|
İbrahim Karagül’ün son kitabı ilk kez çıktı… “Tanklar Kâbe’ye Dayanmadan”

Yeni Şafak Gazetesi ve TVNET Genel Yayın Yönetmeni İbrahim Karagül’ün, “Tanklar Kâbe’ye Dayanmadan” adlı kitabı, Albayrak Medya bünyesinde kurulan, kuruluşuyla birlikte yayın dünyamıza hoş bir heyecan katan KETEBE yayınlarından çıktı, hem İbrahim Karagül’e, hem okurlarına hayırlı, uğurlu olsun.



Önce şunu belirtmeliyim ki, bu kitapta anlatılan her şey, ülkemiz için, insanlık için, kardeşlik için, dünya barışı için yazıldı, bu niyetlerle, çileli düşünme seanslarından, zorlu eğitim süreçlerinden, doğruluğa ve adalete vakfedilen bir ömrün otuz yıllık derin ve geniş gözlemlerinden damıtılarak kaleme alındı, umuyorum ve diliyorum ki kıymeti bilinir.

On beş yıllık okuru olarak söylüyorum, Karagül, kendi diliyle, kendi fikrini inşa eden müstesna kalemlerden biridir, bir kere aksiyon adamıdır, bir kere iddia sahibidir, yöntem sahibidir, kendi yöntemini uygulamaktan, yazmaktan asla çekinmez, ne pahasına olursa olsun “bağımsızlık fikrini” pazarlık konusu etmez, ısmarlama haritaları, şekilsiz bayrakları, başkasının üniformasıyla ‘hazırol’da duranları, yerin dibine geçirir, aslında bu yönüyle bakıldığında, Karagül’ün yazılarını, şimdi de kitabını okuyanlar, okuyacak olanlar, hazır bir güfteye beste yapacak kadar köklü bir coşkuya kapılırlar, kapılacaklar.

Karagül’ün kitabı, haklı olduğunu bildiği halde, haklı olduğunu hissettiği halde dili dönmeyen, damağı kuruyan, boğazı düğümlenen onurlu insanların, vicdanlı halkların sessiz çığlıklarıyla yazılmış bir manifestodur. Kavmiyetçiliğin, bağnazlığın, hukuksuzluğun, istila ve imha gücüne güvenerek kendisini tanrılaştıran zalimlerin niyetini okuyan, okurken de tedavisini öneren stratejik bir şiirdir.

Kaleme mürekkep çeken, kâğıdı masaya seren herkes bilir, okuyucuya bu duyguyu verebilmek sahiden zordur, “hissetmeden hissettiren metin kurmak” imkânsızdır, “gerekiyorsa ölmeliyiz” diyebilmek, ölümü göze almaktır, Karagül’ün coşkusu bu yönüyle çok kıymetlidir. Onun için “Tanklar Kâbe’ye Dayanmadan” demek, “Tanklar Kâbe’ye dayanmasın, dayanmamalı, bu felâketi hiçbir insanoğlu görmemeli, ne pahasına olursa olsun, ben buna engel olacağım, tek başıma da kalsam, bu utanca ‘dur’ diyeceğim” demektir.

Bu dil saldırgan bir dil değildir, sadece milletine ve medeniyetine ait olanı savunan bir dildir, kendi coğrafyasının dışındakilere bile karşılıklı güven duygusu aşılayan, teklif sunan nazik bir dildir, Osmanlı’dan sonra herkesin üzerine sıçrayan kanın rengini tarif eden, sebeplerini ortaya koyan ve o barış ikliminin yeniden inşası adına, gerektiğinde kendi kardeşine de gerekli uyarıları yapan bir dildir.

Karagül’ü hiç okumayanlar, takip etmeyenler, “Tanklar Kâbe’ye Dayanmadan” dediğinde, o tankların İran’a ait tanklar olabileceğini tahmin etmemişlerdir muhtemelen, fakat bu ihtimali destekleyen sebepleri ve sonuçları anladıklarında, Müslüman bir ülkeye ait tankların, Müslümanların kalbine, yani Kâbe’sine dayanmasının ne kadar mümkün olabileceğini de göreceklerdir. O halde Karagül’ün uyarısını, bir devletin, bir milletin, bir ülkenin meselesi olarak değil, insanlığın son umudu olan büyük tebliğin cisimleştiği “kök hücrenin” yani Kâbe’nin korunması olarak anlamak lazımdır.

