Fark şu:'Yalnız Değilsiniz' inancı tercih ettiğin zaman 'yalnız değilsin' derken, Büşra filmi “dini yaşama biçimi olarak görmeyen laik bir mantığı tercih ettiğin zaman yalnız değilsin' diyor. Zıt bir yaklaşım içerisinde.
Filmin her sahnesinde kasıt var. Dikkatli baktığınızda bu görülüyor. “Sizin dini yaşantınıza da saygı duyuyoruz” diyen ama arka planda seyirciyi kendi düşüncesine çekme ve bu yönde sert mesajlar verme çabasında bir mantık çok açık hissettiriyor kendini.
Doğrusu, biz de tam yansıtamadık. Bu türdeki eleştiriler genelde haklı. Çünkü inancımız gereği doğal olarak batıl bir hayatın içine bizzat girip yaşayamıyoruz, içki içemiyoruz, barlarda oturamıyoruz. Dolayısıyla, bu tür sahneleri de genel kültürümüzle şekillendirmeye çalışıyoruz. Sonuçta da ortaya kurmaca film çıkıyor. Büşra'nın da yaptığı bu.
Seyirciye önce bir mesaj, bir fikir verme endişesi ile yaklaşıyorsanız bu kaçınılmaz bir durum. Olaylarınızı, tiplerinizi ona göre kurguluyorsunuz. Hayat zaten bir kurgudur. Her ne kadar bu durum sanatın kurallarına ters gibi görünüyorsa da her yönetmen öyle veya böyle bir kurgunun içindedir.
'Yalnız Değilsiniz'i çektiğimiz 90'lı yıllarda koyu bir fikir çatışması vardı. Bu mesaj kaygıları sanata daha sert yansıdı.
Sinemada anlatım biçimleri değişti. Seyirci, ideolojik yaklaşımlardan uzaklaştı.
Her dönemde olacağını düşünüyorum. Fakat, bu durum zaman içerisinde bazen hararetleniyor, bazen de azalıyor. Bu dönemde de hararetini kaybetmiş gibi görünüyor ama üzerini biraz eşelediğiniz zaman 'ben ve öteki' anlayışının karşımıza yine en sert biçimde çıktığını görüyoruz. “Büşra” da böyle. Hoşgörülü gibi görünüyor ama arkası öyle değil. Hoşgörü maskesi sırıtıyor.
Eşya ve hadiselere bakarken bizim ölçü ve kriterlerimiz var. Biz insanlara ve olaylara bakarken Allah'a daha yakın veya uzak, helal veya haram ölçüleriyle bakmak durumundayız.
Bu sert bir bakış gibi görünebilir. Ama öyle değil. İslam, sağlıklı iletişim kurmayı, arkadaş olmayı engellemiyor. İlişkilerimiz bu ölçülere zarar vermemeli. Yeteri kadar hoşgörüsü var.
Maalesef, artık toplumumuzda başörtüsü namuslu olmanın, namaz kılmak dürüst olmanın kriteri olmaktan çıktı. Çelişkili Müslüman tipleri çoğaldı. İslâm'ı çok iyi bilen, hatta yaşayan biri bakıyorsunuz içki içiyor, ağzından kötü laflar çıkıyor.
Bir taraftan baktığınızda gerçekten anlar gözüküyorlar. Saygı duyan insan olarak görünmek istiyorlar. Bu onlara haz veriyor. Ama içlerindeki çağdaş yaşam algısı ile bu tür inançlara karşı içlerinde yaşattıkları algı çatışıyor. “Takva”da ve “Büşra”da da bunu görebiliyoruz. Filmlerde vermek istedikleri mesajların temelde yıkıcı.
'Benim gibi düşünürsen iyi insansın' tavrı. “Takva”da mürid olarak ele aldıkları bir tip, aptal bir model. Tasavvufun prototipi o değil ki. Mürid, duyarlıdır, hassastır, akıllıdır. Maksat, tarikatı ve dini eleştirmek olunca bu yapılmıyor. “Takva” kurgusu, oyunculuğu, sinema dili başarılı bir film. Çağdaş bir tarikat ortamını ilk defa ele aldığı içinde ilginç ve orijinal. Ama yaklaşımı yanlış.
Üstad Necip Fazıl, bu tür tipler için “Kavanozu dıştan yalayanlar” diyor. Bunlar balı ne kadar tarif edebilirler ki. Büşra'da bu tür kafa karışıklığını çok gördüm. Film boyunca, İnançsız 'Yazar ve Türbanlı' Büşra tipleri üzerinden hoşgörü ve birlikte yaşama mesajları verilmeye çalışılırken, finalde beklenmedik bir şekilde Atatürk büstü önünde “türbanını at gel' çağırısı yapılıyor. 'Bize gelirsen yalnız kalmazsın' gibi militan bir noktaya varılıyor.
