|
Bereketli bir tohum gibi

Şimdi iftar sofrasına birlikte oturduğumuz, aynı bahçeye bakan altlı üstlü pencerelerden birbirimize seslendiğimiz şairin mısralarında ikindi vaktinin girişini bekliyorum. Dünya sert, acımasız, dünya savaş yeri. İç dünyamız ise mücahedenin merkezi.



Kimi için dünya içerilerden işitiliyor evet. İçten içe büyüyor insan, dünyadan devirlerce ihtiyar, kendi çocukluğuna bakıyor. Kemalat tamamlandıkça kendi kitabını okurken yazıyor, Yunus misali kendi Kuran oluyor, Kuran kendi içinde.

Biz geceleri uyanığız. Altın güneşler doğuyor karanlığın içinde. Sabrediyoruz. Yoğrula yoğrula, insana gelme niyetiyle kıyam ediyoruz.

Geceleyin şairin kalemi defterde secde ve kıyam ederken (onun kadim şiiri elbette kalem ile kağıt ile yazılıyor!) alt katta tuşlarımla eşlik ediyorum onun iç sesine. Her birimiz beş vakitler boyunca döne döne kendi alfabemizde!

İftardan sahura, seherin serin rüzgarıyla bahçede açmakta olan manolyanın bembeyaz çiçeklerini, ıhlamurun keskin kokusunu çekiyor gönlümüze anlam tanecikleri. Yaprakları hışırdatıyor kelimelerimiz.

Heceler, kafiyeler, imgeler kımıl kımıl çimlerde, sabah çiğinde. Geceyi gündüzden, sonra yine gündüzü geceden, mecazları içe içe, hep şiirin içinde.

***

“Tek bir kelime içindir şiir” diyen şair, “Kelimeler söze gelmeden / Dokunurlar Aşka / Ve öyle gelirler / Şiire / Tek bir Aşk için” diyor. (Kıyametten önce son defa belki bir ilk olarak şimdi- Turgay Özen, Hayy Kitap 2018) Onun mısralarını şimdi nasıl bir cezvede usul usul demlendiriyorsam, telvesinde suretlerini görüyorum bana eşlik eden canlı sözlerin.

Çocukluğumun yapayalnız iftarları benim için seyirlikti sadece. Rutubetli yaz akşamlarında İstanbul’un. TRT’nin siyah beyaz yayın yapan kanalında hep aynı ses olmuştu anam babam yerine dua ederek bana el açtıran: “Yarabbi senin rızan için orucumuzu tuttuk, senin rızan için orucumuzu açıyoruz, hamdolsun verdiğin nimetlere, sağlık ve afiyetle...”

Ne belediyelerin çadır hizmetleri, ne sokak iftarları, ne başka hizmetler. O vakit Ramazan ev içlerinde, saklı köşelerde, komşuculuk ilişkilerinde yaşanırdı benim yaşadığım semtte. Kasabaların köylerin şenlikli sahurları, konu komşu kılınan teravihler filan pek bilinmez, gözükmezdi.

Penceremden caminin avlusunu gözler ve teravih’den dağılan cemaatin sessiz siluetlerine bakakalırdım. Beş on kişiydi hepi topu. Bilmediğim bir sır paylaştıklarını hisseder, yine seyrederdim. Ekrandan pencereye.

Gecenin sessizliğinde bir çocuktum yalnız. Caminin avlusundaki hışırdayan yapraklardan kendime sert ve ağır kelime terkipleri çekerdim ihtiyar gövdelerinden ulu çınarların. Acılı çileliydi satırlarım. Kalem babam oldu, defterler analarım. Yepyeni bir dil konuştum doğurduğum her anneden.

“İnsan tek bir kalbin içinde yaşar / Aşka ait bir kalp ve / şiir / Oku o zaman / Kalbini oku / Başka hiçbir şiire ihtiyacın yok ki senin!” diye yazdı şair, belki o yıllarda, şimdi üst pencerenin gerisinden kalemini işittiğim!

***

Kelimelerin çocukluğunda ihtiyar bir şiirin sesini büyüttü bahçede. Toprağı sürdü, kazdı çapaladı. Ağaçların kökünü havalandırdı, budama ve sulamayı yapmakla kalmadı, tohumları titizlikle attı toprağa. Sevdi, okşadı büyümekte olan filizleri. Bir çocuğun masumiyetinde yoğurduğu kelimelerden çelik gibi sert mısralar vurdu:

“Gece kelimeleri getirir / Bırakır masama / Yaz der / İtina ile yaz / Sabah olmadan bitecek bu şiir / Kuşlar gelip / Üzerine konacak harflerin / O kelimelerle beslenecek / Uykusundan uyanan tabiat / Ve bir çocuk / Uyandığı an daha / Bahçede bulacak şiiri / Hemen!”

İşte o şiir için yaşadım, o şiir için ölmek istedim hep. Caminin avlusundan büyükşehir asfaltına, çınarlardan manolyaların gölgesine, derken binlerce kelime indi kalemin ucundan, tohum niyetine bahçeye. Bir sefer şöyle başladım bahçeyi sürmeye:

“Bak bana bozkır ıssız bak rüzgarlarla / Sana yalın şeyler söylemeyi isterdim / Ölümden önce yaşamdan sonra.”

Hep aynı harflerle yepyeni bir kelime oldu keşfettiğim. “Kor ateşim, kumtaşım” dedim bir başka sefer: “Ey el değmeden yazılmış harflerim! / Akkor halinde kavrulan renklerinle / Öğüttüğüm o en kıymetli taş. / Alet edevat kutumuzda / Sönmeyen şenlik ateşleri. / Yanan materyaller, kerpiç bloklarımız. / Dağılan korlarını yığdığın çukurumda / Külüme arzunu bıraktığın. / Yeniden tutuşsun kalp. / Çömlek yapalım!”

***

Evet tutuştu kalp hep yeniden. Kaldığı yerden. Ramazan’ın alevi yaktı tabağımdaki sırrı. Yıllar sonra ilk oruç tuttuğum Ramazan’da ilk teravih kıldığım Kadir gecesinde, elimi açıp çok kalabalık bir cemaatin içinde niyaz etmiştim. “Orucun, namazın hakikatini gönlümde anlamlandır Yarabbi, manayı genişlet, kelimeler ki bana emanet, kanatlandır, miraç ettir!”

İftar sofralarından iftar çadırlarına, derken bir seferinde Afrika’da, büyük bir fakirliğin ortasında, silah seslerinin, savaştan kaçan sığınmacıların arasında bir cennet sofrasında yaptığımız iftarı hiç unutmuyorum. Ağaçtan o gün ne düştüyse rızık niyetine, toprak o gün ne verdiyse bağrından... Derken iftarda artakalanlarla yapılan bir sahurun bereketini!

Yılların çilesi, dünyanın çocukluğu, bugünü, şimdisi! Şairle birlikte aynı şiirin sofrasında iftar ettiğimiz!

“Toprak içine alıyor şimdi düşüncelerimi” diyor şair. “Bereketli bir tohum gibi / Ve biz / yeniden yağacak yağmuru bekliyoruz / Gökyüzünün altında / Toprağın üzerinde / Otların huzuru içinde.” Hayırlı Ramazanlar!

#Ramazan
#Bereket
#Toplum
٪d سنوات قبل
Bereketli bir tohum gibi
Ne olacak bu anne babaların hali?
Seçim sonrası ekonomide manzara nasıl?
Amerikan siyasetinin İsrail ‘trajedisi’
Jeopolitik sürpriz: ABD, Rusya ve İsrail nasıl anlaştı?
Nazlı seçmen günlerinde siyaset