|

Zınk diye durur onun trenleri

Yazılarında hep zınk diye durdurur trenleri. Oysa hiç mi hiç durmaz onun trenleri. O zınk diye duruşlar bir anlıktır. Yeni bir sefere hazırlıktır; hem de sicim gibi doğuya, batıya, güneye, kuzeye... Kimi Hicaz Demiryolunda Kudüs’e, Mekke’ye, Medine’ye, Sirkeci’den Paris’e, Haydarpaşa’dan Bitlis’e, Maraş’a, Toros Ekspresi Adana’ya, Kars-Haydarpaşa Treni Sivas’a, Erzurum’a, Kars’a, Bağdat Ekspresi Bağdat’a akar.

Yeni Şafak ve
04:00 - 11/04/2018 Çarşamba
Güncelleme: 05:50 - 11/04/2018 Çarşamba
Yeni Şafak
O zınk diye duruşlar bir anlıktır
O zınk diye duruşlar bir anlıktır

ARİF AY

Hangi Aynadan Geçti Ki Yeryüzü Yeni Olmuş

Bulutlarla aktı tren yüzünde demiryolu

Saçları sessiz şehir sicim gibi seferlerde (*)

Zınk diye durur onun trenleri. Yazılarında hep zınk diye durdurur trenleri. Oysa hiç mi hiç durmaz onun trenleri. O zınk diye duruşlar bir anlıktır. Yeni bir sefere hazırlıktır; hem de sicim gibi doğuya, batıya, güneye, kuzeye... Kimi Hicaz Demiryolunda Kudüs’e, Mekke’ye, Medine’ye, Sirkeci’den Paris’e, Haydarpaşa’dan Bitlis’e, Maraş’a, Toros Ekspresi Adana’ya, Kars-Haydarpaşa Treni Sivas’a, Erzurum’a, Kars’a, Bağdat Ekspresi Bağdat’a akar. Başka trenler de var tabi: Sözgelimi Şanghay treni; Moskova’dan Tuna’ya oradan da İstanbul’a akar. Yine onun metinlerinde New York-Los Angeles treni de zınk edip durur tıraş olurken aynanın önünde. Ya “Raylarında gitar Şili trenleri”ne ne demeli?

Nuri Pakdil’in yaşamında trenlerin özel bir yeri vardır. Ta çocukluğundan beri edindiği trenlere ilişkin anılarına, gözlemlerine dair metinlerinde duygu yüklü, düşünce yüklü, hayal yüklü, renkli, bir o kadar da heyecan verici bölümler vardır. Tren onun dünyasında bir seyahat aracı olmanın ötesinde bir psikolojidir de. Yürürken, otururken, yazı yazarken, kitap okurken, yemek yerken, tıraş olurken trenler geçer aynalardan, duvarlardan, okuduğu kitabın ortasından, yemek masasından, çalışma masasından, en çok da bulutlardan. Trenin geçtiği her durumda mutlaka bir bulut da eşlik eder bu seremoniye.

Bulutlar da ilginç ve renkli betimlemelerle yer alır metinlerde. Bulutlar kimi zaman bir iyiliği, bereketi, sığınağı, kimi zaman da kötülüğü, felaketi simgeler.

Trenler Nuri Pakdil’in metinlerine olağanüstü bir hareketlilik katar adeta. Tıpkı sicim gibi akıp giden trenler gibi cümleler de akar durur sayfalarda, belleğimizin raylarında ve bilincimizin çeperlerinde.

Nuri Pakdil, seyahat etmeyi, gezmeyi seven bir yazar. Parası olduğunda yapacağı ilk eylem, trene atlayıp bir kentten başka bir kente gitmektir. Bu kent de hiç kuşkusuz İstanbul’dur. Ona göre “Trene binmek İstanbul’a gitmek demektir, başka nerelere gidilirse gidilsin.” (Otel Gören Defterler 1, Çarpışan Sesler, s.17)

Parasının olmadığı zamanlarda -genellikle olmazdı- düşsel yolculuklar yapmayı hiç ihmal etmez: “Sonra tıraş olurken, içimi birdenbire dolduran iyimserlikle daha da hızlı kaymaya başlıyor jilet: sabunlu yüzümde, kar kaplamış Adana-Pozantı yolunda bir Toros Ekspresinin minicik lokomotifi.

Gezme-Görme: bu, benim içimdeki çınarın anlatılışı demektir: dalları bütün yeryüzünü işaret eden.” (Otel Gören defterler 6, Yazmak Bir Mûcize, s. 23)

O, düşsel yolculuğunu her durumda, her hal ve konumda sürdürür. Edebiyat’ın Yönetimevi’nde: “Pencere, sokak, birazı görülen Kay Yokuşu: raylarda trenler.

