17 Mayıs 2013 tarihini sizlere bir kez daha hatırlatmak isterim.
Yağmurlu bir günde Beyaz Saray’da Amerikan ve Türk heyeti arasında yapılan görüşme, Suriye’deki sözde ABD/Türkiye işbirliği bağlamında bir milat olmuştu.
O randevuya Türk heyeti adına katılan bir isim, ilerleyen tarihlerde yaptığımız bir sohbette bana masada konuşulanlar hakkında iki başlık vermişti:
O uğursuz tarihten itibaren, ABD’nin açıklanmamış Türkiye politikası şöyle gelişti:
Bandı geriye sarıp yaşanmışlıkları şöyle bir gözünüzün önüne getirdiğiniz takdirde, geriye bu çıplak gerçekten başka bir şey kalmıyor.
Afrin’e yönelik ‘Zeytin Dalı’ operasyonunun sürdüğü günlerde bu konuyu niye mi tekrar hatırlattım?
Şu nedenle:
Bu noktaya gelene kadar, geride bıraktığımız upuzun bir süreç yaşandı ve bu süreci doğru bir biçimde okumadan bu harekâtın ne anlama geldiğini anlamak kolay olmayacaktır.
ABD yönetimi, 2013 Mayıs ayında Türk heyetine deklare ettiği ama o görüşmeden çok daha önce başlattığı Suriye politikasını üç eksende yürüttü:
Ankara, bu melaneti tam da sıraladığım üç başlık üzerinden gördükten sonra, Suriye politikasında adını açıklamadan yeni bir manevra geliştirdi.
30 Eylül 2015 tarihinden itibaren Suriye’ye askeri varlığı ile girip yerleşen Rusya ve İran’la temasa geçerek kendisine yeni bir istikamet belirledi.
Bu kaçınılmazdı.
Neden derseniz, ABD’nin yeni Suriye politikasının birinci hedefi, Türkiye’ye kaybettirmek üzerine inşa edilmişti.
Rusya ve İran’la sağlanan temas sonrası, sınırın güneyindeki PKK oluşumu, Ankara açısından karşı konulması gereken birincil tehdit/tehlike haline geldi.
Bugünlerde devam eden Afrin harekâtı kapsamında sarf edilen;
Fırat Kalkanı, İdlib ve devamında sürmekte olan Zeytin Dalı harekâtının hedeflerinden biri de, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın önceki gün yaptığı konuşmada dillendirdiği şu sözlerde saklı:
2011’den itibaren büyük acılar yaşayan Suriye halkına can suyu taşıyan politikalara sahip tek ülke Türkiye oldu.
Bu masum insanlara, evlerine dönebilme umudunu canlı tutabileceklerini gösterebilen tek ülke de Türkiye oldu.
Onu kastediyorum.
Zaten bu sözü, bu duruşu hangi sözle anlatabiliriz ki?