|
Polis devletinin gücü

Devlet, hiç şüphesiz ki, en büyük güç merkezidir. Ama bu gücün kaynağı da milletin kendisidir. Çünkü devlete vücut veren, millettir. Ülke sathında devlet gücünün temsilcisi olan emniyet kuvvetleri de, millet varlığından aldıkları gücü millet adına kullanırlar, bu güçle devleti ve milleti ayakta tutmaya çalışırlar.

Kaldı ki devlet, sadece güçle değil, daha çok hukukla ayakta durur; hatta asıl gücünü de ülkede egemen kıldığı hukukî yapısıyla belli eder. Bu itibarladır ki, medenî dünyada "polis devleti" kavramı, hukuksuzluğun ve keyfîliğin ifâdesi anlamında kullanılmaktadır.

Son yıllarda ülkemiz, sanki polis devleti olma anaforuna yakalanmış gibidir. Hukuk, şahıslara göre farklı işleyen bir mekanizma gibi görünüyor, bu yüzden keyfîliğin sınırlarını aşmakta zorlanıyor. Tayyip Erdoğan''ın bir şiir yüzünden siyasî hayatı bitirilirken, Onur Kumbaracıbaşı''nın "Silahlarınızı yağlayın!.. Kılıçlarınızı bileyin!.. Artık savunma yapmayacağız, hücum oynayacağız!.. Seçime mücadele içinde gireceğiz!.. Sonuna kadar mücadele!.. Kuvay-ı milliye inancıyla!.." şeklindeki sözleri itibar görebilmekte, hukuk da bunu seyredebilmektedir.

Hukukun siyasallaştığı bir ülkede, polis gücünün ortaya çıkması da kaçınılmazdır. Nitekim her alanda polisiye tedbirler öne çıkmaya başladı. Eğitimde, siyasette, ekonomide, hatta dinî hayatta bile "polis egemen" bir ülke haline geldik. Cuma namazlarımızı bile polis nezaretinde kılmaya başladık. Sonunda polis de, gücünü göstermeye başladı. Artık itip kakmalar, erkek kadın ayırımı yapmadan coplamalar, yumruklamalar, yerlerde sürüklemeler kanıksanır hale geldi. Trafik suçu işleyenlere bile meydan dayağı atılır oldu. Dersine girmek için okulunun önünde bekleşen öğrenci grubunun arasına celâdetle dalıp onları çil yavrusu gibi dağıtmak, polislik marifeti sayıldı. Bunları görüntülemek isteyen medya mensupları da hakaretlerle ve tekme tokatla pasifize ediliyor. Gariptir ki, basın câmiasının buna bir tepkisi de görülmüyor. Herhalde varlığı arzu edilmeyen belli bir kesimi imha için polis güç kullanıyorsa, buna göz yummak gerektiği düşünülüyor olmalı. Ama bilinmeli ki; keser döner, sap döner, gün gelir hesap döner!

Devletin en önemli işlevi, herhalde kendisine vücut veren vatandaşlarını kendine düşman hale getirmemektir. Onları sindirmeye, yok etmeye çalışmamaktır. Aksine onları daha aktif hale getirip ülkeye yararlı olmalarını sağlamaya çalışmaktır. Ne hikmetse bizdeki uygulamalar, sanki milleti devletle karşı karşıya getirmeye hizmet etmektedir. Halbuki baskı ve zulüm, sadece düşmanların sayısının çoğalmasına hizmet eder.

Güneydoğu''da yıllardır yaşanan bir sıkıntı var. Bu sıkıntının, Apo''nun yakalanmasıyla biteceğini sanmak, hayalperestliktir. Oradaki insanların, devlet kurumlarına karşı belli bir tepki birikimine sahip olduklarına şüphe yok. Asıl görev, onları devletle-milletle barıştırıp kaynaştırmaktır. Ama oradaki bu sıkıntı yetmezmiş gibi, başka tepki grupları da yaratıyoruz: Dindarları küstürüyoruz. Öğrencileri küstürüyor, işçileri, memurları küstürüyoruz. Kadınları küstürüyor, câmisinde ibâdet eden insanları küstürüyoruz. Yapılan akıl almaz baskılar neticesinde bu kesimlerde bir tepki duygusu oluşmadığını düşünmek, başını kuma gömmektir.

Adeta küskünlerden mürekkep bir millet yaratmışız. Devlet, küskünler milletinden nasıl güç alacak? Küskünler milletinden nasıl bir devlet vücut bulacak? Polis, suç işleyen insanlara mani olmak için vardır. Polisin küskünler ordusu yaratmak için kullanılması, devletin işi olmamalıdır. Polis gücü, esasen devletin zayıflığını da gösterir. Devletin, polisi değil, hukuku güçlü olmalıdır. Aslında her vatandaşın vicdanı ve inancı polis haline getirilmeliydi. Böylece Emniyet''teki polisin görmediği yerlerde yaptıklarına, vicdanındaki polis engel olmalıydı. ABD''de elektriğin bir saat kesilmesiyle mağazaların yağmalanması olayı düşünmeye değer görülmeliydi. Ama vicdanı öldürüp inançlarla da savaşa başlarsanız, iş sadece emniyetteki polis gücüne kalır ki, o da millete huzur vermeye yetmez.

Milletten alınan güçle milleti sindirmek, âdil ve kalıcı bir sistem değildir. Tarih, "milletin tanrısı benim, ben yaşatır, ben öldürürüm" diyen firavunları da tanıdı, o milletin ''Musa''sını da! Birinin görevi yok etmekti, öbürününkü yaşatmak! İnsanları yaratan da, onları yaşatmayı düşünenlerden yanadır. İktidarını sürdürmek için dünyaya gelen her çocuğu kesen Firavun, iktidarını asıl elinden alacak olan Musa''nın, kucağında büyümesine mani olabildi mi? Safları iyi düşünüp seçmeli; Firavun''un yanı mı, yoksa Musa''nın, dolayısıyla Allah''ın yanı mı?

25 yıl önce
Polis devletinin gücü
Efendimiz’in (sav) Zekatı-1
Milyonlar milyarlar havada uçuşuyor
Sandık başına giderken…
Operadaki Hayalet’in “kehaneti” gerçekleşirse…
Ayasofya’yı açan adama vefa zamanı