Mardin'de 44 kişinin katledilmesinin anımsatılması üzerine, Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Tamam, bir kere, iki kere, üç kere olur ama Türkiye'de her kişinin başına bir güvenlikçi koyabilir misiniz? Koyamazsınız. Orası korucu köyü malum. Herkes o anda toplu hale geliyor. Olayı daha sonra hep beraber öğrendik. Böyle bir şeyi yapıyorlar. Bunun akılla mantıkla izahı mümkün değil ki. Bu akıl dışı, mantık dışı bir olay. Ne olacaktır, tabii ki onlar bunun karşılığını bulacaklardır. Canımızı dağlayan, yüreğimizi yakan bir olay. Bunun dinle imanla şunla bunla alakası yok. Bunun eğitimle filan alakası yok. Yapılanların hepsi ortada. Bazen öyle şeyler görüyoruz ki bakıyorsunuz eğitimli insanlar neler yapıyorlar. Yani buna psikolojik mi, akıl tutulması mı, ne derseniz deyin. Bir çok şey bunun içinde.
Onun çalışmalarını en geniş manada şu anda arkadaşlarımız yapıyorlar, ondan sonra bunun üzerine gidilecek. Televizyon Yayıncıları Derneğiyle bir toplantım oldu. Onlara da söyledim. 'Bu konuda bize yardımcı olun' dedim. Mesela, yüz gün oldu bir olay yaşadık biliyorsunuz. Bu olay hala bazı televizyon kanallarında yayınlanıyor. Babası, annesi çıkarılıyor, aynı şeyler tekrar tekrar gündeme getiriliyor. Televizyon kanallarımızı çocuklarımız seyrediyor. Tahrik unsuru olabilir. Bunlar çocukların geleceğe olan umudunu köreltir.” Başbakan Erdoğan, bunların unutturulmamasının daha yararlı olup olmayacağı sorusuna da, “Tam aksine çok çok zararlı olur. Bir çok şeyi bir defa unutturmanın gayreti içerisinde olmalıyız. Eğer unutturmazsak travma meydana getirir. Ama unutturursak geleceğe umudumuz artar. Onun için mecburuz bunları unutturmaya. Başarı unutturulmaz” karşılığını verdi. Konuyla ilgili birimlerin sorumluları aradığını belirten Erdoğan, bunun için bir tim kurulduğunu, işi kırmızı bültenle İnterpol'e aktardıklarını, bunun takibinin yapıldığını anlattı. Erdoğan, “Peşindeyiz, bırakamayız. Er veya geç inşallah bu iş çözüme kavuşturulacak. Mecburuz buna. Başta benim Bakanımın, tüm geçlerimizin ortak sorumluluğu. Bundan kaçmamız mümkün değil” dedi.
Erdoğan, eski Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral Yaşar Büyükanıt ile Dolmabahçe'de yaptığı görüşmeye ilişkin CHP Konya Milletvekili Atilla Kart'ın TBMM'ye verdiği soru önergesi anımsatılarak, “Soru önergesine yanıtınız detaylı mı olacak?” sorusu üzerine, şöyle konuştu:
“Bunun herhangi bir detayı filan yok. Bunlar bu soru önergelerini çok basite alıyor. Utanmasalar, sıkılmasalar, aile mahremiyetlerini bile TBMM'ye taşıyıp orada soru önergeleriyle onların da cevabını isteyecekler. 'Aranızda ne konuştunuz?' Öyle şey olur mu? Yani burada biz iki yetkili, Genelkurmay Başkanı ile Başbakan bir araya gelmişiz. Bir mahrem görüşme yapıyoruz. Bunları açıklamaya mecbur muyuz?
Geçen akşam yine söyledim, bu benimle mezara gider. İnanıyorum ki Sayın Büyükanıt da böyle düşünüyor. Sayın Büyükanıt'ın böyle bir şey yapacağına ihtimal vermiyorum, açıklamaya kalkarsa o zaman ben de tabii yaptığımız görüşmeyle ilgili şeyleri açıklarım. Ama, ben böyle bir şeye ihtimal vermiyorum. İkili bir görüşmemizdir, özeldir.”
Yakın çevresinden biriyle bu görüşmede konuşulanları paylaşıp paylaşmadığı sorusuna da Erdoğan, “Asla” yanıtını verdi.