“Yalnız Değilsiniz”i çektiğimde üniversiteye giremeyen, öğrenim hayatları gasp edilmiş başörtülü kızların sorunu ayyuka çıkmıştı. Önce onu anlatmak vardı. “Yalnız Değilsiniz”deki Serpil, din dışı bir hayattan dine gelen bir tipti. Bunun tersi de anlatılmalıydı.
Fırsat bulamadık. Bu türde yaşanmış dramlar da çok. Mesela ailesine karşı başını örten ama evden çıkınca başını açan Beyoğlu'nda arkadaşlarıyla barlarda eğlenen, sonra da bir sokakta eroinden dolayı ölü bulunan genç kızın dramı.
Her şeyden önce örtü konusunda yapay da olsa 'birbirimizi anlayalım' mesajı hoş. Dini hassasiyeti olanlar artık gözleri fıldır fıldır açılmış, kazma dişli gösterilmiyor. Dini pek önemsemeyen bir ortamda yozlaşmalara da karşı durabilen tavırlarında samimi bir tip yazar tipiyle, inancında samimi bir başörtülü bir tipin aynı düzlemde buluşturulmasını da sevdim.
Film, genelde 'Bunların entellektüeli de hiçbirşey bilmez' gibi bir niyet taşıyor. Gazeteci kız çok pasif işlenmiş. Aile baskısıyla örtünmeyen bilinçli bir genç kızın mutlaka bir barda maskeli balo gibi ortamlara karşı bir tepkisi olur. Üstelik, başörtü dramını kendi içinde var olan toplumsal ve psikolojik derinliği ile değerlendirememiş. “Birbirimizi anlayalım” derken samimi değil. Arka planda 'bırakın bu işleri' tavrı var. Oyuncular başarılı ama tiplemeler başarısız, gerçekçi değil.
Örtüyü bilinçli takanlar, inançsız birini sevebilirler ama bunun namahremle dansa, maskeli baloya dönüşmesine izin vermezler, en azından tepki gösterirler. Göstermezlerse kendi içlerinde büyük çelişki yaşarlar. Bir de başörtülerini geleneksel olarak ama cahilce takanlar ya da uygun zemin bulunca açanlar var. Hem açarım hem de eğlenirim diyenler. Hepsinden toplumumuzda gani gani var.
Evet. Cahil deseniz değil, gazetecilik okuyor, bilinçli deseniz belli değil, son derece pasif, koyun gibi. Filmde muhafazakar çizilen diğer tipler de çarpık. Hepsi de demode. Hele Büşra'nın sözlüsü tam bir mafya tipi.
Büşra tam bir dramın ortasında aslında. İnancına sahip bir genç kızın bu ortamda inancına uygun yaşamak isterken çevresi ve kendi duygularıyla çatışması, helal haram ölçüleriyle nefis köpürten çağdaş yaşamın nimetleri arasındaki gerilim çok ilginç ve evrensel bir dram. Yönetmen dramı yakalanabilseydi film çok büyük büyük olabilirdi. Ama bu dramı inanmayan birilerinin yansıtması zor.
Çıksın, kötü mü? Kötü olan onun veriliş biçimi olmalı. Yani üslup. Kavgamız bununla olmalı. Tersinden bakarsanız “Büşra” da bir hidayet filmi.
Başörtülü bir genç kızın Atatürk büstü önünde başını açarak, kendince çağdaş laik bir düşünceye çağırıyor.
Şüphesiz ki bir yönetmen her filmi izlediğinde bunu ister. Ama Büşra'yı seyrederken gördüğüm sahnelerde içim acıdı. Elbette bu konuyu doğru anlatmak isterdim.
Toplum bu yönde sekülerleşti. Muhafazakar çevrelerin siyasette ve ticarette belli imkanlara kavuşmasının ardından “dava heyecanı” unutuldu, çağdaş yaşamın nimetlerinden yararlanma çabaları arttı. Bu da cemaat şuurunu kaybettirdi, bilhassa gençlerimizi yalnızlaştırdı. Bu çözülme solda da kendini gösterdi. Eskinin hızlı Marksistleri şimdinin burjuvaları. Toplumsal bir dönüşüm yaşıyoruz.
Gençler yalnız. Bu akışa kendini kaptırmayıp hala inancının mücadelesini verme derdinde olanlar yalnız. Bilhassa sanatta. Bunu birebir yaşıyoruz.
Sinemaya ilk başladığımız dönemlerde, dini hassasiyeti olan çevrelerde büyük bir dayanışma vardı. İlk filmlerimizi işçiden, memurdan, esnaftan küçük paralar toplayarak çektik. Doğru dürüst dindar ama bilinçli bir zenginimiz yoktu. Ama şimdi sene de beş on film çektirebilecek yüzlerce Müslüman iş adamı var filmlerimize sponsor bulamıyoruz. İşte size yalnızlığın açık bir göstergesi.
