|
Savaştan dönen Mehmetçik"ten, zimmetli paraşütün hesabını sormak

Türkiye''nin çok hantal ve eskimiş bir denetleme yöntemi vardır. Türkiye, her sahada olduğu gibi, bu mekanizmada da kendisini yenileyememiştir. Denetlemenin iki yönü olması gerekir. Birincisi, idarenin işlemlerinde, yanlışlık veya yolsuzluk yapılmasını önlemek; ikincisi ise, buna rağmen herhangi bir yolsuzluk olursa, bunun sorumlularını bulup cezalandırmak.

Gelişmiş ülkelerde, anında kontrol; yani oto kontrol mekanizması kurulmuştur. Bu sistemle, idarenin yapmakta olduğu işlemdeki aksaklıklar ve varsa yolsuzluklar, anında tespit edilir ve önlenir. Ayni şekilde, denetlenecek her nokta belgelere bağlandığı için yolsuzlukların somut delilleri ortaya çıkar.

Türkiye''de oto kontrol sistemi kurulmadığı ve her işlem belgeye bağlanmadığı için, sıhhatli bir denetimin yapıldığı söylenemez. Bu yüzden, aynı eylemi denetleyen müfettiş raporlarında çoğu zaman çelişkiler vardır. Bir müfettişin "yolsuzluk var" dediğine, diğer müfettiş, "hayır yoktur", der..

Denetleme sistemimizin belli başlı üç noktası vardır. Bunlardan birincisi, müfettişlerin, denetlemekte oldukları işlemlerde mutlaka bir yolsuzluk bulma arzu ve gayretleri, diğeri denetlemenin, işlemlerin tamamlanmasından sonra yapılması ve üçüncüsü de, müfettişlik müessesesinin politize olmasıdır.

Bir müfettiş herhangi bir yolsuzluğu bulabilmişse, bir kahraman gibi denetim tarihimize geçer. Müfettiş gönderirim sözü, birçok yetkilimiz tarafından tehdit vasıtası olarak kullanılır.

Türkiye''de o kadar yolsuzluk raporları vardır ki, pek azı sorumluların cezalandırılmasıyla neticelendirilmiştir. Bu neden böyledir dediğiniz zaman, idare, "ne yapalım, biz yolsuzluğu tespit ettik ama, mahkeme görevini yapmadı" der. Hakimler ise "iddiaların delil yokluğundan" şikayet eder. Ancak arada, kim haklı, kim haksız anlaşılamaz... Belki de birçok suçlu cezalandırılamadığı gibi, birçok masum insan da ıstırap çeker. Bu duruma medyamızın, kanunsuz infaz meraklılarının yayınlarını da göz önüne alırsak, adeta bir teftiş terörü estirilir.

Bir devlet dairesinde, bir banka şubesinde olağanüstü bir telaş varsa, biliriz ki orada teftiş vardır. Bu telaş, orada çalışanların, sorumluluktan korktukları kadar, iftiralardan, yanlış değerlendirmelerden korktuklarından ileri gelmektedir. Bu korku bir nevi terördür. Yöneticilerimiz bu korkuyu duydukları sürece, onlardan bir hizmet beklemek mümkün değildir.

* * *

Türkiye''de uygulanan teftiş mekanizmasına ait çarpıcı örnekler vardır. Bu örneklerden bir tanesi, rahmetli Ethem Menderes''in İçişleri Bakanlığı zamanında geçmiştir: Ethem Menderes, milletvekili ve sonra bakan olmadan evvel, Aydın Belediye Başkanlığı yapmıştır. Belediye Başkanlığı döneminde, bir mülkiye müfettişi bunu teftiş etmiş ve icraatının 13 maddesinde suç bularak mahkemeye sevk etmiştir.

Ethem Menderes, uzun muhakemelerden sonra beraat etmiştir ama, epeyce çile çekmiştir ve bu olayı unutmamıştır. Bakan olduğu zaman, kendisini mahkemeye veren müfettiş büyük kazalarımızdan birisinde kaymakamdır.

Bakan, işe başlar başlamaz, kaymakamı Ankara''ya çağırmıştır. Kaymakam ise, Ethem Menderes''in bakan olduğunu duyar duymaz, başına geleceklerden endişe içerisindedir. Ankara''ya çağırıldığını da duyunca, tahmini gerçek olmuştur. Bu duygularla Ankara''ya hareket eder. Adeta, oraya cenazesi gitmektedir.

