|
Bir garip yakın izleme hikâyesi

Geçtiğimiz hafta içinde yaşanan en ilginç olaylardan birisi yabancı sermayeli bir bankanın “yakın izlemeye aldığı krediler” üzerinden koparılan yaygaraydı. Yaygara diyorum çünkü ortada endişe edilecek bir durum yok. Ancak yapılan işlemin durumu olduğundan daha kötü halde gösterdiğini de itiraf etmeden geçemeyeceğim.



Öncelikle söz konusu bankanın kendisi konu ile ilgili açıklama yaptığı için bankanın adını vermekte bir sorun yok. Mevzu bahis bankanın adı Garanti Bankası. Konu da şu; banka kendi ifadesi ile yüzde 85’inde tek bir sorun olmayan kredileri “yakın izleme” adı verilen “Grup 2” kredileri kapsamında sınıflandırmış. Elbette bu kredileri grup 2’ye alınca bu krediler için karşılık ayırmak gerekiyor ki bu durum bankanın NPL (takipteki krediler) riskini de artırıyor. Dahası ayrılan karşılıklar neticesinde SYR (sermaye yeterlilik rasyosu) oranı da düşmüş olarak görünüyor. Peki neden?

HER ŞEYİN SORUMLUSU UFRS Mİ?

Konu ile ilgili tartışmalar aslında Moody’s tarafından hazırlanan raporla iyice kızıştı. Elbette zaten tetikte olan “görsel ekonomi basını esnafı” da bu fırsatı kaçırmadı ve günlerce bu durumu analiz(!) etti. Moody’s’in raporunda Garanti Bankası’nın grup 2 olarak sınıflandırılan kredilerinin toplam kredilere oranı yüzde 16,1 olduğu belirtilmişti. Tüm bunların üzerine banka şu açıklamayı yaptı: “Bankanın yakın izlemedeki krediler olarak bilinen grup 2 kredilerine ilişkin oranları ortağımız BBVA tarafından tanımlanan UFRS 9 muhasebe kurallarına ihtiyatlı ve muhafazakar yaklaşımı yansıtıyor. Niceliksel olarak değerlendirilen grup 2 kredilerinin neredeyse yüzde 85’i ödemesi bir gün bile geçmemiş kredilerden oluşuyor. Bu kredilerin grup 2 kredileri içinde bankanın ihtiyatlı yaklaşımı dolayısıyla yer alıyor.” Ancak bu konunun geldiği nokta ihtiyatlılıkla izah edilemeyecek boyutlara ulaşmak üzere.

Geçtiğimiz yıl sonuna doğru Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu’nun aldığı kararla uygulanmaya başlanan UFRS 9’daki düzenlemelerin ve yeniden belirlenen şartların bu tarz etkileri olacağını düşünerek itirazımızı iletmiş ve bu konuda acele edilmemesi gerektiğini belirtmiştik. Ancak o gün bazı bankalar yaptıkları simülasyonlarda UFRS 9’un “ne kadar da güzel bir şey” olduğunu anlatıyorlardı.

DAHA TEKNİK BİR CEVABI HAK EDİYORUZ

Türkçe sözlük “ihtiyat” kavramını şu şekilde tanımlıyor: Herhangi bir konuda ileriyi düşünerek ölçülü davranma, sakınma. İhtiyatlılık da ihtiyatlı olma durumu. Ancak burada bankanın kendi ifadesine bakarak hareket edersek ortadaki durum oldukça ilginç bir hal alıyor. Zira hali hazırda bankanın grup 2 olarak nitelendirdiği ve yakın izlemeye aldığı kredilerin yüzde 85’inin ödemesi bir gün bile gecikmemiş. Yani aslında kredide herhangi bir sorun yok. Peki neden bu krediler yakın izlemeye alınmış? Bence sektörü bu kadar olumsuz etkileyen bu soruya bankanın ihtiyatlılık gibi “politik” bir cevap yerine daha “teknik” bir cevap vermesi gerektiğini düşünüyorum.

BORÇ, KAR, KGF

Öte yandan gündemde ilginç başka bir tartışma daha var. Bir görüşe göre son dönemde karlılığı artan KOBİ’ler bunu borçlanmasını artırarak başarmış, buna da KGF neden olmuş. Elbette KOBİ’lerin kullandığı krediler borç hanesine yazılıyor. Ancak KGF süreçlerini yakından takip eden birisi olarak şunu rahatlıkla söyleyebilirim: Bankaların yüzüne bile bakmadığı borcunu çeviremeyen işletmeler KGF sayesinde sistemde kalmayı başardı ve üretmeye devam etti. Son dönemde yaşadığımız büyüme rakamları ve azalan işsizliğin önemli bir kısmının KOBİ’lerden kaynaklandığını unutmayalım. ISO 500 açıklandığında İstanbul Sanayi Odası Başkanı Erdal Bahçıvan şöyle demişti: “İSO olarak öncülük ettiğimiz yeni bir Kalkınma Bankacılığı ve KGF gibi yapısal konular gündeme alındıkça finansal açıdan rahatlayacak olan sanayicilerimizle nitelikli büyümeyi görmeye devam edeceğiz.”

#Ekonomi
#Borç
6 yıl önce
Bir garip yakın izleme hikâyesi
Futbolumuzu koruyalım!
Kara dinlilerle milletin savaşı
İnsaf!
Dağ yürekli adamların büyük seçimine doğru
Demografik dönüşüm