|
Dün, bugün, yarın

1918. Milletimizin ve kalan memleketimizin en zor zamanında, yani Birinci Cihan Harbi’nin sonlarına doğru, Kafkas İslâm Ordusu kuruldu.

Azerilerin çoğunlukta olduğu İslâm unsurlarını Rus destekli Ermeni çetelerinin mezaliminden kurtarmak ve şark hudutlarımızı güvence altına almak için ileri harekât yapıldı. Bakü’ye kadar gidildi. O vakit müttefikimiz Almanya idi. Garip bir şekilde, bu harekâta önce onlar karşı çıktı.


2018. Arap, Türkmen ve Kürt kardeşlerimizi Amerikan destekli terör örgütünün zulmünden kurtarmak ve güney sınırlarımızı güvence altına almak için Afrin’e operasyon yapılıyor. Membiç’e kadar gidilecek. Şimdi de sözde müttefikimiz Amerika bu operasyona karşı çıkıyor.

Cümleler ve hadise neredeyse aynı. Tarihi işte bunun için bilmek, doğru okumak ve anlamak gerekiyor. Yüz sene önce Ermeni çetelerinin, bugün ise terör örgütünün yaptığı birinci iş: Korku salarak, cinayetler işleyerek, ele geçirdikleri toprakların nüfus yapısını değiştirmek. Ortak noktalarından biri de budur: Ermenilerin Müslümanlarla, seküler terör örgütünün ise İslâm’la sorunu bulunuyor.

Bir de örneğimize uygun ayrıntı:
Türkiye’nin düzenlediği Zeytin Dalı Operasyonu’na en güçlü desteği Azerbaycan veriyor
.

***

Yahya Kemal, “bizim millî azmimiz Tuna nehrinde durmalıydı” der. Orada durabilseydik eğer, elimizdeki toprakları daha rahat savunabilir, birçok şehrimizi muhafaza edip günümüze getirebilirdik. Bu müstakil bir yazının konusudur.

Söyleyeceğimiz şudur:
Millî azmimiz tekrar ayağa kalkmış görünüyor. Avrupa bunun ne anlama geldiğini iyi bilir. Batı başkentlerinden birbirini ardına gelen endişeli açıklamalar boşuna değildir.
Operasyonun süresi ve sahası sınırlı olsun vs.

Sayılamayacak kadar masumu katleden, düğün evini bile bombalamaktan çekinmeyenler, sivil kayıplar konusunda ülkemizi uyarıyorlar. Barış konusunda da böyleler. İnsanlar ölmesin diyenlerin insanlığı yok ettiği bir dünyada yaşıyoruz.

***

Ülke olarak talepkâr bir dış politika izlediğimiz söylenemez. Yayılmacı bir tavır içinde değiliz. Komşularımızın toprak bütünlüğüne saygılıyız. Fakat şartlar değişir ve başka bir şey olur. 1939 yılını ve Hatay’ın anavatana kavuşmasını hatırlayalım. Hayır mı diyeceğiz?

Artık kabul edelim.
Siyasî haritamız ile millî hudutlarımız arasında büyük fark var.
Musul, Kerkük, Rakka, İdlib veya Halep’te yaşananlara neden kayıtsız kalamıyoruz? Sadece komşu olduğumuz için mi bu kadar derinden etkileniyoruz?

Sorularımızın cevabı olabilir: “Arkadaşlar! İki sene evvel Ankara İ’tilâfnâmesi akledilirken eğer müzâkerâta akl-ı selim rehber olsa idi şimdi ceriha gibi kanayan hudud çizilmezdi. Lazkiye’nin cenubundan bir çizgi çizilirdi; bu hudud Cebel-i Sem’ân’a kadar çıkardı ve garbde o hudud Türklerle meskûn bir kıt’ayı Anavatan’a bırakırdı. O hudud Fırat’dan Cebel-i Sem’ân’a kadar gelirdi. Fırat’ı takip ederdi.

Evet, efendiler! Fırat’ın beri tarafında kalan saha, o saha ki Diyarbekir, Siverek, Urfa, Mardin, Siirt ahâlisi ağnamlarının mer’alarıdır. Oralar bize kalırdı ve o sahada gayet büyük mikyasda bir aşâir temevvücâtı bulunurdu. Ve hududda emn ü âsâyiş daima bakî kalırdı.

Fakat bendeniz bu hududda ısrar etmiyeceğim. Mademki bize Fırat hattını vermediler, Sincar’dan Cebel-i Abdülaziz’e gelen ve oradan Tellürrf’an’a inen hududu verselerdi, o zaman bu hattın beri tarafındaki Türkiye mes’ud olurdu. Fakat bunu dahi vermediler.

Şimdi oradaki hudud yalnız ırk ve milliyet nazariyesi aleyhinde değil, tabiat aleyhinde de bir hududdur. Bu hududa karşı tabiat isyan ediyor.”

Bu konuşma, 21 Ağustos 1923’te milletin meclisinde yapılıyor. Konuşan, Urfa mebusu Yahya Kemal. Konu, İskenderun ve Antakya’nın sınırlarımız dışında kalmış olması. Konuşmanın dikkat çekici bir yönü de Türkler ile Kürtlerin bir bütün olarak değerlendirilmesi. (Kaynak: Karaçi Mektupları, 2008) İktibas ettiğimiz bu metni, sorunlarla beraber okuyalım.

***

Bu topraklarda yaşamanın bir bedeli vardır. Gönül ister ki hiç bedel ödemeyelim. Fakat bu mümkün görünmüyor. Bu bedel farklı alanlarda ve değişik şekillerde karşımıza çıkabiliyor. Askerî, siyasî veya iktisadî. Bazen askerimize pusu kuruluyor, bazen de bir karşı taarruzda on bin şehit verebiliyoruz.

Yüz yıl önce bayrağımız ve kıblemiz düşmesin diye Kudüs’ü savunuyorduk. Şimdi Mescid-i Aksa’da Türk bayrağı açan vatandaşlarımız siyonist işgalciler tarafından gözaltına alınıyor.

Bugün sınırlarımızı koruyamazsak, namlusu bize dönük şer odaklarını dağıtamazsak, yarın kim bilir neler yaşayacağız

#Gelecek
#Tarih
#Arap
#Türkmen
6 yıl önce
Dün, bugün, yarın
‘İngiliz rüyası’ esmer başbakan
Kara dinlilerle milletin savaşı
Karınca’nın yolu eve varır mı?
İnsaf!
Dağ yürekli adamların büyük seçimine doğru