Tabii ki değil. Ama maddi imkansızlık pek çok insanın görmeye çalışmadığı gibi gerçek, belimizi kıran bir durum.
Son yaptıklarımızda bundan söz edebiliriz. Nitekim ne seyirci geldi filmlerimize ne festivallere sokabildik. Ortada toplumsal bir değişim de var. İtiraf etmem gerekir ki on yıl ara verdiğimiz dönemde bunu doğru okuyamadık.
Bu süreçte ticari sinema ile entelektüel sinema arasındaki yırtılma çok açılmış. Ya para kazanmayı düşüneceksiniz ya ödül. İkisinin de kriterleri farklı. Birinde hüngür hüngür ağlatma, kah kah güldürme ve aşırı gerilim var. Diğerinde, filmin oyunculuğundan, planlamasına, görüntüsünden, kurgusuna, senaryosundan müziğine akademik dil denemeleri. Bunlar birbirlerine taban tabana zıt şeyler. Biz bu ikisi arasında kaldık. İkisini de mecburduk çünkü. Herhalde bundan sonrakiler artık çok farklı olacak.
Atilla Dorsay'ın haklı olduğu taraflar var. Ama, yine her değerlendirmesine ötekiler hissini sezmemek mümkün değil.
“Kelebekler Sonsuz Uçar” filminin Çırağan Sarayı'ndaki galası için “Gel, konuşma yap, istersen eleştir.” dedim. Gelmedi. 'Ben bizimkilere ne derim' dedi.
Kuşkusuz, onların da haklı oldukları yanlar var. Hatalarımız elbette olacak. Ama o tür değerlendirmelerimizde de bazı komplekse dayalı yaklaşımları da görebilmek lazım.
Ben eleştirilere açık olduğumu düşünüyorum. Bu tür olaylara hem mesleki hem de kardeşlik duygusu içerisinde yaklaşan biriyim. Elbette eleştiri olacak. Ama sorun bu değil. Sorun bunun dışa vuruluş biçimi. Bir olayın sadece yanlışlarını değil doğrularını da ortaya koymak ve bunu dostça yapmak, saldırgan üsluplarla değil.
Bu tarz filmleri çekiyor olmak her şeyden önce bir duruş ifade eder. Kimileri, bunca yıl süren bu duruşa saygı duyuyor. Kimileri de kafasında şablon bir yere oturtup dışlıyor küçümsüyor. Bu olacak tabii. Önemli olan duruştaki samimiyeti kaybetmemek ve çok daha önemlisi onu dondurmadan çağın diline göre söyletmesini bilmek.
'Hayatımı değiştirdin' diyen çok dualar, mesajlar, mailler aldım ve alıyorum. “Yalnız Değilsiniz”, “ İskilipli Atıf Hoca” , “ Reis Bey”, “ Gönül Dosta Gider”, “ Anka Kuşu” bu konularda çok etkili oldu. Filmler sonrası İslami yaşantıya dönen hayatlar tanıyorum. Kabul etmek gerekir ki, merhum Çakmaklı ile birlikte yaptığımız filmler, sistemi ve inançlarını algılamada izleyen nesillerin kafalarında önemli parçalanmalar oluşturdu.
Bizim hayata karşı önemli şeyler söylemek gibi bir kaygımız olduğu için, insanlara örnek olarak göstereceğimiz başörtülü genç kızı iç çelişkileriyle anlatamazdık. Hep idealist ve mükemmel bir insanmış gibi gösterdik. Ama şimdi böyle düşünmüyorum. Şimdi bütün çelişkileriyle gösterilmesi lazım.
Evet. Bu da bir dram. Sinemadaki mevcut sanatsal yaklaşımla bir konuyu dini ölçüleri zedelemeden yansıtmak daima çatışmayı beraberinde getiriyor.
Sanatta doğal olmak önemlidir. Bir sevişme sahnesi gerekiyorsa çekinmemelisiniz. Ya da daha hafifiyle bir plaj görüntüsü. Ama, ahlaki kaygılarınız buna müsaade etmez. Çünkü, kötüyü gösterme çabasıyla da kötüye hizmet etmek gibi bir duruma düşebilirsiniz. Bediuzzuman bunu “Batılı göstermek için saf zihinleri bozmamak” şeklinde açıklar.
Bilmem. Yer yer olabilir tabii. O yüzden, her yaptığımızda Allah rızasını gözetmeye çalışırken yaptığımız sinemanın İslamî bir sinema olmadığına ısrarla vurgu yapıyoruz. Hataylarımız dine mal edilmemeli.
Bize geçiş sineması denebilir.