|
Çarpı işaretleri

“Hayat sanki hiç kimsenin umurunda değil!” dedi vapurdan iskeleye doğru bakan. “Belki herkes aç bir martının havada süzülen ekmek parçasını yakalamasını bekliyor!” dedi gözlerini denizden alamayan.

“Zamanın bilincinde olmayanlar sıkılmaz; hayat ancak, geçen her anın bilincinde olunmazsa tahammül edilebilen bir şeydir; yoksa bizim için her şey berbat olur. Sıkıntı tecrübesi, azmış zamanın bilincidir” diyor Cioran, ‘Ezelî Mağlup’ta.


Biri heyecanla izlediği son filmi anlatıyor yanındakine, bir öteki okuduğu bir haberden. Daha hareketli olabilirmiş film, temposuzluğundan sıkılmış filmi izleyen. Dünyada neler olduğuna kim bilir kaç bininci kez şaşırıyor yanındaki. Bir az ileride iki kişi bir yazarın yeni kitabından konuşuyorlar aralarında. Biri beğenmiş, diğeri pek de o kadar tutmamış. İnandırıcı gelmemiş bazı şeyler, bazı yan karakterler de hiç oturmamış. Belki bir başkası, tek başına oturan, bloğu için birkaç şey karalıyor not defterine, mesela insanların neden birbirlerinden kopuk yaşadıklarına dair. Hiç böyle şeylere takılmadan, havadan sudan konuşanlar, siyasetten, futboldan, ilişkilerinden söz edenler de var. Bir ağırlığı olsun istemiyorlar belli ki konuşmalarının, az sonra buharlaşsın, havaya karışsın. Hatırlamak zorunda kalacakları şeyleri söze dönüştürmek, onlara takılıp kalmak, sonra belki günler geceler boyu o sözlerin ağırlıklarını taşımak istemiyor onlar. Masaların arasında dolaşıyor o sıra hayat! Bazen çay getiren bir garson kılığında... Bazen açık kalan giren soğuk bir esinti olarak... Bazen dışarıdan gelen yüksek sesli tartışmalar, mesela boş yere kimin arabasını park edeceği hakkında... Bir mekanın içinde, birbirimizle güya konuşarak ya da hiç konuşmadan bir uzaklığı paylaşıyoruz aramızda. Bir şeyler içiyoruz, espriler yapıyoruz, asırlardır çözülemeyen bir meselede, mesela insanlığın gidişatı olsun konu, kimsenin daha önce aklına getiremediği tespiti yapıyor, kimsenin denkleştiremediği nihaî sözü söylüyoruz. Bazen her birimiz bunu ayrı ayrı yapıyoruz. Sonra bir çay daha söylüyor, bir başka kitaba, bir başka filme ya da şarkıya, söylenmese de olacak, hatta öyle olsa daha iyi olacak alelade bir lakırdıya geçiyoruz. Camlar buğulanıyor, arabaların kırmızı ışıkları aynalara yansıyor, çay eskiyip acılaşıyor. Hayat, küçük kağıtlara atılan çarpılar gibi bir köşede öylece birikiyor. On iki çay, iki nargile, iki kaşarlı tost, bir orta kahve, üstümüzde bir yere tutunamayıp aşağılara yuvarlanan, yere düşen bir sürü ağırlığı olmayan laf...

“Sıradaki şarkı, bir şarkı dinleyerek bütün yaralarını iyileştirebilenlere gelsin” dedi radyodaki ses. Kısa kupkuru bir sessizlik oldu bütün galaksilerde.

Bazı kağıtlar vuruluyor alınlarının tam ortasından acımasız kurşun kalemlerce!

“Meyli dünya için gel olma bed-nam/ Kim aldı felekten muradına kam/ Ölüm var mı yok mu ahir-i encam/ Vakit geçirmeğe virane yeter” demiş Aşık Turabî, rahmet olsun.

Ayakta kalan onca insana karşılık; açtığı her bahsin, söylediği her sözün, dile getirdiği her fikrin içinde kendine oturacak bir yer bulabilen insanlar da var.

“Nereye gidiyor olursan ol” dedi meczup, “kendini de mutlaka yanında götür!”

#Hayat
#Yalnızlık
#Ezeli Mağlup
6 yıl önce
Çarpı işaretleri
Amerika’nın ‘yardım’ tiyatrosu..
İnsaf!
Dağ yürekli adamların büyük seçimine doğru
Demografik dönüşüm
Seçim bitsin, önümüze bakalım!