|
Faiz; algı ve ekonomi güvenliği

Bir süredir Türkiye’deki piyasa hareketleri ile ekonominin gerçekleri arasındaki ilişkinin koptuğunu görüyoruz. Piyasa gerçeklerinin çok ötesinde talep ve hatta yönlendirmeye yönelik açıklamalar yapılıyor, raporlar hazırlanıyor. Dünyada pek çok ülkede merkez bankalarının yönlendirmesi ile faiz beklentilerinin yönetilmeye çalışıldığını biliyoruz. Ancak Türkiye’de durum biraz daha ilginç gelişiyor. Örneğin televizyonlarda boy gösteren analistler(!) ağız birliği yaparak faiz beklentilerini ve hatta artırılacak faiz oranlarını pervasızca ifade edip algı oluşturmaya çalışıyor. Ardından da tehditler ekliyor; “beklenen faiz artışı gelmezse çok kötü olur.” Özetle, önce teknik gibi görünen bir kaç argümanlı, sonra tehditli “ikna seansları” yapılıyor.



Peki son dönemde Türk Lirası’ndaki değer kaybının sebepleri neler? Bloomberg hafta içi bir haber yayınladı. Haberde Türk Lirası’ndaki değer kaybının nereden kaynaklandığına ilişkin bir grafik var.

Grafiğe bakınca durum hemen anlaşılıyor. TL’deki değer kaybı büyük oranda “algıdaki bozulmadan” kaynaklanıyor. Haberde de belirtildiği üzere ABD’nin büyümesi TL’yi negatif etkilerken Türkiye’nin büyümesi pozitif etkilemiş. Para politikasındaki değişimin neredeyse hiçbir etkisi yok. Haberde şöyle bir analiz var: yaygın söylemin aksine gevşek olmakla suçlanan para politikası düşüşün sadece binde 1’inden sorumlu. Elbette gelişmekte olan her ekonomi gibi Türkiye’nin de atması gereken bazı adımlar var ancak algıyı bu kadar yoğun bir şekilde hangi amaçla kimlerin bozduğunu bilmek Türkiye’nin “ekonomi güvenliği” açısından büyük önem arz ediyor.

TAHVİLLER VE BANKALAR

Önce biraz bilgi verelim. Burada incelenen faizler Hazine Müsteşarlığı tarafından Türk Lirası cinsinden çıkarılan devlet tahvilleri işlemleri sonucu oluşan faizlerdir. Mart 2018 itibariyle iç borç stokumuz 550 milyar TL. İhraç edilen bu tahvillerin yüzde 20’si yabancı uyruklular tarafından tutuluyor. Aslına bakarsanız bu oran pek çok ülkedeki yabancı sahipliğinin altında. Örneğin, Güney Afrika’da bu oran yüzde 40, Rusya ve Meksika’da yüzde 35’lerde. Burada bir önemli rakam daha var. Yurtiçi yerleşiklerin tuttuğu tahvillerin 2/3’ü bankalarda.

Türk tahvillerindeki yabancı sahipliğinin bugüne kadar en çok yüzde 30 seviyelerine çıktığını görüyoruz. Yabancıların son 2 yılda 90 ila 120 milyar TL arasında tahvil pozisyonu taşımışlar. Oysa aynı dönemde bankaların tahvil pozisyonu 200 milyar TL’den 260 milyar TL’ye çıkmış. Buradan anlaşılacağı üzere hem büyüklük hem de talep açısından Türk bankacılık sistemi tahvil piyasası açısından daha belirleyici durumdadır. Ancak bu bankaların önemli bir kısmının da yabancı sermayeli bankalar olduğunu unutmayalım.

ANALİSTLER(!) VE ALGI

Türkiye’de algının bozulmasına neden olan ve ekonominin gerçeklerinden uzak raporların ve açıklamaların genellikle JP Morgan, HSBC, Deutche Bank ve Morgan Stanley gibi kurumlardan geldiğini görüyoruz. Sanırım bu kurumlardaki analistlerin yazdığı rapor içeriklerinin tek bakış açısını yansıttığını ve genelde çalıştıkları yatırım bankalarının pozisyonlarına faydalı olacak şekilde hazırlandığını söylememize gerek yok.


Peki piyasanın “beklenen” faizi hesapladığı tahvil faizleri nasıl oluşuyor? Aslında “algı yönetiminin” en önemli aşaması burası. Örneğin; 22 Ocak 2018’de ihracına başlanan, tek ihalede yüzde 68’ini yabancı yatımcının aldığı, piyasa yapıcısının JP Morgan, en büyük yatırımcısının Goldman Sachs portföy şirketi olan 2023 vadeli devlet tahviline bakalım. Bu tahvilin ihale günü faizi yüzde 12,61 seviyesindeyken, günlük 30 milyon TL hacimle bu yazının yazıldığı sıralarda yüzde 16,18 olmuştur. Yani toplamda 350 baz puan hareket ettirilmiştir. Şimdi buna bakarak Merkez Bankası’nın 250-300 baz puan faiz artırması gerektiği ve dahası bunu normal Para Politikası Kurulu’nu beklemeden olağanüstü toplantıda yapması yönünde raporlar ve açıklamalar geliyor. Söz konusu 5 yıllık tahvilin faizinin artmasının bu tahvili daha düşük faizden alanları zarara soktuğunu söyleyenler olacaktır. Ancak durum tek bir tahvilin faizinden ibaret değil. Esas hareket tahvil faizleri üzerinden oluşturulan baskının, mevduat faizleri ve kurda neden olduğu artış üzerinden okunmalıdır. Mesela bu tahvilin ilk ihraç edildiği gün Dolar/TL 3,81 iken bugün 4,45 seviyelerinde.

Özetle; bu kadar düşük tahvil tutarak bu kadar belirleyici olmanın mümkün olduğu ve algı yönetimi sayesinde faiz beklentilerinin yönlendirildiği bir ortamda TL’deki değer kaybının da önemli ölçüde söz konusu algının bozulması ile gerçekleştirildiğini görüyoruz. Dünyanın pek çok ülkesindeki düzenleyici ve denetleyici kurumların bu noktada konuya “ekonomi güvenliği” açısından yaklaştığını ve attığı adımları bu yönde belirlediğini biliyoruz. Türkiye’nin yeni dönemde bu alanda alması gereken önemli bir mesafe var ve sanırım sürekli tekrarlanan “yapısal reform” tam da buradan başlamalı.

#Bankacılık
#Finans
6 yıl önce
Faiz; algı ve ekonomi güvenliği
Ayıkla bakalım pirincin taşını Kemal Bey!..
Evvelbahar
Siz hiç “ayben”e para gönderdiniz mi?
Irak: Kurtların sessizliği…
Direniş meşrudur, tükür kardeşim