|
Mutlu eden sahneler
SAHNE 1:
ÜNİVERSİTE

Üniversitenin büyükçe bir salonuna girdiğimizde, onlarca akademisyenin, masalar etrafında hummalı bir tartışmanın içinde olduğunu gördüm. Her masada bir moderatör, önlerinde bilgisayar, doküman belirli konuları tartışıyor, sonra puanlıyor ve merkezi bir sisteme aktarıyorlardı.



Yeni nesil bir üniversitenin nasıl olacağına karar vermek için yapılan bir arama konferansıydı bu. Bir yıldan fazla bir süredir devam eden, bilimsel, disiplinli ve oldukça yoğun bir projenin son aşamalarında yapılan toplantıdaydım.

Atatürk Üniversitesi Rektörü Ömer Çomaklı heyecanla beni o masadan bu masaya götürüyor, yapılan bilimsel tartışmaları izlememi istiyordu.

Akademisyenlerin yüzlerinde hem bir ciddiyet hem bir neşe hem de bir heyecan vardı. Hocalık yaptıkları üniversitenin gelecekte, ideal olarak nasıl bir üniversite olacağına karar veren mekanizmanın içindeydiler. Yani bir hikaye yazılacaksa, onlar da bir parçası olacakları için mutluydular.

Türkiye’de üniversitelerin ne denli sorunlu, hayatın ne denli dışında ve sorunlarımıza çözüm üretmekten uzak olduğunu hepimiz yazıyoruz, çiziyoruz, konuşuyoruz. Dünyada rekabet eden bir akademiniz olmadığı sürece, ülkenizin dünya sahnesinde güç olmasından bahsedemezsiniz. Bu düşüncelerle gittiğim Erzurum Atatürk Üniversitesi’nde gördüğüm sahne beni şaşırttı.

Rektör Ömer Hoca daha önceki görüşmelerimizde de üniversite için planlarından, projelerinden bahsediyordu. Çoğu rektör bahseder. İki sebeple yapamazlar.

Bir, ayakları yere basan, bütçesi, ciddiyeti olan projeler değildir ve çoğu popülisttir.

İki, YÖK böyle reformların kendi dışında yapılmasına izin vermez.

Her ikisini de sordum. Meğer bir yıldan fazladır süren, bütçelendirilmiş, bilimsel alt yapısı oluşturulmuş bir projeymiş.

Ve daha da şaşıracağımız, YÖK bu yeniden yapılanma ve reform çalışmasından haberdarmış ve destekliyormuş.

Doğrusu akademiyi çok önemseyen biri olarak, gördüğüm bu sahne karşısında mutlu oldum, umutlandım, heyecanlandım.

Düşünsenize Erzurum’da, dünyadaki en önemli üniversitelerle rekabet etmeye hazırlanan, heyecanlı, istekli bir akademisyen ekip var.

Bu sıkıntılı günlerde beni mutlu eden sahneydi.

SAHNE 2:
TARİHİN KENDİSİ

Eskimiş, tahta bir kapıdan geçtik. Karanlık, tozlu, köhne bir koridordan yürüdük. Sağda, solda antikaya benzer, eski eşyalar vardı: Koltuk, at arabası tekeri, bakır kazan…

Sol tarafta başımız eğerek bir odaya girdik. Gözlerim açıldı. Burası tarihin içinde dondurulmuş bir odaya benziyordu. Soba yanıyordu, üstünde su güğümü vardı. Taş duvarlarda hüsnü hat eserlerinin yanında fitilli gaz lambası, tuhaf anahtarlar ve antika olmuş ama hala kullanılan marangoz malzemeleri vardı. Ortadaki tezgah kıymetli ağaç eserleri tamir için yapılmış, belliydi. Üzerindeki aletlerle beraber sanki 50 yıldır öyle duruyordu. Tahta raflarda kitaplar dizilmişti. Hiç görmediğim kitaplar vardı.

Burası Erzurum’un bilinmeyen bir arka sokağında eskilerin deyimiyle “Gomisli Han” yenilerin demesiyle “Baltahane”.

Siz kısaca deyin ki tarihin tozlu sayfalarında donup kalmış derin, şaşırtıcı, etkileyici bir han.

Yuvarlak gözlükleri, bembeyaz sakallarıyla Fatih Baba karşıladı bizi. Ev sahibi kendisi. Arkadaşlarını tanıştırdı. Hepsi 60 yaş üstü. Emre, kulağıma yeniden fısıldıyor: ‘Burası Erzurum derin siyasetinin piştiği yerdir’.

Saatlerce oturabilirdim orada. Saatlerce o muhteşem Erzurum şivesiyle, “ola gavat” diye başlayan veciz küfürleri, yüzü açılmamış fıkraları, akla hayale sığmayan hatıraları, yaşanmış hikayeleri ve feryada dönüşen memleket dertlerini dinleyebilirdim.

Sonra bir tabakadan çıkarılmış tütünlerin sarılmasını, açık çayların kıtlama şekerle içilmesini ve değme siyaset bilimcilerden duyamayacağınız politik analizleri yine saatlerce dinleyebilirdim, izleyebilirdim.

Birden, “hele Ahmet çek bi gazel da misafirimiz gelmiş” dedi biri. Bir def çıktı ortaya.

Ahmet asıldı:

“Bir leylinin Mecnunuyam

Alem anın divanesi

Bir Yusuf’un meftuniyam

Her hüsnüm olmuş ayinesi”

Tarihin içinde kalmış bir handa, tarihi resmetmiş bir odada, memleket derdi olan adamların arasında, bir yanda Türkiye siyasetini, bir yanda edebiyatı, bir yanda musikiyi, bir yanda İslamcılığı tartışmanın nasıl bir duygu olduğunu anlatamam.

Dertleri dağ gibi adamların. Ama kişisel değil. Memleket diyorlar, millet diyorlar, ahlak diyorlar, edep diyorlar, Kudüs diyorlar, ümmet diyorlar...

Belki de Erzurum’a gelen tüm önemli siyasiler bu odaya uğramıştır bir kere.

Hepsine, hayatın orta yerinden okkalı laflar edilmiştir eminim.

Mutlu oldum burada. Hep kalabilirdim orada.

‘Hayata nasıl bakıyorlar bu yaşta’ diye sorarsanız şu dörtlükle cevap veriyorlar:

“Bağ ile bostan istemem

Huri ile Gılman istemem

Mülk-i Süleyman istemem

Best-i gönül viranesi”

#Sahne
#üniversite
#Mutluluk
6 yıl önce
Mutlu eden sahneler
Efendimiz’in (sav) Zekatı-1
Milyonlar milyarlar havada uçuşuyor
Sandık başına giderken…
Operadaki Hayalet’in “kehaneti” gerçekleşirse…
Ayasofya’yı açan adama vefa zamanı