|
Cato için Laura için Salah için yıkılacak bu düzen!…

Tarihi böyle yazdılar, hiçbir zaman değişmediler. Dün ne yaptılarsa bugün de aynısını yapıyorlar. Dünyanın neresinde, hangi coğrafyasında boynu bükük bir yetim, uzvu eksik bir garip görürseniz, doğrudan ya da dolaylı olarak bunların vebali vardır, muhakkak bir yolla sızmışlardır oraya, bundan hiç kuşkunuz olmasın.



Prof. Herbert Gutman, Amerika’nın karanlık tarihini, en azından insan ticaretine dair kirli işlerini ortaya çıkaran önemli aydınlardan, kıymetli adamlardan biriydi. Artık hayatta olamayan bu değerli insan uzun zaman önce Amerikan devlet sisteminin 1750-1925 yılları arasında sistematik bir şekilde dağıttığı sonra da köle olarak kullandığı aile bireylerinin kendi aralarında yazdıkları mektupları toparladı ve The Black Family in Slavery and Freedom (Kölelikte ve Özgürlükte Zenci Ailesi) başlığı ile kitaplaştırdı.

Ama ne mektuplar, ama ne acılar, inanamazsınız. İnsanlar harbiden direnmişler, haysiyetli, onurlu duruşlarını bozmamışlar, her nesneyi bir hatıraya dönüştürmüşler, bir gün ama bir gün mutlaka kazanacaklarına inanmışlar, bu dünyanın vicdanına sığınmışlar, o vicdanın ortaya çıkacağını görmüşler, yılmamışlar ve direnmişler.

Tam yirmi yıl boyu ayrı kaldığı oğluna yazmış bir köle kadın, demiş ki: “Yaşlılığımda olsun, seni görebilmeye hasretim. Sevgili oğlum gelmen ve bu yaşlı anneni görmen için dua ediyorum, seni seviyorum Cato, sen de anneni seviyorsun, sen benim tek oğlumsun, seni görmek için dua ediyorum Cato…”

Yetmiş yaşına merdiven dayamış anamın kokusunu hissettim, burnum sızladı, yan odada uyuyan oğlum Mehmet geldi gözümün önüne, gözlerim yaşardı, şu mübarek Ramazan günü gözlerimden yaşlar süzüldü, “Amin” dedim, artık hiçbiri hayatta olmayan, yıllar önce yaşatılmış bir eziyetin mağduru, yaşlı ve siyah bir kadının tek oğlunu görmek için ettiği duaya, gözyaşları içinde “Amin” dedim, “Umarım annesi Cato’yu cennette görür, hasret kaldığı oğul kokusunu doya doya içine çeker” diye niyazda bulundum.

Bir başka mektuba geçtim sonra, yine bir siyah adamın, çocuklarıyla birlikte uzaklara satılan karısına yazdığı mektubu okumaya başladım, o gariban da şöyle diyor; “Bana ayrı ayrı kâğıtların üzerine isimlerini yazarak çocukların saçlarından birer tutam gönder. Keşke senden ve çocuklarımdan ayrı kalacağıma benim başıma bir şeyler gelseydi hiç yanmazdım. Laura seni eskisi kadar seviyorum, Laura, seni ölene kadar seveceğim, siyah gözlüm, can parçam…”

Bu sefer ağlamaya başladım. Laura’yı düşündüm, o talihsiz kadını, kıvırcık saçlı çocuklarını, sonra karısı köle pazarında satılan o adamı, çocuklarının kokusuna hasret, onların bir tutam saçıyla bir ömür geçirmeye zorlanan o çaresiz adamın halini düşündüm. Çok ağladım, kendime sordum, şu dünyada hangi konfor, hangi lüks, hangi ayrıcalık için bir başkasının çocuğunu, o lanet ihtirasların uğruna kullanırsın, elinde imkânın olsa, bütün güçler sana verilmiş olsa bunu yapar mısın, diye kendime sordum, sana yakın, senin sokağından geçmiş, senin çayını içmiş birisi bunu yapabilir mi, diye sordum, adamın halini düşündüm, gecenin içinde bir başıma sessizce ağladım.

