|
Kamuda tüketimin terbiye edici gücünü kullanma zamanı gelmedi mi?

Ekonomik veya siyasi krizlerin ülkeler için tehdit içermesi kadar kavrayan zihinler için ciddi fırsatlar doğurduğu da bilinen bir gerçektir. Kaldı ki her tehdit aynı zamanda bir fırsattır. Önemli olan bu tehdidi fırsata çevirmeyi bilmektir.



Bu köşede tüketimin gücünden sıklıkla bahsettiğimiz olmuştur. Ancak, bir mum yakarak ortalığı aydınlatma yerine karanlığa sövme tercih sebebi haline gelince tüketimin gücü bir türlü anlaşılamadı. Halbuki tüketimin (talebin) dize getiremeyeceği hiçbir güç yoktur. İstenildiği kadar nitelikli üretim gerçekleştirin, önemli olan tüketicinin vereceği son karardır. Yani tüketici patrondur ve dev firmalar tüketicinin sergilediği tavırla çatır çatır çöker. Nitekim zaman içerisinde bizi kızdıran ülke mallarına boykot uyguladığımız olmuş, ancak bu durum saman alevi gibi kısa süreli olduğu için istenilen etkiyi oluşturamamıştır. Bu bağlamda, devletin cesameti dikkate alındığında en büyük tedarikçi olduğu açıkça görülecek ve tüketimden kaynaklanan güç kendini gösterecektir. İşte bu noktada ABD Başkanı Trump istemeden de olsa bize gerçek gücümüzü gösterdi.

Bilinen sorunları çözmek için kamuda bir türlü adım atılamıyor

Kamunun içinde bulunduğu sorunları en küçük unvanlı memurdan en tepedeki memurlara kadar bilmeyen yok gibidir. Ancak, herkes çözümü başkasından beklediği için bir türlü çözüme ulaşılamıyor. Bu bağlamda, 2011 yılında Bilim ve Teknoloji Yüksek Kurulu önemli konularda fitili ateşledi ama bir türlü sonuca ulaşılamadı. Devletin işleyiş sistemi her zaman hantaldır ve bazı yazarlar tarafından devlet zorunlu kötülük olarak da ifade edilir. Bazen devlet içerisinde sağ cepte kaybolanın sol cepte arandığına sıklıkla şahit olunmaktadır. Devletin her halükarda en büyük tedarikçi olduğu belirli zamanlarda büyük harflerle gündeme getirilir, ancak iş eyleme gelince büyük harfler birden küçülür, aslan bürokratlar beton kesilir ve kimse de bunlara hesap sor(a)maz.

Yıl 2011 ve Başbakan, Recep Tayyip ERDOĞAN’dır. ERDOĞAN’ın başkanlığında yapılan Bilim ve Teknoloji Yüksek Kurulu’nun 23. toplantısında, kamu tüketimleriyle ilgili konularda önemli kararlar alındığını görüyoruz. Kararlarda kamu talebinin terbiye edici gücünün farkına varıldığı görülmesine rağmen niçin hayata geçirilemediğini bir türlü anlayamıyoruz.

Kamu Alımlarının ve Kullanım Hakkı Tahsislerinin Yeniliği, Yerlileşmeyi ve Teknoloji Transferini Teşvik Edecek Şekilde İyileştirilmesi [2011/106] başlıklı bu kararda, kamu tüketiminin sihirli gücü açıkça görülmektedir. Bu kararda şu ifadelere yer verildiği görülüyor; Kamu alımları, dünyada çok sayıda ülkede olduğu gibi Türkiye’de de önemli hacimlere ulaşmaktadır. 2010 yılında sadece Kamu İhale Kanunu kapsamındaki alımların toplam tutarının yaklaşık 54 milyar TL’ye ulaştığı bilinmektedir. Bu denli önemli bir alım gücüne sahip olan kamunun, bu alımları kapsamında yerli Ar-Ge ve yeniliği teşvik etmesi ülkemiz için stratejik bir fırsat teşkil etmektedir.