Kitap, bölüm bölüm incelendiğinde, çerçeveli olarak düşünüldüğünde, kavramsallaştırılan konuların gerçek bir savunma hattı kurma çabası taşıdığı açıkça görülüyor, bu durumu özellikle canlı tutuyorum, özellikle vurguluyorum, altını çiziyorum. İbrahim Karagül, çekik gözlü Müslümanların diyarlarından, siyah tenli Müslümanların vadilerine, soluk benizli Bedevilerin çöllerinden, hilâl bıyıklı yağız delikanlıların dağlarına kadar, büyük bir coğrafyanın istilâsına itiraz ediyor, isyan ediyor, iki göbek ötedeki dedesinin at koşturduğu topraklara, “başkasının toprağı” gözüyle bakmıyor, daha da önemlisi, “Başkasının, başkası dediği, benim başkam değildir, başkasının icat ettiği navigasyon, kendi kardeşimi bulmama yarayan hayırlı bir âlet değildir” diyor.

“Acımasız Direniş” kavramını, “Topraklarımızı işgal edemeyeceksiniz, bayrağımızı indiremeyeceksiniz, devletimizi parçalayamayacaksınız ve tabi ki Kâbe’mizi yıkamayacaksınız” kararlılığını yerleştirmek, millete cesaretini yeniden hatırlatmak için ortaya koyuyor, neredeyse bütün İslâm coğrafyasına kurulan garnizon devletlerden, devletçiklerden bahsediyor, bu yapıların birer gözlemevi olduğunu, Müslümanların faaliyetlerini, yine Müslümanlara denetleten, bir nevi “koyunda beslenen yılanlar” olduğunu söylüyor.

Şimdi akıl sahibi herkes düşünsün bakalım…

Düşünsün ve dönsün Körfez’e baksın, etrafına baksın, İran’a baksın, Kafkaslara baksın, Kuzey Afrika’ya baksın, Balkanlara baksın, tekrar dönsün, bu coğrafyaları “İslâmî imara” açan ve tapularına meşruiyet kazandıran büyük Osmanlı’ya, Anadolu’ya baksın, ne görünüyor, nasıl görünüyor bu diyarlar, art niyetli olmayan, kafası çalışan, aklını ve ruhunu Anglosakson tımarhanelerde yememiş vicdan sahibi insanlar ne görüyorlar… “Tanklar Kâbe’ye Dayanmadan” uyarısını yapan Karagül’ün hangi cümlesinin karşılıksız olduğunu düşünüyorlar?

Karagül, Hizbullah gibi, Hamas gibi örgütlerin, Arap rejimlerini aşan itibarlarını, güçlerini, sivil hayattaki karşılıklarını işaretlerken, bu toprakların kendi ruhuna aykırı bir mutasyona tabi tutulduğunu ispat etmiş olmuyor mu? Paralı, zengin, eğlenceli kabile devletlerinin yanında, bu tür örgütlerin Müslüman halklar tarafından daha çok benimsenmelerini anlatırken, “gerçeği ve sahteyi” birbirinden ayıran turnusol kâğıdı görevi görmüş olmuyor mu?

Karagül, Avrupa’nın kalbinde patlayan “Otuz Yıl Savaşlarının”, İslâm coğrafyasında tam olarak yaşanmadığını, bugün ortaya konulan çabanın, bu acı tecrübeyi Müslümanlara da yaşatmak olduğunu söylerken, “1991’den bu tarafa bakmak, son otuz yılda olanı biteni takip etmek, bu niyeti anlamak için yeterlidir” derken, yanlış mı söylüyor? “Savaş Müslümanlar arasında planlandı, savaşın iki tarafı da Müslümanlar olacak, ölen de öldüren de Müslüman olacak” derken hayali bir dünyadan mı bahsediyor?