Ankara''da doğru bakanlığa gider. Özel kalem müdürü, kaymakamın ismini duyar duymaz, "buyurun bakan bey sizi bekliyor" der ve içeri alır. Kaymakam, özel kalem müdürünün bu tavrını da görünce, neredeyse sendeleyerek içeri girer.

Ethem Menderes ayakta kaymakamı beklemektedir. El sıkışırlar... Otururlar... Çay ısmarlarlar... Ethem bey kaymakama sorar:

"Kaymakam bey siz beni hatırladınız mı?"

"Evet efendim..."

"Siz beni 11 maddeden mahkemeye göndermiştiniz. Onu da hatırladınız mı?"

"Evet efendim."

"Kaymakam bey size bir şey söyleyeyim... Müfettiş olarak siz haklıydınız... Ama belediye başkanı olarak da ben haklıydım."

Bir süre iki taraf da susar. Sonra Ethem Menderes devam eder:

"Ben sizi vali yapmak istiyorum... Onun için sizi buraya çağırdım..."

Bu olay, Türkiye''deki teftiş mekanizmasının nasıl çalıştığını gösteren tipik bir misaldir...

* * *

Müfettiş kökenli, Türkiye''nin çok iyi tanıdığı bir politikacı arkadaşımız vardı. Bayındırlık Bakanı oldu. Yapılan işlere ait, hak ediş raporlarını alıp evine götürür, elinde hesap makinesi ve sabaha kadar, dosyadaki, toplamaları, çıkarmaları kontrol ederdi. Bir yıl kadar bakanlıkta kaldı. Öyle sanıyorum ki, onun zamanında hiçbir hak ediş ödenmedi.

* * *

Acaba vatandaşların, denetlemenin bir nevi teröre dönüştüğünü hissetmeleri acaba bir yakıştırma mıdır? Bunu zannetmiyorum. Zira şahit olduğum bir olay vardır ki, bunun çok tipik bir örneğidir...

Kıbrıs Barış Harekatı''nın ertesi günlerinde, saunada tedavi için gelmiş bir üsteğmen gördüm. Bu subayımız, Kıbrıs Harekatı''na katılmış ve orada yaralanmış ve tedavi maksadıyla saunaya gelmişti. Kıbrıs çıkarması sırasında adaya helikopterlerle ilk inen birliğin komutanıydı. Askerlere şu emir verilmişti:

-Karaya iner inmez, ayağa kalkacak ve helikopterlerin uçtuğu istikametinin ters yönüne yürüyeceksiniz..

Hakikaten Mehmetçikler, karaya iner inmez ayağa kalkıyorlar ve gösterilen istikamete yürüyorlardı. Bu arada baktı, ki, askerlerden birisi, yerde paraşütünü toplamaya çalışıyor. Üsteğmen ona seslendi.

"Ne yapıyorsun... Paraşütü bırak ve yürü..."

Mehmetçiğin cevabı çok enteresandı:

"Paraşüt zimmetli komutanım..."

* * *

Cephede harp eden askerimiz, harpten döndükten sonra kendisinden "zimmetli paraşütün" hesabının sorulacağı korkusunu taşıyorsa... Görev yapan bir idarecimiz, müfettiş gazabından korkarak çalışıyorsa, o ülkede manevi bir terör var demektir.

Denetleme mekanizmamızı yenilemek, anında kontrol yani oto kontrol sistemini uygulayabilmek ve her eylemi bir belgeye bağlayabilmek artık zaruret haline gelmiştir. Devleti yeniden yapılandırmak çabası içerisinde bulunan hükümetimizin, bu konuyu öncelikleri arasına almaları zamanı gelmiştir.

Öyle enteresan bir ülkeyiz ki, kimimiz, harpten döndükten sonra, zimmetli paraşütünün hesabının sorulacağından korkar... Kimimiz, acaba müfettişin gözünden kaçar mı diye bile bile suç işleriz. Müfettiş raporlarına bakarsanız, asıl suçlu ile, hizmet edeni birbirinden ayıramayız.

Düşünüyorum da, yukarıda adı geçen Bayındırlık Bakanımız, sabahlara kadar, ellinde hesap makinesiyle uğraşacağına, programlanmış bir bilgisayarın sadece bir düğmesine basarak istediği sonuçları öğrenemez miydi. O bakanımız zeki idi... Çalışkandı... Tahsilli idi... Ancak sadece vizyonu noksandı.

12 yıl önce
Savaştan dönen Mehmetçik"ten, zimmetli paraşütün hesabını sormak
Bu yazar-çizerleri kovun
Evvelbahar
Siz hiç “ayben”e para gönderdiniz mi?
Irak: Kurtların sessizliği…
Direniş meşrudur, tükür kardeşim