Ulusal Bilim, Teknoloji ve Yenilik Stratejisi (UBTYS) 2011-2016 içerisinde de “Kamu tedarik yönetim sisteminin Ar-Ge ve yenilik unsurlarını içerecek şekilde iyileştirilmesi” stratejisi yer almaktadır. Ayrıca, ülkemizin ödemeler dengesine ilişkin makroekonomik politikaları kapsamında 2012 yılı programında özellikle kamu alımlarında yerli ürünlerin tercih edilmesinin sağlanacağı belirtilmektedir. Ülkemizdeki mevcut durumda, kamunun mal alımlarına ilişkin hükümler Kamu İhale Kanunu altında yer almaktadır.

Kamu İhale Kanunu, 63. maddesindeki %15 şartı hariç, yerli sanayinin tercih edilmesine yönelik herhangi bir hüküm içermemektedir. 63. maddesi ise, yerli sanayiyi geliştirmede önemli bir katkı veya yerli Ar-Ge ve yenilik beklentisi sağlamamaktadır. Diğer yandan, mevzuattan kaynaklanan ciddi bir zorunluluk olmadıkça, kamu alımlarında hizmet özelindeki ihtiyaçlar ön planda tutulduğu için bunun ötesinde yerli sanayi üzerindeki etkisinin yeterince gözetilmediği görülmektedir. Görüleceği üzere, sorun ve sorunun kaynağı bilinmektedir ama eyleme geçmede ciddi sıkıntılar yaşanmaktadır ya da gizli bir el barikatlar oluşturmaktadır. Maalesef her zaman olduğu gibi sorumlulardan hesap sorulamadığı için sorumlu olarak gizli el arama aymazlığından öteye geçemiyoruz.

2013 Bilim ve Teknoloji Yüksek Kurulu kararı niçin uygulanmıyor?

Bilim ve Teknoloji Yüksek Kurulu 2013 yılında daha stratejik bir karara imza atılıyor. Bu karar özünde hem ciddi bir tasarruf sağlayacak hem de kamunun terbiye edici özelliğini ön plana çıkıyor. Sorulması gereken husus bu kararların niçin uygulanmadığıdır.

Bu kararda her kamu kurumunun kullanmak zorunda olduğu ama ayrı ayrı alındığı için ciddi kaynak israfı oluşturan paket programlar gözler önüne seriliyor. Bu kararda aynen şu ifadelere yer veriliyor; Kamu kurumlarının ihtiyaç duydukları paket program çözümlerine ilişkin envanterin oluşturulmasına, toplu satın alma yapılabilmesi için teknik, hukuki, idari ve uygulama modelinin geliştirilmesine ve BTYK’nın 26. toplantısına sunulmasına karar verilmiştir.

Ülkemizdeki kamu kurum ve kuruluşlarının teknolojik altyapılarını kurmuş oldukları ve birçok yazılımı yaygın bir şekilde kullandıkları görülmektedir. Hatta hiç kullanılmayan yazılımları aldıkları ve çöpe attıklarına da zaman zaman şahit olunmaktadır. Tercih edilen yazılımlara bakıldığında ise her kurumda benzer özellikte birçok yazılımın kullanıldığı dikkat çekmektedir. Özellikle kamu kurumlarında, paket programlar (örneğin; ofis, veri tabanı ve transfer yazılımları) ile ortak sistemler (örneğin; Elektronik Belge Yönetimi Sistemi, Hizmet İçi Eğitim Sistemi, Demirbaş Yönetim Sistemi, yerel yönetimler için Coğrafi Bilgi Sistemleri) mükerrer yatırıma en çok ortam oluşturan yazılım çözümleri olarak öne çıkmaktadır.

