|
Ekonomik istikrarda faiz-kur ilişkisi

Dolara karşı TL’de yılbaşından itibaren %15 ‘in üzerinde bir değer kaybı söz konusu. Son dönemde kurda görülen bu hareketliliğin asıl nedenlerine bakıldığında; bölgemizdeki jeopolitik tansiyonun yükselmesinin yanı sıra Euro’daki zayıflamanın dolar endeksindeki yükselişi hızlandırması, 10 yıllık ABD tahvil faizinin yüzde 3’e yükselmesi, petrol fiyatlarındaki artış ve S&P’nin not indirimi gibi dışsal etkiler bariz şekilde görülebilmektedir.


Bununla birlikte, geçen hafta doların tırmanışa geçerek birden 4.20’lerden 4.40’lara doğru yol almasının altında ise, tümüyle ABD Başkanı Donald Trump’ın ülkesinin İran’la nükleer anlaşmadan ayrılacağını ve yaptırımların yeniden uygulanacağı açıklamasının yarattığı psikolojik etki yatmaktadır.

Dolardaki değer kazancı ile tüm gelişmekte olan piyasalarda satış baskısı hakim olurken, sadece TL’de de değil, Arjantin Pezosu’ndan Rus Rublesi’ne Güney Afrika Randı’ndan, Hindistan Rupesi’ne hatta Endonezya Rupiah’sine kadar bir çok gelişmekte olan ülke para biriminde değer kaybı yaşandı.

Türkiye’de TL’nin değer kaybının diğer gelişmekte olan ülkelerden daha hızlı olmasında, ülkemizin erken seçim sürecine girmesi, verilen seçim vaatlerinin bütçe dengesinde bozulmaya yol açacağı endişesi, yapılan harcamaların enflasyonist etkisi vb. nedenlerle Merkez Bankası’nın acilen önlem alması gerektiği beklentisi piyasalarda oluştu.

Ancak, Merkez Bankası faiz artışını beklentilerin altında tutarak, hafta başında dövizdeki aşırı hareketliliği durdurmak için önce zorunlu karşılık oranlarını değiştirdi. Böylece 2,2 milyar doları bankaların kullanımına vererek piyasalardan 6,4 milyar lirayı süreç içerisinde çekmiş oldu.

Ayrıca, rezerv opsiyonu mekanizması kapsamında da döviz imkan oranının üst sınırını yüzde 55’ten yüzde 45’e düşürdü.

Hafta sonuna doğru da doların bu yükselişine karşın, Merkez Bankası’nın, zorunlu karşılık düzenlemesinin ardından, iki önemli adım daha atması kısmen etkili olurken, esas etkiyi Sayın Cumhurbaşkanı’nın başkanlığında ekonomi kurmayları ile yaptığı toplantı gösterdi. Bunun sonucunda da dolar tekrar 4.26 liranın altına indi.

Hemen devamında da TL depoları karşılığı döviz depoları ihale tutarı 1.5 milyara yükseltilerek, ikinci çeyrekte gerçekleştirilecek TL uzlaşmalı vadeli döviz satım ihalelerinde 1 aylık vadede ihale tutarı 250 milyon dolara yükseltildi.

Dolayısıyla, dolarda geçen hafta olağanüstü durumlar yaşanmasına rağmen, Merkez Bankasının tek çözüm olarak faiz silahına başvurmamasına piyasalar olumsuz yönde önemli bir tepki vermedi.

Ayrıca, faizi artırmak kuru düşürmek için tek başına yeterli olabilseydi, Arjantin yıl başından beri faiz oranını defalarca artırmasına rağmen, dolara karşı Arjantin Pezosu’ndaki değer kaybı yüzde 17’lerde olmazdı. Makro dengeleri tamamen bozulan bu ülkenin yönetimi, ekonomik sıkıntıya düşülmesine engel olamadılar ve Uluslararası Para Fonu (İMF)’ye tekrar borç almak için başvurdular.

Ülkemize gelince küresel koşulların olumsuzlaşması ve bölgemizdeki jeopolitik gerginliklerin artması ekonomimiz üzerinde elbette baskı oluşturmaktadır. Fakat ülkemizde bir kriz söz konusu değil, hep söylüyoruz kriz olması için makro dengelerde önemli bir bozulmanın olması gerekir.

Örneğin; büyümenin eksiye dönmesi, Merkez Bankası rezervlerinin erimesi, iç ve özellikle dış borcu çevirmede sıkıntı olması, işsizlikte artış görülmesi, hiper enflasyon gibi olumsuz etkilerin eş anlı olarak görülmesi gerekir. Halbuki ülkemizde bu olumsuz göstergelerin hiçbiri yoktur. Aksine, 2017 yılında yüzde 7,4 büyümüş bir Türkiye, yine 2018 yılı ilk çeyrekte tahmini olarak aynı seviyelerde büyüyen bir Türkiye var. Her ay ihracat rekorları kıran, istihdamda giderek daha iyi olan bir Türkiye var.

Hükümet bugüne kadar bütçe disiplinini elden bırakmadı. 2017 yılında referandum vardı, yüzde 1,5 bütçe açığı oluştu. 2018 yılında da tahmini yüzde 1,8 civarında bir bütçe açığı söz konusu olacak.

2018 yıl geneli için cari açıkta olumlu ve destekleyici en önemli kalem elbette ihracat olacaktır. İhracattaki güçlü seyir, KGF’den dolayı kredilerdeki sıra dışı genişlemenin yerini normal artışa bırakıyor olması ve altın ithalatındaki normalleşme gibi unsurlar cari işlemler açığını iyi bir senaryoda yüzde 5’in altına getirebilir.

Son dönem gelişmelere baktığımızda, cari açığın finansmanı için portföy yatırımlarının payının artması ve uzun vadeli sermaye girişlerinin görece olarak istikrarlı bir seyir izlemesi önemli.

Dış borcun yapısı ise, ağırlıklı olarak özel sektör yani bankacılık ve reel sektör üzerinde bulunuyor. Bankalarımız ve reel sektörümüz yüzde 100, hatta daha fazla oranda borçlarını çevirebiliyor. Bu da ülkemize ve bankalarımıza olan güveni gösteriyor. Türkiye, dış ticaret işlemleri yaptığı müddetçe zaten bankalar sendikasyon kredisi kullanmada zorlanmayacaktır.

Dış kaynağa erişim konusunda da miktar ve çevirme oranları açısından hali hazırda herhangi bir sorun gözükmüyor.

Sonuç olarak, enerji ve petrol fiyatlarında yukarı yönlü fiyat artışları başta olmak üzere, küresel ekonomi politikalarına ilişkin belirsizlikler ve özellikle ticaretteki korumacılık eğilimleri, maliyet kanalından bizim gibi enerji ithalatçısı ülkeleri etkileme riski taşıyor.

Ancak, Türkiye makro ekonomik dengeleriyle bu süreçten daha az etkilenerek çıkacaktır.

#Ekonomi
#Faiz
#Bankacılık
6 yıl önce
Ekonomik istikrarda faiz-kur ilişkisi
Efendimiz’in (sav) Zekatı-1
Milyonlar milyarlar havada uçuşuyor
Sandık başına giderken…
Operadaki Hayalet’in “kehaneti” gerçekleşirse…
Ayasofya’yı açan adama vefa zamanı