|
Yine ahlakın kökeni, yine din ve iman
ABD'nin küresel bir ahlaksızlığa hazırlandığı şu günlerde, Kürşat Bumin'in "biraz açmamı" istediği ahlakın kökeni konusu, özünde "iyi bir isteme" olduğu için, görüyorsunuz ki bereketlendikçe bereketleniyor. "İyi isteme" -müslümanların sözlüğünde "dua"- deyip geçmeyin; bu her ahlaki davranışın "maxim"idir.

Görüyorsunuz, bir kere girdiniz mi, çıkabilene aşk olsun!..

Ey okuyucu! "Pehlivan tefrikası gibi" demeyeceğine söz ver, devam edeyim!

Tamam, şimdi anlaştık; o halde devam...

"Doğa kavramı 'tanrı'nın karşıt kavramı olarak algılanınca, "doğal" sözcüğü "günahkar" anlamına gelmek zorundaydı. Bütün bu uydurmalar dünyası, köklerini, doğal olana (=gerçekliğe) karşı nefrette buluyordu..."

Nietzsche'nin feryadı bu; Deccal'da (Der Antichrist), delirmeden hemen önce gök kubbeye saldığı bir feryat... O, Pavlus Hıristiyanlığı'nın -Hz. İsa'ya rağmen- geliştirdiği hilkat ve fıtrat karşıtı söylemi böyle yerden yere vuruyor ve manifestosunun birinci maddesini şöyle kuruyordu: "Doğaya aykırılık günahtır".

Ve soruyordu: "öfkeyi, öcü, kıskançlığı, alayı, kurnazlığı, şiddeti tanımayan bir 'tanrı' neye yarar ki? Daha zafer kazanmanın ve yıkımın gerektirdiği çabalamanın baştan çıkarıcı zorluğunu bile tanımayan 'tanrı'... Kişi böyle bir 'tanrı'yı anlamazdı bile..."

Keşke Nietzsche İslam'ı tanısaydı. Gerçi o "Hıristiyanlık bizi Müslüman kültürün mirasından etti" diye yakınır ve Haçlıların savaş (o "yüksek korsanlık" diyor) açtığı İslam'ı "Soylu güdülerden kaynaklanıyordu ve yaşama evet diyordu" diye över. Ama hiç tanımadığı belli.

Önce kavramları aslına uygun tanımlayalım: İslam, insanlığın değişmez değerlerine vahyin verdiği addır. Bir mensubiyet değil, Allah-insan-evren arasındaki ilişkiyi, tasavvurdan başlayıp topluma kadar hayatın bütün alanlarında kuran bütüncül bir "ahlak sistemi"nin adıdır. Kur'an İslam'ın zirve vahyi, Hz. Peygamber İslam'ın peygamberler silsilesinin "mührü"dür.

Kur'an Hz. Peygamber'i hem tanıtır, hem inşa eder. Kur'an'ın tanıttığı Hz. Peygamber'e ilişkin ilk ve en önemli nitelik "ahlak"tır: "Şüphesiz sen yüce bir ahlaka sahipsin." (68.4) Bu, onun sonradan edindiği bir şey değil, vahiyden önceki halidir. Fakat aynı Kur'an, aynı döneme ilişkin olarak Hz. Peygamber için şu bilgiyi de verir: "Sen bundan önce kitap nedir, iman nedir bilmezdin" (42.52).

Yani "kitap nedir, iman nedir" bilmediği halde, "yüce bir ahlaka" sahip olmak...

Görüyorsunuz, vahiy kafaların karıştığı kritik bir konuyu açık yüreklilikle ele alıyor. Ama, vahyin ne dediğini tam öğrenebilmek için, ahlakın üç ayağını da yerine koymamız gerek.

İlk ayak, fıtrat; yani yaratılıştan gelen "ilahi format". Sözcüğün kökeni de "yaratılış"la ilgili. Bu insanın yaratılıştan gelen "ahlaki altyapısı"dır. Kur'an sözlüğünde, "ahlak" anlamına gelen "hulk", "yaratılış" anlamına gelen "hılk" ve "yaratılmış" anlamına gelen "halk", hep aynı kökene aittir.

