|
İmam Rabbanî’nin namaza, vahdeti vücuda, ney ve semaya dair bir mektubunun özeti

‘Değerli kardeşim, namaz İslam’ın en temel rükünlerinden ikincisidir. (Birincisi kelime-i şehadettir yani Allah’a ve resulüne imandır). Namazın kendisi bir cüz gibi olsa da onda her ibadetten bir parça bulunuyor olması itibariyle o küldür, her ibadeti bünyesinde toplar, hepsinin üstündedir ve zayıf bir rivayet de olsa, Resulüllah’ın Miraç’ta cennete girmesinin ve orada Allah’ı görme şerefine nail olmasının vesilesidir.



Miraçtan döndükten sonra da yine Allah’la birlikteliği onun namazda olduğu anlardadır. Bunun için o, ‘müminin rabbine en yakın olduğu an secdede, yani namazda olduğu andır’ buyurmuştur. Yine bunun için namaz müminin miracıdır denmiştir. Yani müminin günde beş defa rabbiyle irtibat kurduğu, Allah’ı en yakınında hissettiği, dünyanın aşağılıklarından onu rabbine yükselten vasıta namazdır.

Namaz esnasındaki duyguları ve yakınlık hissini namaz kılmayanlar asla yaşayamazlar. Kul o anda rabbini görmese bile ki, dünya şartlarıyla bu mümkün değildir, O’nu görüyor gibi hissedişler yaşar. Namaz olmasaydı dünyada kulunu rabbine bu ölçüde yaklaştıran, bu duyguları O’na hissettiren başka bir şey olmazdı.

Sıkıntılarla boğuşan insanın hayatından lezzet alması, hicran ve ayrılık ıstırabını unutabilmesi ancak namazla mümkündür. Bunun içindir ki, Resulüllah (sa) hüzün ve kasavet duyduğu anlarda Bilal’e, ‘kalk bizi rahatlat’, yani ezan oku da namaz kılalım ve huzur bulalım buyururmuş. ‘Gözümün nuru namazdadır’ hadisi şerifi de bunu anlatır.

Namazın bu özelliğindendir ki, sufilerin şuurla ve hakikatiyle kılınan namaz dışında hissettiklerini söyledikleri ne kadar zevk, duyuş bilgi, marifet, haller ve makamlar, parıltılar, renkler, yansımalar, ikramlar, belli belirsiz tecelliler, renkli renksiz zuhurat varsa hepsinin kaynağı gölgeler ve misallerdir, işin hakikati değildir. Sonuçta bütün bunlar vehim ve hayalden kaynaklanan sanmalardan ibarettir. Şuuruna vararak ve hakikatiyle namaz kılan mümin, namazı esnasında bütün bu dünyaya ait hissedişlerden çıkarak, öbür âlemin hissedişlerini yaşar. Böyle olunca da ahirete ait dereceler kazanır. Dünyanın o gölge görüntülerinden uzak nasipler elde eder. Çünkü dünyanın böyle cilveleri gölge tecellilerden ibarettir. Hakiki olanlar ahirete ait olanlardır. Buna da ancak bir yükseltici ile ulaşılabilir ki, işte o da namazdır

Bu devlet ve şeref bu ümmete ait bir özelliktir ve ona da ancak Resulüllah’a uymak, ona tabi olmak ve onun yaptığını yapmakla ulaşılır. onun Allah’a yakınlaşması da namazla olmuştur, miraçta cenneti bile onunla müşahede etmiştir. Demek ki, ona uyanlar da buna ancak bu yolla ulaşabilirler.

Meseleyi anlamayanlar namazın değerini de anlayamamışlardır. Mesela İbn Arabi orucun namazdan üstün olduğunu sanmıştır. Çünkü onun bakış açısı, ancak bir sarhoşluk hali belirtisi olabilen, varlığın birliği düşüncesine dayanır. O sanmıştır ki, her kim Allah’a ait sıfatları kendinde daha çok toplarsa o kadar Onun gibi olur ve yükselir. Namazda âbid ve mabud olma, yani ibadet eden ve edilen olma özellikleri daha belirgin olduğu için namaz kulun Allah’la vahdetini değil farklılığını ortaya koyar. Çünkü bir ibadet eden, bir de ibadet edilen varsa demek ki bunlar farklı varlıklardır. Oysa oruç Allah’a ait olan yememe ve içmeme özellikleriyle kulu O’nun sıfatlarıyla donatır, O’nun gibi yapar. Bu sebeple oruç namazdan üstündür demek istiyor. Bu elbette çok hatalı bir anlayıştır ve namazın hakikatini anlamamaktan kaynaklanmıştır.

Bazıları da namaz dışındaki zevkleri gerçek sandıkları için matluba bir takım müzikal eylemlere, raks ve sema ile ulaşacaklarını sandılar ve nefsin bu kabil arzularına manevi boyutlar ispat etmeye çalıştılar, haramı helal yaptılar. Eğer onlar namazın hakikatlerine bir nebze aşina olmuş olsalardı raks ve semaya meyletmezler, batıl yollarda neş’e, vecd ve istiğrak aramazlardı.

Bu söylediklerimiz bugün birilerine ağır gelebilir, lakin İslam’ı kendi anlayışlarıyla değil sahih bilgi ile ve nakille anlamış olsalar bu hatalı anlayıştan kurtulmuş olurlar. Bu fakir defalarca yazdım ki, esas olan şeriattır, Allah bize şeriattan hesaba çekecektir, tarikattan değil. Tarikat ve hakikat şeriata hizmet etmek ve onu daha iyi yaşayabilmek içindir. Nübüvvet, yani peygamberlik velayetten, yani velilikten kıyaslanmayacak kadar üstündür. Sonuçta velayetle elde edilenler de nübüvvetinkinin yanında ummandaki bir damla gibi kalır’ (261. Mektup).

#İmam Rabbanî’
#Mektup
6 yıl önce
İmam Rabbanî’nin namaza, vahdeti vücuda, ney ve semaya dair bir mektubunun özeti
İnsaf!
Dağ yürekli adamların büyük seçimine doğru
Demografik dönüşüm
Seçim bitsin, önümüze bakalım!
Yerel seçime ramak kala: DEM, Yeniden Refah ve İYİ Parti