Okumaya devam ettim, öteki mektuplara baktım, her biri ayrı bir ibret vesikası, her biri insanlık adına tarihe geçmiş bir utanç sahifesi. Sonra baktım ki, işin rengi değişiyor, insanlar bir mektupla, bir niyetle, bir anıyla toparlanıyor, kendine geliyor, bu soysuzlar çetesinin içinde soylu bir nesil yetiştiriyor, acının demlediği hayatlar, Amerikan toplumunun en sağlam ailelerini meydana çıkarıyor, Prof. Gutman’ın notlarına göre, o devirde köle kadınlar ve erkekler arasındaki evlilik oranları müthiş seviyelere ulaşıyor, hem de sağlam aileler kuruluyor, eşler arsında sadakat mükemmel düzeylerde seyrediyor, insanlar acılı bir sevda ile birbirlerine tutunuyor, dünyanın en güzel aşkları Amerika’nın siyah çocukları arasında yaşanıyor.

Tabii sonra dilleri çözülüyor bu şanlı kölelerin, eğleniyorlar, ağayı madara eden Anadolu köylüsü gibi dizeler diziyorlar, onlar da insanlar, onların da şiirleri var, türküleri var, mırıldanmaya başlıyorlar, hicvediyorlar, kinayenin dibini buluyorlar, diyorlar ki: “Buğday yetiştiririz, mısır verirler/ Ekmeği pişiririz, kabuk yedirirler/ Unu eleriz, kalır kara taneler/ Deriyi yüzen biz, eti onlar yerler/ Evin eşiğinden başka türlü geçirmezler/ Kaymak onlara kalır, bizlere suyu düşer/ Sonra da derler, daha ne ister şu zenciler…”

Şimdi bugünlerde hepimiz, bütün insanlık geçmişiz televizyonların karşısına, yeni soykırımlar izliyoruz, yeni mektupların yazıldığını görüyoruz, kolları bacakları kopartılmış, tekerlekli sandalyelere mahkûm edilmiş insanların paramparça edilişine şahitlik ediyoruz, zalim Amerika’nın değirmenini döndüren kan ırmaklarında yüzen garibanlara ağlıyoruz.

İnanıyorum, bir gün yıkılacak bu düzen, bu düzenin yıkılışını göremesem de, bu düzenin yıkılacağından hiçbir zaman şüphe etmeyeceğim, bu düzenin yıkıldığı gün, boynu bükük, onurlu bir çiçek boy verecek mezarımdan dünyaya doğru, bütün insanlık adına yeryüzü tiranlarına karşı nazikçe dans edecek ılık rüzgarda, bunu hissedeceğim karıştığım toprakta, buna inanıyorum, Allah’a inandığım kadar inanıyorum, bir gün mutlaka yıkılacak bu düzen!...

Düşünüyorum…

“Bir insan” diyorum, “Bir insan hiçbir şeye inanmasa da, hiçbir şeye güvenmese de, bir insanın bir başka âleme dair hiçbir kutsalı olmasa da, şu zalim Amerika için bir cehennemin olduğuna inanması, bir insanlık sorunudur, bir yaşama hevesidir, bir şeref meselesidir” diyorum. Bu düzen, Cato için yıkılacak, Laura için yıkılacak, Gazzeli Salah için yıkılacak, buna inanıyorum…

#Cato
#Laura
#Salah
6 yıl önce
Cato için Laura için Salah için yıkılacak bu düzen!…
Mülâhaza etmek
Siyasetçileri bürokratlara kurban etmek
Musallada bir sosyolog daha… Vehbi Başer’in ardından
Taşkent’in öbür yüzü
‘Korkuluk’…