|
Mucize gibi bir şey

Annesi “Yarın teyzenlere gideceğiz” dediğinde, Ayşe çok sevinmişti. O gece bebeğine büyük bir gülümsemeyle sarılarak yatağına uzandı.


Çok sık gitmezlerdi ama her gidişlerinde limonata ve kuru pasta yerlerdi. Teyzesinin evinde kalorifer vardı. Odunla kömürle uğraşmazlardı. Kül, toz, duman olmazdı. Evin bütün odaları ısınıyordu. Koridorda hatta banyoda bile kaloriferin ısıtan demirleri bulunuyordu.

Teyzesinin oğlu Oğuz, Ayşe’den sadece bir yaş büyüktü ama o kadar çok oyuncağı vardı ki… O oyuncakları iki tane büyük koli içinde duruyordu. Ayşe o kadar bol oyuncağı görünce, her seferinde ilk defa görmüş gibi şaşırırdı.

Zile basınca kapı hemen açılmadı. “Kim o?” diye bir ses geldi. “Biz geldik” dedi annesi. Kapı açıldı. Asansörle yukarı çıktılar. Çok garipti. Kutu gibi bir şey, daracık. Düğmeye basınca kendi kendine yukarı çıkıyor. Az sonra kapı açıldı, teyzesi karşıda duruyordu. Oğuz da yanından bakıyordu. Sarıldılar, teyzesi onu yanaklarından öptü.

Annesiyle teyzesi konuşmaya başladıklarında hiç durmuyorlardı. Ne çok şey vardı konuşacak.

Oğuz oyuncaklarını getirdi. Kutuyu devirdi, halının üstüne döküldü hepsi.

Bir oyuncakçı dükkânından daha fazla oyuncak vardı. Çeşit çeşit. Çoğunun pahalı olduğu belliydi.

Ayşe’nin birkaç oyuncağı vardı. Bir tanesi bez bebek. Bir tane zıplayan kurbağa. Kurbağanın ince ve uzun bir hortumu vardı, ucundaki plastiği sıkınca, kurbağa zıplıyordu. Günün birinde hortumun ucundaki ufak top gibi plastik yarıldı. Ne kadar güçlü sıkılsa da artık zıplamıyordu. Ayşe onu çıkardı, hortuma üfledi, kurbağa yine zıplamaya başladı. Ne zaman zıplatmak istese, üfürüyordu.

Birkaç oyuncağa daha sahipti. Biri boş bir kolonya şişesi, ipliği bitmiş birkaç tane makara. Ayrıca kendi başına veya arkadaşlarıyla evde oyun oynamak istediğinde, annesinden mandal isterdi. Mandalları uçlarından birbirine ekleyerek, balık yapıyordu.

Oğuz arabalarla oynamayı seviyordu. Ayşe ise arabalardan hoşlanmıyor, hayvanları çok seviyordu. Yüzlerce oyuncak içinde bir tane plastik ördek çok ilgisini çekmişti. Ortaya dökülen bütün oyuncaklar arasında belki en ucuzu, en basiti oydu ama Ayşe o ördeği çok sevmişti.

Oğuz elinde birkaç arabayla içeri gittiğinde, Ayşe ördeği eline alarak teyzesinin yanına gitti.

“Teyze… Bu ördek benim olsun mu?”

Çekinerek sormuştu. Bugüne kadar hiçbir yerde gördüğü bir şeyi istememişti. Hoş bir şey olmadığını söylerdi annesi. “Sakın” derdi, “kimseden bir şey isteme kendin için.”

O yüzden teyzesine o soruyu sorarken, annesine hiç bakmamıştı. Çekinmekte haklıydı.

Teyzesi hiç düşünmeden cevap verdi. “Olmaz. O ördek Oğuz’un…”

Ayşe, elindeki ördeği yavaşça halının üstüne bıraktı. İçeriye gitti, kapıdan Oğuz’a baktı.

Oğuz kendi halinde oynuyordu. Oyuna iyice kendini kaptırmış, ağzından tükürükler saçarak araba sürüyordu. Kırmızı öne geçiyor, arkadan mavi araba yaklaşıyor, onu geçiyordu. Sonra diğeri…

Hiçbir şey söylemeden annesinin yanına döndü. Eteğinden biraz tuttu. Başını yasladı. Onlar yine konuşuyorlardı.

