|
Önce okulu açalım sonra koyunları veririz…

Tarım toplumu olmakla köylülük arasında sanıldığı gibi kuvvetli bir ilişki yoktur, bu mesele bizim memlekette yanlış anlaşılmıştır, bir kere tarım toplumu demek profesyonelce, belli ölçüler içerisinde, teknolojiye dayalı ziraat yapan, geçinmekten öte ciddi paralar kazanan insanlardan oluşan toplumdur.



Bu insanlar köylü değildirler, köyü bilmezler, bilmelerine gerek de yoktur, yatırım amaçlı tarım ürünleri üretirler, ülkeyi aşan, küresel pazarlara ulaşan bir arz/talep döngüsü içinde faaliyet gösterirler.

Bir ülke yurttaşlarının hepsi tarımla uğraşamaz, zaten böyle bir sistem de yoktur dünyada, ancak şu olabilir, sanayi devrimini yapmış, teknoloji üretimine geçmiş, fakat üretim çeşitliliğine ihtiyaç duyduğu için farklı kalemlere yönelmiş, bu arada arazi/iklim uygunluğunu da kendi coğrafyasında gözlemlemiş, deneylemiş ülkeler, ilgi duyan vatandaşları için modern tarım alanları meydana getirebilir, devlet kontrolünde ve güvencesinde halkın bir bölümüne bu işi yaptırabilir, ancak bu şekilde olur.

AK Parti hükümetinin tarım politikalarını dikkatle izliyorum, çünkü bir yanıyla da köy insanıyım, toprağa dayalı üretimin nasıl yapıldığını, fiyatlandırmadaki kıstasları, maliyetleri, ihtiyaçları kendi bölgemden çok iyi biliyorum.

Biz Sakarya’da, Karasu’da fındık üretiyoruz, Türkiye’de toplam fındık üretiminin yarısı, Hendek, Karasu, Akçakoca, Düzce ve bu civarda yapılıyor, ürün kalitesi olarak elbette Giresun/Ordu fındığının yanına yaklaşamaz ama dünya piyasasındaki liderliğimizi de Batı Karadeniz’de ürettiğimiz fındığa borçluyuz.

Şimdi mevzu fındık üretimi değil, hatta yerden göğe kadar haklı olan üreticinin fiyatlara olan itirazı da değil; mevzu şu son dönemde tarıma, hayvancılığa verilen teşvikler ve bu teşviklerin akıbeti.

Bu yazıya “Tarım toplumu nedir?” sorusuna cevap olsun diye yaptığım girizgah, tarıma verilen devlet teşviklerinin ne işe yaramayacağını baştan anlatmak içindi, sadece para vererek “tarım toplumu” meydana getirilemeyeceğini anlatmak içindi.

Bakınız, bu iş böyle olmaz, dışarıdan hayvan alındı, kuru fasulye alındı, hatta saman alındı, diye söylemiyorum bunları, manasız yere muhalefet etmek kimseye fayda sağlamaz, gerekiyorsa maydanoz da alırsın, pırasa da satarsın, konu bu değil.

Biz tarımda ne yapmak istiyoruz, önce ciddiyetle bu soruya cevap vermemiz gerekir, vatandaşlarımızın bir kısmını profesyonel tarıma yönlendirip, hedeflediğimiz tarım toplumunu mu ortaya çıkarmak istiyoruz, yoksa günü kurtarma peşinde miyiz, bizim toprakla olan ilişkimiz nasıl bir ilişkidir, baştan bunu bilmeliyiz.

Bana güvenebilirsiniz, ben toprak çocuğuyum, bütün samimiyetimle söylüyorum, bu iş böyle olmaz, dönüm başına arazi destekleme paraları ödeyerek, düşük faizle kredi vererek, ya da canlı hayvan desteği yaparak istediğimiz sonuçları alamayız, bu mümkün değil, tarım toplumuna geçiş böyle olmaz, bu kadar kısa sürede zaten olamaz, yapılan yardımlar bir yılı, bilemediniz iki yılı kurtarır, sonra eski alışkanlıklara dönülür.

Bizim oralara bir dönem Hollanda’dan büyükbaş hayvanlar getirildi, ciddi paralara satıldı bu hayvanlar, kocaman kocaman ineklerdi bunlar, ilk gördüğümde şaşırıp kalmıştım, “Böyle inek mi olur, süt ambarı gibi bir şey bu” diye dalga geçmiştim.

Ömrünü toprakla, hayvanla geçiren anacığım bile, “Bu inekler bizim buralara uymaz, bunların ağız tadı başka, benim Aynalım’a, ben lahananın kotolunu veririm yer, yal yaparım yer, mısır sapı veririm yer, saman arpa yaparım yer, bunlar yemez, bunlar bizim bostandan akan suyu bile içmez” demişti.

Vallahi anam haklı çıktı, şimdi latife olsun diye söyleyeceğim, Hollanda’dan getirilen ineklerin birkaçı geldikleri ilk yıl, yeni heves, bizim Wesley Sneijder gibi epey verimli oldular, fakat diğerlerinin akıbeti Fenerli Robin Van Persie gibiydi, niye geldiler, ne yaptılar, ne verdiler, kimse bir şey anlamadı, bazılarını ülkelerine geri gönderdiler, bazılarını da mezbahaya… Hatta, bu hayvanların kurban olup olmayacağı bile tartışıldı.

