|
Kalleşlerin oyunu

Askerimizin Afrin’e girmesine karşı çıkıyorlardı.

Fena halde endişeliydiler.

Neredeyse ‘girmeyin’ redifli şiirler yazacak, meyan kısmı “Afrin’de ne işimiz var” olan şarkılar yapacaklardı.



Var olsunlar, payidar olsunlar, askerlerimizin onlara kulak asacak hali yoktu.

Endişeli muhterisler, karar vericiler üzerinde etkili olmadı.

Kararlı şekilde yürüdü yiğitlerimiz.

Önce hilal oluşturuldu, sonunda Afrin bütünüyle alındı.

Düz bir hat halinde ilerlemek de mümkündü belki.

İşin sırrı, estetiği hilalde.

Biz hilalsiz yapamayız.

*

Afrin alındıktan sonra evvelce karşı çıkanların çark ederek kutlama cümlelerinin gölgesine sığınmaları çok çarpıcı.

Önceki sözlerini hatırlamıyormuş gibiler.

Unutmuş olabilirler.

Hatırlatanlara da verecek cevapları yok.

Bir heykeltıraş çıksa da bunların heykelini yapsa.

Yüzsüzlüğün heykeli.

Başın iki tarafı da aynı; önü de bir, arkası da.

Ne yandan bakılırsa bakılsın hep ense görünüyor, yüz görmek imkânsız.

Çünkü yüz yok.

Dedik ya, yüzsüz.

*

Afrin’de işimizin çok olacağını düşünüyorduk.

Askerlerimiz orada zorlanacak zannediyor ve çapulcuları kolayca def etmeleri için dua ediyorduk.

Dualarımız kabul oldu.

Ellerinde emperyalist devletlerin bedava verdiği güçlü silahlar olmasına rağmen, teröristler arkasına bakmadan kaçtı.

Tanksavarlar, uçaksavarlar bir işe yaramadı.

O çapulcuların Afrin’i nasıl terk ettiklerini gören siviller, gazetecilere anlatıyorlar:

“Fareler gibi kaçtılar…”

“Köpekler gibi kaçtılar…”

*

Kaçarken her zaman yaptıkları gibi kalleşçe tuzaklar bırakmayı ihmal etmemişler.

En hassas yerden vurmak istediklerini görüyoruz.

Oyuncaklara ve Kur’an-ı Kerim’lere patlayıcı bağlamak, en fazla hoşlandıkları yöntem olsa gerek.

Yerde Kur’an gören Mehmetçik, onu alıp kaldırmak isterken bomba patlıyor.

Evine dönen siviller, duvardaki Mushaf’a el uzatıp almaya çalışırken, masum çocuklarsa gördüğü oyuncağı alırken patlıyor.

Elbette bunu bilmek ve çok dikkatli davranmak gerekir.

Çocukları özellikle tembihlemek gerekir.

Tedbirli olmak gerekir.

Ama yere atılmış bir Kur’an-ı Kerim görünce, bir an evvel almak ister o kitaba inanan herkes.

Çocuklar gibi tedbiri unutuverir.

O tuzakları kuranlar, bunu gayet iyi biliyorlar.

Kur’an-ı Kerim’i yerde görmeye dayanamadığımızın farkındalar.

*

Ana babamızın, ninemizin dedemizin ve hocamızın bize ilk öğrettiği, Kur’an-ı Kerim’e hürmet göstermektir.

Kaşık tutmaktan önce bunu öğreniriz.

Kur’an-ı Kerim’i alıp kucaklarız, yerinin başımızın üstünde olduğunu biliriz.

İlelebet kalacak olan odur.

Biz, er ya da geç gidiciyizdir.

Üç gün erken yahut beş gün geç fark etmez.

İnsanlığa gelen son kitabı sahiplenmek ve ona lâyık olduğu hürmeti göstermek isterken şehit düşenlere ancak gıpta edebiliriz.

#AFrin
#Kur’an-ı Kerim
#PKK
6 yıl önce
Kalleşlerin oyunu
Teverruk ve vadeli işlemler
Kara dinlilerle milletin savaşı
X’e kısıtlama an meselesi
Musevî bir yasadan Kızıl Düve miti üretmek
Sosyal çürüme yazıları 2: Her türden bağımlılıklar cumhuriyeti