|
Prensin kumarı

Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman (MBS), görevi devralmasından sonraki ilk yurtdışı ziyaretini Mısır’a gerçekleştirdi. Mısır’ın ardından İngiltere’ye uzanan MBS, hem Arap basınında hem de Batı basınında günlerce boy gösterdikten sonra, atılan çok sayıda imza ve verilen sözle birlikte ülkesine döndü.



Kahire Havaalanı’nda Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah Sisi tarafından bizzat karşılanan MBS, adeta bir “velinimet” muamelesi gördü. Restorasyonunu Suudi Arabistan’ın finanse ettiği Ezher Camii’nde Sisi ile yan yana namaz kılan MBS, daha sonra Kıptî Patriği 2’nci Tavadros’u makamında ziyaret etti. Sıcak görüntülere sahne olan ziyaret, Suudi tarafı açısından bir ilkti. Dünya basını da Mısır temaslarını daha çok bu fotoğraf üzerinden okumayı tercih etti.

MBS ile Sisi yönetimi arasında gerçekleştirilen görüşmelerin ana teması, -tahmin edilebileceği gibi- bölgenin yeniden dizaynında Suudi Arabistan ve Mısır arasındaki yardımlaşma ve dayanışmaydı. Ekonomik içerikli anlaşmaların bile bu amaca hizmet için kurgulandığı dikkat çekerken, MBS’nin “Mısır örneği”ni taklitte epey istekli olduğu görülüyor.

“Mısır örneği”ni yakından incelediğimizde, karşımıza çıkan tablo şu: Muhalefetin tamamen bastırıldığı, alternatif olabilecek isimlerin susturulduğu, dinî kurumların ve şahsiyetlerin devletin emrine amade kılındığı, toplumda siyasetten bağımsız hiçbir dinî yorum ve yönelişe müsaade edilmeyen, dışarıya son derece açık, İslâmî kuralların “gelenek” düzeyinde yaşamasına izin verilen, ekonomiye kaynak yaratma adına ülkenin bütün değerlerinin pazarlık masasına sürülebildiği… bir düzlem.

Veliahtlığa atanmasından sonra yaşanan baş döndürücü gelişmelere bakıldığında, MBS’nin ülkesini birkaç yönden köklü biçimde değiştirmeye karar verdiği anlaşılıyor. MBS’nin “acil eylem planı” şu başlıklarla özetlenebilir:

1) Ulema sınıfının gücünü ve otoritesini yok etmek:

On yıllardır ulemanın inhisarında bulunan bazı konularda atılan radikal adımlar (kadınlara şoförlük izni verilmesi, sinema ve tiyatroya konan yasağın kaldırılması, kadınların kılık-kıyafetiyle ilgili devlet eliyle başlatılan tartışmalar vb.), tamamen bu amaca yönelik. 1932’de ülkenin kuruluşundan itibaren, Suudi devlet sisteminin iki ayağından biri olarak konumlanan ulema, siyasetin son aylardaki sert müdahaleleriyle ne yapacağını ve neyi konuşacağını bilemez bir pozisyona sürüklendi. Hâlâ halk nezdindeki etkilerini ve karizmalarını muhafaza eden mevcut yaşlı ulema kuşağı öldüğünde, MBS’nin eli daha da rahatlayacak. Genç kuşak, şimdiden siyasetin yanında saf tuttu bile.

2) Ülkenin turizm potansiyelini sonuna kadar kullanmak:

Mekke ve Medine dışarıda tutulursa, Suudi Arabistan’ın tarihî şehir ve bölgelerini ziyaret etmek şimdiye kadar zahmetliydi. Turistler için bu yönde bir teşvik olmadığı gibi, bazı yerlere ulaşım kasten engellenmekteydi. “Turist vizesi” uygulaması da bulunmadığından, dışarıdan rastgele gelip gitmek zaten imkânsızdı. Bundan sonra, ülkenin içindeki bütün turistik noktaların ziyarete açılacağı tahmin ediliyor. Burada, “Mekke ve Medine’ye gayrimüslimlerin erişimine de izin verilecek mi?” ve “Kızıldeniz kıyısında kurulması planlanan turistik şehirlerde alkole müsaade edilecek mi?” gibi pratik sorular akla geliyor. MBS, bunları şimdiden cevaplamış olmalı.

3) İsrail’le yakın ilişkiler geliştirmek:

MBS’nin son Mısır ziyareti sırasında, Mısır yönetiminin Suudi Arabistan’la İsrailli istihbaratçıları gizlice buluşturduğu haberleri geliyor. Birkaç yıldır, Riyad’la Tel Aviv arasında oldukça yakın bir teşrik-i mesainin yaşandığı biliniyor. ABD’nin bölgedeki bu iki müttefiki arasında hiçbir iletişimin bulunmadığını düşünmek de, zaten mantığa aykırı olurdu. ABD ya da İsrail’le kol kola girmek şimdiye kadar hiçbir İslâm ülkesini iflah etmediğine göre, MBS’nin siyasi istikbalinin hangi istikamete evrileceğini dikkatle takip etmek gerekiyor.

4) “İslâmî hareket” çerçevesine giren bütün yapıları yok etmek:

Müslüman Kardeşler Teşkilâtı’na karşı açılan çok cepheli savaş, bunun ilk işaretiydi. Katar’a yönelik abluka, bir diğer örnek. Özellikle Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) yönlendirmesiyle Türkiye’ye karşı gösterilen reaksiyon da buna eklenmeli. BAE-MBS ortaklığı, “bölgeyi İslâmî hareketlerden ve yapılanmalardan tamamen temizleyerek, seküler siyasetin önünde hiçbir itiraz odağı bırakmamak” olarak özetlenebilir.

5) Agresif askeri operasyonlarla, devletin gücünü göstermek:

MBS’nin en büyük riski bu alanda aldığı söylenebilir. Yemen’e yönelik olarak başlatılan ve kısa zamanda insani bir trajediye dönüşen operasyon, MBS’nin strateji geliştirme noktasında ciddi rehberliğe ihtiyacı olduğunu gösterdi örneğin. Eğer, Yemen’deki durum da bir rehberlik sonucu değilse tabii.

Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanmasından tam 100 yıl sonra, coğrafya yeniden dağılma ve sarsılma sürecine girerken, Suudi Arabistan gibi bir ülkenin nereye doğru savrulacağını izlemek, tarih adına epey öğretici. 2032’de, devletin kuruluşunun tam 100’üncü yılında, Suudiler kendilerini bakalım nerede bulacaklar…

#Suudi Arabistan
#Türkiye
#BAE
6 yıl önce
Prensin kumarı
Sen ne diyorsun?
Kara dinlilerle milletin savaşı
Osman Akkuşak
Haftanın ekonomik özeti ve beklentiler
Mülâhaza etmek