|
Fotoğraftaki şair

Oda içinde volta atmaktan yorulunca fark ettim bir o yana bir bu yana yürüdüğümü. Hiç böyle yapmazdım. Ama daha önce hiç kırk yıllık arkadaşımı kaybetmemiştim.

Hz. Ömer Camii avlusunda “Nasıl bilirdiniz?” sorusu geldi hocadan.



Aziz arkadaşım, can kardeşim musalla üstünde boylu boyunca yatarken.

Cemaat hep bir ağızdan “İyi bilirdik” cevabını verdi.

Fakirse şöyle dedi: “Çok iyi bilirdik.”

Hem iyi bir insan, iyi bir Müslüman olduğuna şahitlik, hem de bilmekliğimin niteliği… Üç kelimelik özet.

Çok, zaman bakımından ve yakınlık bakımından...

O kadar ki Ulubatlı, burçlara sancağı dikmek üzereyken, Selman Cahit, İstanbul’un fethine tarih düşürmeye çalışıyordu desem, bir miktar mübalağa sayılır.

Namazını kıldıktan sonra arabasına bindirdik, kendi ellerimizle toprağa verdik.

“Ey kara toprak” dedim o sıra, “sana öyle değerli birini emanet ediyoruz ki, kıymetini bil.”

Kimse duymadı ama eminim toprak duymuştur söylediğimi. En azından anlamıştır, hissetmiştir.

*

Aramızda çok konuşmuştuk. Kimin önce gideceğini bilmediğimizden, ara sıra takılırdık birbirimize.

“Bana bak, öleyim falan deme… Dikkat etmiyorsun sağlığına. Ne helvana dokunurum, ne tek satır yazarım.”

“Sanki sen çok dikkat ediyorsun da…”

Ölmek, insanın kendi elindeymiş gibi takılırdık.

Hocaya sormak lazım, kişinin çok yakın arkadaşının arkasından birkaç satır yazması gıybete girer mi?

*

Cenazeye eski dostların çoğu katıldı; hepsine Rabbim uzun ve sağlıklı ömür versin.

Selman Cahit, Yeni Şafak’ın ilk yıllarından itibaren emek verenlerden.

Nusret Özcan’la beraber kültür sanat editörlüğü yaptı, tashih servisinde Ramazan Eren’le beraber yanlışları düzeltti, bilgi işlem servisi sorumluluğunu üstlendi… En son bulmaca işine demir attı.

Ama her şeyden önce şairdi.

Hem de esaslı bir şair.

Öyle ki “Şiirle de ilgilenirdi, şiiri severdi” gibi sözleri duysa, kalkıp gelir “Ne diyorsun sen? Ben bu işe ömrümü verdim” diye çıkışır.

Selman’dan bahsederken öyle söylemek, Recep Tayyip Erdoğan için “Siyasetle de ilgilenirdi” demekle bir.

*

İncecik, dal gibi bir delikanlıydı. Yıllar içinde koca bir çınar oldu.

Piyasada pek bilinmeyişi, münzevi hayatı tercih ettiğinden.

Paraya pula önem vermez, şan şöhret peşinde koşmazdı.

Bırakın koşmayı, yürümeyi bile tercih etmezdi.

Şairlik taslamazdı çünkü has şairdi.

Nasipse, bulmaca işini kızı Ahsen devam ettirecek bundan böyle.

Ufak bir tavsiyede bulundum ona.

Dedim ki ilk soru, “Fotoğraftaki şair” olsun, cevabı da “Selman Cahit”.

“Tamam amca” dedi.

Bilmiyorum, ne gün çıkacak. Belki bugün.

*

Gençliğinde tek başına bir çay bahçesine gittiğinde bile, iki çay söylerdi.

Birini içer, diğeri kalırdı.

Soranlara diğer çayın, sevdiği için olduğunu söylerdi.

“Gelmedi…”

“Bir gün gelecek. Mutlaka.”

“Kim o? Tanıyor muyuz?”

“Tanımazsınız. Henüz ben bile tanımıyorum. Adı Gülrumah.”

Diğer çaylar hep soğudu fakat günün birinde geldi beklenen.

Adını önceden verdiği sevdiğiyle evlenmeleri için izin verilmediğinden el ele kaçtılar.

Kaçtıklarında, onun asıl adını bilmiyordu. Hep Gülrumah dedi ona veya kısaca Gül.

Fedakârlık abidesi Gül ve Selman’ın üç kızları oldu, üç de torunları.

Birçok dertleri ve birçok dostları.

Babası Önal Vasıf’ı erken kaybettiğinden kendi hesabına göre son on yıl için “uzatmalara geçtik” derdi.

Mustafa Cambaz’la çok iyi anlaşırlardı.

Şimdi öte yakada buluşmuş, halimize gülüyorlardır.

Gülün bakalım, gülün… Sanki biz gelmeyeceğiz.

#Fotoğraf
#Şair
6 yıl önce
Fotoğraftaki şair
Haftanın ekonomik özeti ve beklentiler
Mülâhaza etmek
Siyasetçileri bürokratlara kurban etmek
Musallada bir sosyolog daha… Vehbi Başer’in ardından
Taşkent’in öbür yüzü