Çizgi haline getirip bakınca açıyı: Bağdat Ekspresinin ağır ağır hareket edişi Haydarpaşa Garından.” (Otel Gören Defterler 4, Simsiyah, s.77)

Bu kez içindeki Bağdat ateşi küllenmeden çevirir yönünü Saraybosna’ya : “Erenköy İstasyonunda yürümek büyük ferahlık verir insana; Bostancı yönüne bakarak adımlıyorsanız, Hicaz Demiryolu gelir aklınıza ilkin. Dönüp Ethemefendi Köprüsüne doğru yaklaştınız mı da, ille durağınız Saraybosna olmaz mı peki? Haydarpaşa’dan Sirkeci’ye geçişin zorluğu mu olur ki; aynı saniyenin içinde aynı tren Yeşilköy’den de geçer.” (Otel Gören Defterler2, Yazmanın Epik Resmi Çekildiği Sırada, s.33)

Yazmak eylemiyle tren arasında bu denli sıkı ilişki kuran Nuri Pakdil’den başka yazarlar da var mı bilmem. O, “Masanın üstünde ne zaman iki kalem olsa, Pendik’ten Haydarpaşa’ya uzanan demiryolu sanırım, çoğu defa.” der ve sürdürür: “Hele de çıra gibi yanan cümleler ortalığı kaplamayagörsün, kalemimin ucunda bir tren Haydarpaşa’dan gelir, bir tren Haydarpaşa’ya gider.

Yazının kanı: bütün tren yollarının iki yanına, tüm yeryüzüne, çamlar ve çınarlar dikilmesi özlemiyle, sayfaların damarlarına daha bir iştahla akar.” (Otel Gören Defterler 1, Çarpışan Sesler, s.17-18)

Onun trenleri otelin odalarından da geçer. Hatta kuşlar bile tren tren geçerler gökyüzünden.

O, raylarda düş yolculuğuna çıktığı gibi ‘içyolculuğa’ da çıkar: “Gerçeği, doğruyu aramanın en meçhul yerlerine doğru yolculuktur: yazmak.

Çuh çuh tren, kıvrıla kıvrıla ve de kılıç güneşe girerken.” (Otel Gören Defterler 4, Simsiyah, s.97)

Trenler, Nuri Pakdil’in metinlerinde kimi zaman kırık kalpleri, kimsesizleri, kimi zaman yalnızlıkları, çoğu zaman da coşkulu kavuşmaları taşır: “Kars-Haydarpaşa Treni ve Bağdat Ekspresi: çantamın içinden çıkıp koşmaya başlamaları, denize araba sürercesine mesafeleri yutuşları yansılıyor: kırık kalpleri.” (Otel Gören Defterler 5, Ateş Hattında Harf Müfrezeleri, s.57) “Sinirlerin uzayıp giden raylarında bir tren.” Diyerek Bağdat Ekspresine ayrı bir paragraf açar: “Bağdat Ekspresi çok buğulu bir trendir, Ortadoğu’nun devrimci-mistik topraklarının insanla ilişkilendirilişişinin yolculuklarda çekilmiş fotografı sayılır: annelerine doğru koşan Arap çocuklarının rüzgârını da renklerine katmış olarak bir de.” (a.g.e, s.56)

Nuri Pakdil, bir takım tarihi olayları da trenlerle ilişkilendirir: “Haydarpaşa Garı, Ortadoğu trenlerinin çıkardıkları içses: ses ki dönüp dönüp Akdeniz’de yıkansa da, İstanbullaşmadan kıvamını bulamaz Ortadoğu’nun tınıları: Halep Garından koşmaya başlayan lokomotif Hicaz Demiryolu özlemiyle yanıptutuşuyor: Yeryüzünün En Büyük Barış Treni’ydi çünkü.” (a.g.e, s.93-94) Osmanlı’nın parçalanması da trenin raydan çıkarak devrilmesine benzetilir: “Makasta yoldan çıkan tren gibi devrildi Ortadoğu’nun sinir kütlesi: Pusulasızlık Sürecine giriliyor: Büyük Osmanlı Devletinin parçalanmasıyla.” (a.g.e, s.41)

Şu kahırlı cümleyi kurmak da ona düşer:”Sonsuzluktan gelen trenlerle gene Sonsuzluğa döneceğimizin bilinci ışık olur karanlığımıza senfonisini bir kez olsun ömründe duymamış, kana kana içmemiş insana yuh olsun diyoruz, Beyefendi, izin verirseniz.” (Kalem Kalesi, s.69)

Yazar, trene ilişkin birebir yaşadığı ve belleğinde canlılığını bugün dahi koruduğu anılara da yazılarında yer verir. Sözgelimi ilk trene binişini şöyle dile getirir: “Çünkü; ilk tren sesini duyduğumda da olduğu gibi Maraş’ın Eloğlu İstasyonunda, her tren sesini duyuşumda o trenle İstanbul’a gidiyorum.

