|
“Sen bana yeni yılsın her dakika”

Esmerdir. Parasız yatılıdır. Başkalarının mayıs ayında doğmasına aldırmaksızın “gulan” ayında doğmuştur. Size baktığında gerçekten birinin size baktığını anlarsınız. Bakışları belki de “ruhunun evliyalarınca” örüldüğü için böyledir bu.


Samanpazarı tezgâhlarında, “Alan aldı, yaşadı.” diye çığırılarak satılan kumaşlardan takım elbiseleri, ucuzundan kunduraları ve büyük, daha da büyük, çok büyük hayalleri vardır. Esmerdir. Kalbinin “çıt” ettiğini kimselere bildiremeyecek kadar esmer. Kalbinin “çıt”larına gözü gibi bakacak kadar esmer.

Fakültenin kantininde bir çaylık saltanat sürerken düşünmüştür belki de şunu: “Bir kadını al, onu yont yont, anne olsun.” Yahut belki de şunu düşünmüştür şöylece: “Seni süt içmeye çağırıyorum parmaklarımdan.”

Belki de ilk kez fakültenin kantininde görmüştür. Belki orada benzetmiştir onu ilkin Lili’ye. Yahut Leslie Caron’a. Belki de aynı anda ikisine birden. Gözüyle değil de, çıt eden kalbiyle izlemiştir belki de onu. Çirkin adamın güzel adama dönüşmesini dilemiştir. Esmerdir. Esmerlik kaderdir belki de.

Belki o gün müdür? Değildir. Ertesi gündür. Çaya biriktirilmiş düşleri bir “tak” sesiyle bölünmüştür. Sonra “tak tak” diyerek ikilemiştir o ses. Ping-pong masası varla yok arasıdır o esnada. Ha ping-pong masası ha boş tüfektir. Hatta belki o tüfeğin içine… Hadi yapmayın bunu bu saatte. Her şair intiharı en az bir kez düşünmüştür. Her âşık intiharı en az binlerce…

Konuşmuş mudur acaba? Konuşmuştur elbet. Ama Lili’yle konuşur gibi konuşmuştur. Dünya onu çok incitecektir de onu dünyadan bir tek kendisi koruyabilirmiş gibi konuşmuştur. Öyle pamuk ipliği konuşmuştur. Esmerliğini eline almış da konuşmuştur. Merhamet isteyen kanadı kırık kuş gibi konuşmuştur. Belki de o konuşmadan sonra düşmüştür aklına: “Ben konuşmasını bilmem Lili.”

O gün, fakülte kantininde, “tak tak” sesleri arasında, “Bu akşam yeni yılı Bulvar’da kutlayalım.” cümlesi dolaşıma girmiştir. Herkes birer ikişer, “Ben varım.” demiştir. Sabahlara kadar eğlenilecektir. Sıra ona geldiğinde o da, “Tabii, ben de gelirim.” demiştir.

“Esmer, sen de gelsene.” demiştir biri. Duymamıştır bu teklifi yahut doğrusu duymuştur da “nezaketsizlik etmeyeyim” diye cevap vermemiştir. İşte o esnada olağanüstü bir şey olmuş ve bu teklifi bu kez o yinelemiştir. “Evet, sen de gelsene. Çok eğleniriz.”

Güzel adamın çirkin adam olması mıydı, tersi miydi yoksa? “Ben güneyli çocuk arkadaşım, ben güneyli çocuk.” demiş midir? Ardından eklemiş midir: “Günahlarım kadar ömrüm vardır.”

Sanmam. “Ben gelemem.” demiştir. “Beni çağırdığınız yere gelemem ben. Gulan ayında doğdum. Esmerim. Güneyliyim. Gelemem ben. Çağırdığınız yere gelemem. Kara yılanı süt içmeye çağırırım ben. Parmaklarımdan. Güneylidir benim parmaklarım. Sizse bu akşam sinemaya ve tak tak.”

O akşam süt ve ekmek almıştır. Süt ve ekmekten daha aziz bir şey olduğuna inanmadığından yapmıştır bunu. Süt ve ekmek…

Masasına oturmuş, kağıda kocaman “inci dakikaları” yazmıştır. “Sen bana yeni yılsın her dakika.” yazmıştır sonra.

Ekmeğini süte banmış, pencereden bakmış, parmaklarını kütletmiş ve eklemiştir: “Her dakika bir yaşıma daha giriyorum.”

Öyledir. Esmer, güneyli, gulan ayında doğmuş parasız yatılı çocuklar her dakika bir yaşlarına daha girerler. Çabuk büyürler, ama yaşlanmazlar nedense.

#Hayat
#Hikaye
#Leslie Caron
6 yıl önce
“Sen bana yeni yılsın her dakika”
Ne olacak bu anne babaların hali?
Seçim sonrası ekonomide manzara nasıl?
Amerikan siyasetinin İsrail ‘trajedisi’
Jeopolitik sürpriz: ABD, Rusya ve İsrail nasıl anlaştı?
Nazlı seçmen günlerinde siyaset