|
Dervişlik olaydı taç ile hırka

Zamanlardan bir zaman, ülkelerden bir ülke, dervişlerden bir derviş varmış. Dili damağa, damağı kalbe indirip Allah’ı zikir ve riyazat ile vakit geçirirmiş. “Hay” der döner, “Hu” der erermiş. Dervişlikle geçirdiği vaktin süresini kendisi de unutmuş.

Mevsimlerden bir mevsim, günlerden bir gün dervişin gönlü avcılık etmeye düşmüş. “Şöyle” demiş, “bir tavşan, bir keklik, bir bıldırcın avlasam da dişime kan değse, mideme et girse.”


Böylelikle kırk yılın dervişi, kuşağındaki bir altıncıkla kendine bir yay, biraz da ok almış pazardan. Şehirden çıkıp kıra doğru seğirtmiş.

Az mı gitmiş uz mu, dere mi gitmiş düz mü bilinmez. Nihayet, ağaçlıklı bir alana gelip pusuya yatmış. Az bekleyince bir tavşan görmüş. “Ya Allah” edip bırakmış okunu lakin tavşancığa isabet ettirmek kabil olmamış. Belki o arşın uzağına düşmüş hayvanın. Kırk yıldır zikir ile meşgul olup eline hiç silah almayan adam nereden bilsin ok atıp da isabet ettirmeyi.

Yolundan dönmemiş lakin bizim derviş. “Dişe kan, mideye et” diye düşünüp düşmüş nefsinin peşine. Bir ok oraya, bir başka ok şuraya atmış amma bir türlü isabet ettirememiş.

Gün aşıp da akşama değende dergâha dönesi gelmiş dervişin. Yay ile oku bir kenara fırlatıp şehre doğru yürümeye başlamış.

Uzaktan şehir görününce karşısına bir sülün çıkmış avcının. Rengârenk bir hayvanmış. Aklı kanda ve ette kalan derviş, az yaklaşmış sülüne. Bakmış sülün bir yere gitmiyor, az daha yaklaşmış. Bakmış ki sülün bir yere gitmiyor, az daha yaklaşmış ki uzansa eli değecek kuşa. Zaten derviş de dayanamamış, “Hay” deyip atlamış sülünün üstüne. Sülün beklemiyormuş bunu, kaçamamış. Kaçamayınca, kanadı kırılıvermiş.

Derviş, bu “kendi gelen av”a memnun olup besmeleyle sülünün kafasını kesmeye hazırlanırken sülün dervişe demiş ki “kesme beni derviş. Önce Hazreti Süleyman’ın huzuruna çıkalım da hakkımı arayayım. Üzerinde hakkım varken kesme beni.”

Derviş haktan, hukuktan çekindiğinden sülünü de alıp çıkmış Hazreti Süleyman’ın huzuruna.

Süleyman Peygamber “nedir” diye sorunca sülün demiş ki “bu derviş benim kanadımı kırdı. Davacıyım.”

Derviş atılmış “ben” demiş, “ava çıkmıştım. Bu sülüne yaklaştım, kaçmadı. O kaçmadıkça ben yaklaştım, yine kaçmadı. Sonunda yakalamak isterken kanadı kırılıverdi.”

Süleyman Peygamber demiş ki “derviş haklı. Ava çıkmış. Seni avladı diye ona ceza veremem.”

Sülün itiraz etmiş: “Efendim. Derviş bana derviş kisvesiyle değil de avcı kisvesiyle yaklaşsaydı onu görür görmez kaçardım. Hâlbuki o bana derviş kisvesiyle yaklaştı. Üzerindeki elbiselere bakıp ondan bana bir zarar gelmeyeceğini düşündüm.”

Süleyman Peygamber, sülünün sözlerine hak vermiş. Derviş kisvesiyle avcılık edilmesini doğru bulmamış. “Doğru söylüyorsun sülün” demiş, “bu durumda kısasa kısas gerekir. Madem senin kanadını kırdı derviş, biz de onun kolunu kıracağız ki adalet yerini bulsun.”

Adalete boynu kıldan ince olduğundan dervişin hiç sesi çıkmamış bu karara. Lakin sülün itiraz etmiş Süleyman Peygamber'e. “Doğrusu” demiş, “adaletli bir karar vermedin yüce Peygamber. Zira sen bu dervişin kolunu kıracaksın. Tamam. Lakin bu derviş, kolu iyileşince dişine kan değsin, midesine et girsin diye yine derviş kisvesiyle avcılık yapmaya çalışacak. Sen en iyisi bu dervişin üzerindeki derviş kisvelerini çıkarttır ceza olarak. Bir daha da derviş kisvesiyle dolaşamasın.”

Yunus Emre’nin “dervişlik olaydı taç ile hırka / biz dahi alırdık otuza kırka” dizelerini yazmasına çok vardı henüz. Derviş kılığında avcıların ortalığı sarmasına ise daha çok... Ne demişler: İnsanın dişine kan değmeye görsün, hırsına nihayet bulunmaz.

#Dervişlik
#Hırka
6 yıl önce
Dervişlik olaydı taç ile hırka
Sandık başına giderken…
Kara dinlilerle milletin savaşı
Çocukları ‘yollamadan’ önce...
Çok hayâtî bir dört sene
Haftanın ekonomik özeti ve beklentiler