Tabi bu arada “Tanklar Kâbe’ye Dayanmadan” yapılması gerekenleri anlatırken insanın içini titreten, gözünü yaşartan Iraklı üç kadının hikâyesini de paylaşıyor bizlerle… İdama mahkum edilen, Bağdat’ta, el Kâzimiye Hapishanesinde infazlarını bekleyen üç masum kadın için Türk devletinin nasıl harekete geçtiğini, o dönemde yazdığı yazıların idamları durdurma konusunda nasıl bir etki yaptığını büyük bir nezaketle ve tevazu ile izah ediyor ve o kadınların hayata tutunmalarından, tekrar yaşama dönmelerinden ne kadar etkilendiğini özellikle vurguluyor.

Yeni ve heyecanlı bir kitabı konuşuyoruz, fakat bilvesile şunları da söylemek istiyorum…

İbrahim Kargül’ün kitabını anlatmak, tanıtmak bana düşmez. Tarafı, mücadelesi, amacı, niyeti ortada bir adamdır. Bu ülkede, bu zamanlarda konuşmak bazılarının iddia ettiği gibi zor değildir hatta çok da kolaydır. Bakın etrafınıza, herkes konuşuyor, rahat rahat konuşuyor zaten. Önemli olan bugün konuşmak değildir, önemli olan, o dar zamanlarda, kıstırılmış günlerde, kimsesiz meydanlarda konuşmaktı. Karagül, işte o zamanlarda konuşuyordu, darbe günlerinde, 28 Şubatlarda, muhtıra aylarında, felâket günlerinde konuşuyordu, yazıyordu, hem de Türkiye’yi 15 Temmuz’a götüren merkezlerin formatlayıp piyasaya servis ettiği, “kafaları dışarıda, gövdeleri burada yaşayan örgütlü taşeronların” çok da itibarlı olduğu dönemlerde, hayalini kurduğu “Türkiye eksenli” bir zihinle konuşuyordu, yazıyordu.

Şimdi daha uzun yazdı, çok da iyi de yaptı, yeni yayınevi KETEBE’ye, yani “kâtipler hareketine” çok kıymetli bir kitapla omuz verdi, biz de okuduk, yine çok şey öğrendik, yine çok şey düşündük, yine çok heyecanlandık, yine çok cesaretlendik.

İzninizle iki kısa not verip bitireyim…

Birincisi, “Tanklar Kâbe’ye Dayanmadan” birbirini tamamlayan yazılar bütünüdür. 4 ya da 5 saatinizi ayırın, ara vermeden okuyun. Bu çok önemlidir, konu bütünlüğünü sağlayıp olanı biteni belgesel tadında anlıyorsunuz, bu yöntemi şiddetle tavsiye ediyorum.

İkincisi, bugün CNR’da, İbrahim Karagül, KETEBE standında kitabını imzalıyor. Gidin tanışın, kitabınızı imzalatın, tevazu sahibi güzel bir adam, temiz bir dost, halis bir vatan evladı kazanın.

Bir tüyo daha vereyim, bu kıyağımı da unutmayın…

Ben, bugüne kadar İbrahim Karagül’ün, hiç kimseye, ne çay, ne yemek parası verdirttiğini görmedim, anlatabiliyor muyum, gidin CNR’a, uğrayın KETEBE’ye, alın kitabınızı, için çayınızı, çektirin fotoğrafınızı.

Yukarıda söylediğim gibi, “İbrahim Karagül’ün” kitabını tanıtmak bana düşmez ama “İbrahim Abi’nin” kitabını tanıtmak düşer, onun için “Tanklar Kâbe’ye Dayanmadan” gerekeni yapmamız temennisiyle, yeni kitabın, sana, bize, herkese, hepimize hayırlı olsun İbrahim Abi…

#Tanklar Kâbe’ye Dayanmadan
#İbrahim Karagül
#Kitap
٪d سنوات قبل
İbrahim Karagül’ün son kitabı ilk kez çıktı… “Tanklar Kâbe’ye Dayanmadan”
BMGK tasarısı Afrin’i kapsıyor ama Doğu Guta’yı kapsamıyormuş!
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar
Küresel savaşın kaçınılmazlığına dâir