Başbakan Erdoğan, “Mayınların temizlenmesine ilişkin yasanın Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından onaylanmayacağına ilişkin bir endişeniz var mı?” sorusunu yanıtlarken şunları söyledi:
“Doğrusu ben böyle bir endişe taşımıyorum. Taşıyamam çünkü üzerinde çok çalıştık. Üzerinde çok çalıştıktan sonra Meclis'e getirdik. Muhalefet sadece her zamanki karaya beyaz, beyaza kara deme mantığıyla hareket ederek buna karşı çıkmıştır. Şu yasanın içerisinde olmayan şeyleri konuşmuşlardır. Burada ihaleyle alakalı -ki ikinci safhasıdır ihale- İsrail'e sipariş edilmesine yönelik bir ifade mi var? Geçen gün yine 26 fabrikanın açılışını yaptım. Orada da sanayiciler dedi ki 'Biz hazırız'. OSTİM de dedi aynı şekilde, 'Biz hazırız'. NATO'da bu işlerle ilgili kuruluş bu işe girebilir. Bize gelen şartlar uygun düşerse bunu da yaptırırız.
Ama, biz bu işi öncelikle silahlı kuvvetlerimize yaptırmak istedik. Silahlı kuvvetlere istedikleri ödeneği ayırdık. Ama daha sonra bunu yapamayacaklarını bize söylediler, çeşitli nedenler bize ifade ettiler, ödeneği bize geri iade ettiler. Bunun üzerine Maliye Bakanlığıyla bu işi yapma yoluna gittik.”
Başbakan Erdoğan, Türkiye ile Suriye arasında 200 metre derinliğinde bir güvenlik sınırının yine mevcut olacağını anlatarak, şöyle konuştu:
“Yani 200 metre Suriye güvenlik sınırı, dikkat edin İsrail sınırı değil. Suriye şu anda kendi sınırlarında bütün temizliklerini yapmış vaziyette. Asker bile dolandırmıyor oralarda. Aramız şu anda gayet iyi, Allah bozmasın, bu şekilde devam ediyoruz. 200 metre derinlikteki güvenlik sınırımız yine silahlı kuvvetlerimiz tarafından korunmaya devam ediyor. Onun dışında olan bölge mayınlardan temizlenmek suretiyle bu bölgede organik tarıma yönelik adımlar atılacak. Burada yer altı madenleriyle ilgili 'bunları kime peşkeş çekeceksiniz' diyorlar. Yer altı madenleriyle ilgili petrol zaten verilmiş. 1990'lı yıllardan itibaren buralar verilmiş, onlar orada çalışıyor. TPAO'nun orada araştırmaları var, Türk firmalarının araştırmaları var...
Petrol aramaları yapılıyor o bölgelerde. Bizim bölgemizde petrol var. Bunu çıkaracak olanlar varsa biz bunlarla oturup anlaşmaz mıyız? diyoruz ki 'yüzde 50'ye, 50, 50'si sizin, 50'si bizim...' bu tür anlaşmalarımız var, bunlar yapılıyor. Şu anda Karadeniz de aynı şekilde. Kendi masrafını kendisi yapıyor. Ondan sonra, 'çıkanın yüzde 50'si senin, yüzde 50'si benim' diyor. Böyle şeyler yaptık, yapıyoruz, yapmaya da mecburuz. Nerede ne kaynaklarımız var, bunları meydana çıkarmamız lazım, yer altı yer üstü...”
“Ama bunların derdi bu değil” diyen Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Derdi bu ülkede imkanlarımızı nasıl baltalayalım, nasıl engelleyelim, nasıl perdeleyelim. Hep dertleri bu... Yani bir yerde siz hayırlı bir işe giriyorsunuz. Bir yatırım yapacaksınız, bakıyorsunuz bu önünüze geliyor, 'bu yabancı sermaye'... Yerlisi yapmıyorsa yabancı geliyor, yabancı yapsın. Küresel sermayeyi ülkemize çekmek kadar başarı olabilir mi? Kim olursa olsun. İşte İstanbul'da Galataport... Bakın 4 yıldan önceydi, oranın ihalesi yapıldı. Çeşitli yollardan maalesef bağırdılar, çağırdılar, medya da bu işe bulaştı. Ve Danıştay, o zaman yürütmeyi durdurma verdi. Şimdi yeniden hazırlık yapıyoruz. O ayrı mesele...
Ama o zaman başlamış olsaydı, şu anda Tophane bugünkü haliyle olmayacaktı...
Söyledikleri tek şey var... Gelip de burada binayı alıp götürüyor mu? Bina burada. Kimler çalışacak orada? Benim evladım, vatandaşım çalışacak. Bir taraftan 'işsizlik' diyoruz, bir taraftan 'istihdam meydana getirelim' diyoruz. Hizmet sektöründe meydana getirilen bu imkanı, nereden yakalarız. Bizim petrol kuyularımız yok. biz ihracata dayalı bir ekonomiyi benimsemişiz, turizm gibi bir kaynağı elde edelim istiyoruz, geldiğimizde 10 milyar dolar dolayındaydı turizm gelirimiz, şimdi 22 milyar dolara çıktı.
Ben böyle konuşunca, diyorlar ki 'bak başbakan sinirli'. Dertliyim ben dertli, sinirli değil.”