Hz. Peygamber bu gerçeği şöyle vurgular: "Her insan islam fıtratı üzere doğar." Hadisin devamında, sapmanın daha sonradan, dış faktörler eliyle olduğu ifade edilir. Bu şu demektir: insan özü ve doğası itibarıyla iyiye yatkındır, esas ve dâimî olan budur. Bozulma ve kötülük sonradandır, ârızîdir.

Yine Hz. Peygamber'in insan doğasını okuyuşuyla ilgili ilginç bir hadis yer alır kaynaklarda: Kendisine gelip "iyilik nedir" diye soran birine, "Onu yaptığında içini ferahlatan, içinde huzur hissettiğin şeydir" der. Aynı adamın "kötülük nedir" sorusuna verilen cevap da şöyle: "İnsanlar o konuda sana fetva verse de işlediğinde içinin bir yerlerini yıkıp viraneye çeviren şeydir." (İbn Hanbel, 4/227)

Ama iki sorun var: Birincisi, altyapı olan fıtratı yıkılmadan, bozulmadan, çözülmeden koruyabilmek. İkincisi "yaratılış" (hilk) ve "yaratıklar" (halk) ile "ahlak"ı (hulk) birbiriyle barışık bir sistem halinde bir arada tutmak. Yani, altyapıya uygun bir üstyapı kurmak...

Bunu kim en iyi becerebilir?

İşte din ve iman bu noktada devreye girer ve bu sorunun cevabını verir: "Allah!"

"Neden Allah?" sorusuna vahyin verdiği cevap hazırdır: "Hiç Allah yarattığını bilmez mi?" (67.14) Vahyin amacı, hayatı, insan doğasıyla uyumlu bir ahlak zemininde inşa etmektir.

İşte tam bu noktada, ikinci ayak olan "iman"ın ahlaki tanımına ulaşıyoruz: "güven"... Evet, iman, insanın Allah'a güvenmesidir; O'nun yarattığını en iyi bildiğine, insanın iyiliğini istediğine, insanı sevdiğine, onun için en iyi-doğru-güzel olanı yaptığına. Bu güven, insanın Allah'a teslimiyetini (islam) getirir.

Üçüncü ayak olan din, bu güvenin ardından gündeme gelir. İman olmadan din olmaz. Din, kişisel imanı düzenleyen bir müessesedir. Eğer bu müessese yanlış ellere geçerse, kişisel iman (=güven) istismar edilir, hatta bir "afyon"a dönüştürülüp insanlar "uyuşturulur".

O halde önce "doğru din", sonra "doğru dindar"..

"Doğru din", insanın ontolojik altyapısıyla epistemik üstyapısını çatıştırmayan, aksine çakıştıran bir ahlak sistemidir. İnsanın ontolojik altyapısının mühendisliği kime aitse, herhalde insanın terbiye ve eğitime dayalı üstyapısının mühendisliği de aynı kapıya ait olmalıdır ki, bu ikisi arasında bir çatışma ve uyuşmazlık yaşanmasın. Kur'an altyapıyla üstyapı arasındaki bu ilişkiyi o kadar güzel açıklar ki, bana usulca aradan çekilmek düşer:

"Böylece sen, batıl olan her şeyden uzaklaşarak yüzünü kararlı bir biçimde doğru dine çevir ve Allah'ın insan doğasına nakşettiği fıtrata uygun davran; ki Allah'ın yarattığında bir yabancılaşma ve başkalaşmaya meydan verilmesin: bu doğru bir dinin (en yüksek) amacıdır; ama insanların çoğu bunu dahi bilmez." (30.30)

Bir virgül daha koysak mı acaba?
#Din
#İman
#Ahlak
23 yıl önce
Yine ahlakın kökeni, yine din ve iman
Tevradî bir mitin Kur’anî bir kıssa ile tashihi
i-Nesli anlaşılmadan siyaset de olmaz, eğitim de…
İç talebe ilişkin öncü göstergeler ilave parasal sıkılaştırmaya işaret ediyor!
Enerjide bağımsız olmak
Târihin doğru yerinde durmak