|
Şafağa karanlıkta yol alarak varılır

Toplumsal büyük öfke ve nefretler bireylerin tekil ve küçücük gibi gözüken yaklaşımlarından başlayıp kar topu misali gelişip dal budak salar.

Üsküdar''da arkadaşlarla buluşmak üzere bindiğim otobüs koltuklar dolu ayakta birkaç kişi olduğu halde hareket etti. İki durak sonra yaşlı bir bayan bindi.

Zor yürüyordu.

Sendeleye sendeleye ilerledi, göz ucuyla ''yer veren olacak mı?'' diye etrafa bakınarak.

Ayakta durduğum yere kadar yaklaştı, yan koltukta da üniversite yaşlarında başörtülü iki kız oturuyordu.

Birkaç kişi "yaşlıya yer verelim…" gibi cümleler sarfetti. O iki kız ise başı açık bayana baktılar sonra birbirlerine dönüp fısıldaştılar, yer vermediler.

Şaşırdım, içim buz kesti, irkildim.

Nefret.

Bu hareketi, bir bilinçsizliğin ve şekil üzerinden toplumsal ötekileştirme mecrasının bizim mahalledeki tezahürü olarak düşündüm.

Gözlerimin önüne 28 Şubat sürecinin devam ettiği günlerde yaşadığım bir sahne canlandı.

Fatih Camiinin şadırvanında yanımdaki tabureye oturup abdest almaya hazırlanan orta yaşın üzerindeki amcanın ağladığını farkettim.

Biraz izledikten sonra gayri ihtiyari, "neden beyefendi?!." diye sordum. "Bir oğlum iki kızım var. Oğlan askerde, fakülteden geliyorum. Kızıma kapıdaki hoca olduğu belli olan bayan hakaret etti, kızım ağladı, içeri almadılar, eve kadar götürüp camiye geldim, o''nun yanında ağlayamadım, şimdi içim boşaldı." dedi, dudakları, elleri titreye titreye.

Düşündüm, şimdi bu yaşlı bayan o sözleri duyduysa, bu bayram günü eve gidince acaba ağlamış mıdır?

Laikçi-totaliter zihniyetteki o azgın azınlığın saldırgan, aşağılayıcı, cadı avcılığı, böyle bir aksülamel gösterecek kişilerin oluşmasına mı sebep oldu?

Etki tepki ikilemi mi gerçekleşiyordu?

İslam ahlakı buna müsaade etmemeliydi?

Tekil bir örnek üzerinden genelleme yapmanın doğru olmayacağının farkındayım.

Ama, sarsıldım.

Hayır, hayır bu olamazdı.

Anneleri, belki de nineleri yaşındaki bir kadına bu yakışıksız tavır ne dinimizde ne de geleneğimizde olmayacak bir sahne olarak zihnime kazındı.

Otobüsten inip gittiğim çay bahçesinde bayramlaşmak için buluşacağım arkadaşları beklerken, can sıkıntısından twetter açtım. BDP''li milletvekillerinin yolda terör örgütünün silahli adamlarıyla kucaklaşmaları sahnesi hararetle tartışılıyordu.

Ve Ertuğrul Kürkçü''den bir twet düştü. Kürkçü: "Birileri bu çocukları ölünce seviyor. Biz insanları diriyken seviyoruz."

Bir gazeteye verdiği demeci paylaşıyordu, sosyal medya alemine.

Ertuğrul Kürkçü.

68 Kuşağı''nın efsanevi gençlik lideri.

Yılları eylemler, çatışmalarla geçmiş, Kızıldere baskınından sağ kurtulmuş Marksist eylemci ve teorisyen.

Darbe yapmak isteyen cuntanın 12 Mart öncesi kışkırttığı olaylarda rol almış bir enternasyonalist.

Uzun yıllar hapis yatmış, davasından vazgeçmemiş biri.

O''nun ve arkadaşlarının hikayelerini okuyarak, dinleyerek büyüdük.

Şimdi BDP milletvekili.

Ve, peşpeşe birkaç mesaj yazdım kendisine.

Birkaçını ve verdiği cevapları buraya alıyorum.

Ben: "Devrimci Türk solunun geldiği nokta açısından iyi bir örnek oldunuz, etnisitenin kuyruğuna takılmak."

Ben: "PKK''nın bir halk mücadelesinin savaşçısı olmaktan çoktan çıktığını sizlerin görememesi o çocukları yaşatmaz, aksine ölüme sürükler."

Ben: "O öpüşme sahnesi ile militarizmi yücelttiniz, sivillik, özgürlük, haklar gibi söylemleriniz tuzla buz olmuştur, görmüyor musunuz?"

Ben: "Bir kısım sol, darbeci Kemalistlerin yedeğinde, bir kısmınız faşist militiaristlerin, ne kaldı?"

Ben: "Silahtan ve ölümden yana olduğunu ilan ettikten sonra, çocukları diri sevme aforizmanız sadece komik olabilir."

Kürkçü: "Bunu nasil ilan ettim? Eğer bu sözünüzü ispatlamazsanız bence siz en komiğimiz olacaksınız!"

Ben: "O görüntü yeterince açıklayıcı değil mi?"

Kürkçü: "Çatışma bölgesinde gerillalarla karşılaştık ve konuştuk…"

Ben: "Planlı bir buluşmaya yol kesme, karşılaşma diyorsunuz."

Kürkçü: "Çok tuhaf, planı siz biliyorsunuz, ben bilmiyorum(gülme işareti). Plan olsa ne olur, olmasa ne? Mesele şu ki hükümetiniz size yalan söylüyor."

Ve "hükümetin yalanını bırak, ben bilgiyi orada senin yanıbaşında duran ve herşeye şahit gazeteci arkadaşımdan aldım; bir solcu, bir Marksist olarak o sahneyi nasıl böyle izah edebiliyorsun?" diye yazıyordum ki arkadaşlar geldi ve onlara ayıp olmasın diye tweti bile atmadan kapattım ve koyu bir muhabbet başladı.

Kürkçü ile bu yazışmanın üzerinden bir saat geçmememişti ki telefonuma ajanslardan mesaj: "Gaziantep''te polis merkezi önünde bomba yüklü araç patladı, çok sayıda yaralı var…"

Bu acı haberi aldıktan sonra içimden Kürkçü''ye "İşte bu…" diye başlayan bir mesaj atmak geldi ama, hayır!..

O kişi bir fikri ve davranışı savundu ben de karşıtını.

Eğer şimdi bunu söylersem o acılı anda bazı densizler hedef gösterme anlamına alabilir.

Ve otobüsteki o iki kızla yaşlı teyze aklıma geldi.

Ne farkım kalacaktı?

Mevlana ile başladığımız sözü, şu anda çatışmaların sürdüğü Suriye-Lübnan topraklarının evladı doğunun bilge ruhu Halil Cibran bitirsin: "Şafağa ancak gecenin yolunu izleyerek ulaşılabilir. (…) Ve, diyelim ki, kendisinden kurtulmak istediğiniz bir despot var, ilkin onun içinizde kurmuş olduğu saltanatı yıkmanız gerekir."

12 yıl önce
Şafağa karanlıkta yol alarak varılır
Ne olacak bu anne babaların hali?
Seçim sonrası ekonomide manzara nasıl?
Amerikan siyasetinin İsrail ‘trajedisi’
Jeopolitik sürpriz: ABD, Rusya ve İsrail nasıl anlaştı?
Nazlı seçmen günlerinde siyaset