Bunların tedariki her kurum tarafından ayrı ayrı yapıldığında (toplu olarak satın almamaktan kaynaklı) maliyetler artmaktadır. Kurumların yazılım çözümlerine ilişkin ihtiyaçlarını ortaya koyan envanterin oluşturulması ve toplu alım modelinin geliştirilmesi ile mükerrer yatırımların engellenebileceği, ayrıca paket programların daha düşük maliyetle alınabileceği değerlendirilmektedir.

Bu kararlara itiraz edecek babayiğit olacağını düşünemiyoruz. Çünkü, pek çok kamu kurumu aynı yazılımları kullanıyor ve bu yazılımlar yabancı menşeili. Aynı zamanda bu yazılımlar kurumlar tarafından ayrı ayrı satın alınıyor. Devletin büyük bir alıcı olarak satıcı karşısına tek alıcı olarak çıkmasının oluşturduğu gücü düşünebiliyor musunuz? Hem bu yöntemle ülke lehine lobi faaliyetlerinde bulunacak gönüllü kuruluşlar oluşturulabilir hem de ciddi tasarruflar sağlanabilir. Bu pazardan pay kapmak isteyen kuruluşların, gönüllü olarak ülke lehine neler yapabileceklerini hayal bile edemezsiniz.

Daha garip olanı ise TÜBİTAK tarafından geliştirilen ve kamuda kullanılması Sayın Cumhurbaşkanı tarafından önerilen PARDUS ısrarla kullanılmamaktadır. Vatandaş her türlü bedeli seve seve öderken kamunun da az da olsa keyfinden vazgeçmesi gerekiyor. Bakalım Teknoloji ve Sanayi Bakanı Sayın Mustafa VARANK PARDUS’a gerekli önemi vererek kamunun tamamında kullanımını sağlayacak genelgenin çıkarılmasına öncülük yapabilecek mi? PARDUS kullanımı ile sağlanacak döviz tasarrufu düşünüldüğünde ne demek istediğimiz daha iyi anlaşılacaktır.

Her ne kadar Ak Parti, Ak Partili 883 belediyeye tebligat göndererek; Lisans ücreti ödenmeyen, yerli ve milli yazılımımız olan PARDUS’a henüz geçmemiş olan belediyelerde, lisans ücreti ödenen yabancı menşeli yazılımlar yerine ivedilikle PARDUS’a geçilmesini ve bu konuda TÜBİTAK ile birlikte uygulama tecrübesi olan belediyelerden teknik destek alınarak ivedilikle dönüşüm sağlanmasını önerse de asıl yapılması gerekenin çıkarılacak bir genelge ile kamunun tamamında kullanımın sağlanmasının zorunlu hale getirilmesinin bilinmesi gerekmektedir. Yani, meselenin Ak Parti meselesi olmadığını, ülke meselesi olduğunu fark etmemiz gerekiyor.

Sonuç olarak bu kadar basit yöntemlerle böyle bir gücü ülke lehine kullanmaya kanuni engel mi var? Birileri elimizden mi tutuyor? Peki DMO niçin kuruldu? İşte bizim temel sorunumuz, çok basit yöntemlerle çok ciddi sonuçlar alabilmek yerine hem sıkıntılı hem de israf yöntemlerini kullanmada ısrarlı olmamızdır. Peki bunca yıl geçmesine rağmen en küçük bir adım dahi atmayanlar hakkında hiçbir işlem yapılmayacak mı? Haydi hep birlikte karanlığa sövme yöntemi yerine mum yakma yöntemini deneyelim ve dolardaki aşırı değerlenmeyi fırsata çevirelim. Biz karanlıkta kaldık, bari çocuklarımız aydınlığa çıksın.

#Kamu
#Tüketim
6 yıl önce
Kamuda tüketimin terbiye edici gücünü kullanma zamanı gelmedi mi?
Mülâhaza etmek
Siyasetçileri bürokratlara kurban etmek
Musallada bir sosyolog daha… Vehbi Başer’in ardından
Taşkent’in öbür yüzü
‘Korkuluk’…