Bakın sevgili arkadaşlar, sevgili yöneticiler…

Biz tarım toplumu değiliz, hiçbir zaman da olmadık, biz köylüyüz, köyde yaşarız, satmak için değil, yemek için üretiriz, zaten köyde ürettiğimiz şeyleri satarak, bu dünyanın dijital ürünlerini alabilmemize imkan yok, bu senenin fındık fiyatlarıyla yaklaşık olarak bir ton fındığa, yani on iki büyük çuval dolusu fındığa karşılık son model bir cep telefonu alabiliyoruz, böyle bir rekabet olabilir mi, buna can dayanır mı, bir ton fındık, en az dört dönüm araziden çıkar, tam dört dönüm arazinin bir yıllık üretimiyle, bir cep telefonu mu alacağız şimdi?...

Hükümetin iyi niyetini anlıyorum, onlar istiyorlar ki, şehirlere akın eden halk geri dönsün, köyüne gitsin, baba ocağını harlasın, sönmüş evlerin dumanı tütsün, insanlar köy camisinin avlusuna toplansın, sabahleyin tarlalara giden traktör sesleri duyulsun, ıhlamur ağacına, kestane ağacına kovanlar çekilsin, bal şerbet gibi aksın, kuzular ağılı doldursun, köyün merasında kurbanlar kesilsin, allı pullu düğün dernek kurulsun, memleket bir güzelleşsin, bunu istiyorlar.

Fakat bu iş teşvikle, primleriyle, düşük faizli kredilerle olmaz, bu iş yeni bir hayatı özümsemekle, doğayı kucaklamakla, hatıraları canlı tutmakla olur. Dereleri kurumuş, ağaçları kesilmiş, her vadisinde taş ocakları açılmış, kolu kanadı budanmış köylere niçin gitsin bu insanlar, gitseler ne yapacaklar oralarda?

28 Şubat darbecileri, kesintisiz eğitim yapacağız diye köylerdeki ilkokulları kapattılar, milletin 6 yaşındaki bebesini minübüse koyup ilçe merkezine indirdiler, köyde oturan anası babası da altı yaşındaki çocuğunun perişan olmasına dayanamadı, köydeki evini kapattı, ineklerini sattı, tavuklarını kesip yedi, indi ilçeye, oradan ucuz bir ev kiraladı, sırf çocuğum öğle yemeği yiyebilsin, yollarda sefil olmasın, diye oraya yerleşti.

Bu adam yaz tatilinde köyüne çıksa da artık üretim yapamaz hale geldi, sekiz ay ilçede oturmuş, ineği yok, tavuğu yok, bostanı yok, ne yapacak üç ay boyu köyde, boş boş televizyon seyredecek, sütünü, yoğurdunu, yumurtasını marketten alacak, okulların açılmasını bekleyecek…

Bakın şimdi çok samimi olarak bir şey diyeyim mi size, hani devletin dönüm başına verdiği destekleme parası vardı ya, teşvik vardı ya, o parayla da ilçede tuttuğu evin kirasını ödeyecek, öyle geçinecek, o paraların büyük bir kısmı da bu işe yarayacak.

Uzattım, kusura bakmayın, fakat mevzu önemli, hemen toparlayacağım…

Bir kere her şeyi en baştan planlı yapacağız, madem milletin köye dönmesini istiyoruz, önce köy ilkokullarını açacağız, çocuksuz köy olmaz, meydanda çocuklar cıvıldaşacak, saklambaç oynayacak, ateşleme oynayacak, yatırım için ayırdığımız on liranın beş lirasını köye göndereceğiz, köy kahvehanelerini açacağız, ucuz market zincirlerini asla ve kata buralara sokmayacağız.

Toplum en azından kendi tüketeceği kadar üretecek, herkes üretecek, üretmek bir yaşam sanatı olacak, işi bitirip köyden ayrılmayı düşünmeyecek, köy işi bitmeyecek, köy işi bir yaşam şekli olacak, veresiye işlerin peşinden koşmayacak insanlar, insanlar işlerine yarayacak hayaller kuracak, insanlar aşısını yaptıkları fidanın ilk meyvesini bekleyecek, doğacak çocuğunu bekler gibi çiçeğe durmuş aşlamadaki ilk eriği bekleyecek…

Evet, tam da böyle yapacak, ürettiği ilk meyveyi herkese anlatacak, cebinden çıkardığı çakıyla, o ilk meyveyi soyacak ve cami avlusundaki musalla taşının yanında oturan komşularına ikram edecek, insanlar büyük şehirlerden nefret edecek, hatta oralarda yaşayanlara acıyacak, insanlar o mis gibi köylerine, yaşadıkları hayata, soludukları havaya, içtikleri suya, serinledikleri ormana ve bu nimetleri veren Allah’a şükredecek, bu iş ancak böyle olacak…

Bu iş başlayacaksa, büyük köy romantizmiyle başlayacak…

#Hükümet
#Tarım
#Hyavancılık
6 yıl önce
Önce okulu açalım sonra koyunları veririz…
Kırılmak küsmek incinmek
Teröristine göre muamele!...
Cerablus’ta kara operasyonuna girecek miyiz?
Efendimiz’in (sav) Zekatı-1
Milyonlar milyarlar havada uçuşuyor