Oğuz’un araba yarışı bitmiş, karnı acıkmıştı. Az sonra onların yanına geldi.

“Hah, geldin mi yavrum?” dedi teyzesi, “Önce güzelce karnınızı doyurun da sonra beraber oynayın hadi.”

O sırada Oğuz, ayağına takılan ördeğe bir tekme savurdu. Ördek top gibi masanın altından geçti, köşedeki koltuğun altına saklandı.

Oğuz’un haberi yoktu ördeği istediğinden. Belki ona sorsa, al senin olsun diyecekti. Böyle tekme savurduğuna göre, onun için pek kıymeti de yoktu galiba. Sevmediği belliydi. O arabaları, olduğu yerde dönüp duran treni seviyordu.

Fakat aynı soruyu tekrar sormak içinden gelmedi. Bir defa sormak bile çok zordu. Ama ağzından çıkmıştı işte. Ördeği çok sevmiş, çok gönülden istemişti. Ve ağzının payını almıştı. Kendine kızdı. İçindeki kıpırtı söndü. Bir şeyler kırıldı. Yapıştırılamayacak şekilde kırılmıştı hem de.

Oğuz’la karşılıklı oturup börek yediler, sarı gazoz içtiler. Gazoz da ördeğin rengindeydi.

Ayşe az sonra “Gidelim” dedi annesine. Annesi duymadı. Eteğinden çekiştirdi.

“Anne, gidelim artık.”

“Tamam yavrum, birazdan…”

O ‘birazdan’ın hemen gelmeyeceği belliydi. Oğuz yine kayboldu.

Ayşe gidip köşedeki koltuğa oturdu. Biraz sonra uyumuştu. Annesi üstüne hırkasını örttü.

Uyandırıldığında ne kadar vakit geçtiğini fark etmedi. Yolun sonuna doğru, trafik tıkandı. Ya ileride ufak bir kaza olmuştu, ya bir kamyon geri geri çıkmaya çalışıyordu. Dolmuş, önündeki arabaların arkasında durduğu yerde çalışıyordu. Düt düt kornalara basanlar, camdan kolunu çıkarıp sallayanlar, yolun açılmasını sağlamıyordu. Trafiğin kendi kuralları vardı. Kornaya basmayla, el kol sallamayla açılmıyordu. O anda, Ayşe hareketlendi. Birden bire heyecanlanmıştı. Yol boyunca hiç konuşmayan, hep camdan dışarı bakan Ayşe bir anda harekete geçmişti. “Ördek, ördek…” diye bağırıyordu. Kolunu camdan dışarı uzatmış, parmağıyla az ötedeki ördeği gösteriyordu.

Apartman kapısının yanında duran oyuncak ördeği. Aynı ördek. Tıpatıp aynı. Rengi bile. Üstelik daha yeni.

O sırada yoldan geçen kahverengi kıyafetli bir bekçi, onu duymuştu.

“Ördeği mi istiyorsun?” diye sordu. “Kaç gündür burada duruyor…”

Cevabını beklemeden iki üç adımda alıp getirmiş, sarı gazoz rengindeki ördeği Ayşe’ye uzatıyordu.

“Al bakalım…”

Ayşe ördeği aldı. Kocaman gülümsedi. Kucağına bastırdı. Bekçi çabucak uzaklaşmıştı.

Annesi ne diyeceğini bilemedi. Donup kaldı. Mucize gibi bir şeydi bu. “Ördek, ördek” dediğinde onu sayıklıyor sanmıştı ilkin. O anda onun da dili tutulmuştu. Ayşe, ördeği kucağında sımsıkı tutarken, trafik açıldı. Artık, nasıl gönülden istediyse…

#İnsan
#toplum
5 yıl önce
Mucize gibi bir şey
Kara dinlilerle milletin savaşı
Ne olacak bu anne babaların hali?
Seçim sonrası ekonomide manzara nasıl?
Amerikan siyasetinin İsrail ‘trajedisi’
Jeopolitik sürpriz: ABD, Rusya ve İsrail nasıl anlaştı?