İstanbul’da bir tren sesi duyduğumda: zınk diye duran bir trendeyim: ya Haydarpaşa’da ya Sirkeci’de.” (Otel Gören Defterler 6, Yazmak Bir Mûcize, s.34)

18 Ağustos 1983’de İstanbul Bostancı’dan 00.01’de bindiği trenden sabah elinde ince bir suntaya yapışık, havadan çekilmiş Kudüs, yazı makinesi ve çantasıyla Cehenneme inişini de bu anılar arasında anmak gerek.

Şimdi çok gerilere gitmenin ve yazının başına aldığımız beyitin anlamını da içkin kılacak bir anıyı anmanın tam zamanı: 1961 yılında Tuzla Yedek Subay Okulu’ndan teğmen rütbesiyle mezun olup, Bitlis’teki birliğine gitmek üzere bindiği trende ünlü sinema oyuncusu bir hanımefendiye (Türkan Şoray) benzeyen ama güzelliği o hanımefendinin on katı olan bir kızla göz göze geldikleri ve bir ömür süren bu yıldırım aşkın mekanının da tren oluşu şaşırtıcı değil mi?

İşte o göz göze gelişten beri trenler hep aynalardan geçer ve her şey ilk günkü gibi yeni olmuş halini sürdürür. O trenler ki hem yazarın hayallerinden hem de ruhundan şehirlerden şehirlere sicim gibi akar durur. Sevgilinin kara saçları bazen raylar olur, bazen gamlı bir kara treni imler. Yazar aynaya her bakışında adeta yüzünden geçen trenlerle yüz yüze, göz göze gelir. Tıpkı trendeki sevgilinin bulutları dağıtan güzelliğiyle birlikte. Çünkü “ :trenler hızla girer bulutlar: görünmez yerlerde, bin bir güçlükle biten meşe ağaçları!”

Şimdi gelelim bulutlara. Bulutlar da Nuri Pakdil’in metinlerinde sıkça rastladığımız sembollerin başında gelir. Hiç kuşku yok ki, Nuri Pakdil’in bulutları postmodern bulutlardır ve daha çok da Ahırdağı’ndan Maraş’a inerken görülür. Bazen de halay çekerken görülür yazarın bulutları, tıpkı şu betimlemede olduğu gibi: “Bulutlar halay çekmeye başlayıp da Bostancı gecenin ve Ortadoğu’nun o solmaz renklerine boyandı mı, Tarih’in karşıanamalcı-karşıırkçı-karşıfaşist-karşısömürgeci-karşıfiravunist Yüce Ümmet gecelerinde, İstanbul muhakkak doyulmazdı seyredilmeye!” (Otel Gören Defterler 5, Ateş Hattında Ateş Müfrezeleri, s.95)

Kimi zaman da batıla batmış aktualiteyi örterler: “Ve bulutlar: butlana batık aktualiteyi örtercesine: bulutlar.” Bazen de umudu imler bulutlar: “Gerilla’nın bir işaretiyle boşluktan fırlayıveren Tanıklar,’Gökyüzüne çevir başını! Bulut; umut!’” (Otel Gören Defterler 6, Yazmak Bir Mûcize, s.53) Çünkü, çoğu kez yüklüdür onlar: “Bulutlar adamakıllı yüklüydü. Yıldırım çarpmış cümleyi; yarısı yok: arayacağım diyor insan.” (Bir Yazarın Notları IV, s.17) Bazen de karmaşık duygular çağrıştırır yazara: “Öğle sonu yapış yapıştı yalnızca + ‘Cani bir cümle kurmalıyım birazdan.’ Hızla yüzüne değerek geçti gitti güneşin çekilen ışığıyla :’Bulut!’ dedi ve pencereden sokağa adeta yapıştı + cinsellikti öbür köşeye dönen kadının imgesiyle artan ağırlık.” (Bir Yazarın Notları III, s.69) Bu yüzden olsa gerek o, bulutlu cümlelerini güvercinlere serper geçtiği yollarda.

Onun bulutları gecelerde de görülür: “Çok koyu geceler, fazla siyahlaşmamış geceler, Filistinî geceler, Maraş’ın göğünü getirip yakınınıza çadır gibi kurmuş geceler, Yenikapı Kıyılarının bulutlara takılıp yıldızları elektriklendirdiği geceler...” (Otel Gören Defterler 2, Yazının Epik Resmi Çekildiği Sırada, s.49) Bazen o yıldızları Sır Elektrikçileri yakar: “Otobüse binerken de bulutların arkasındaki yıldızları, tek tek yakmaya çalışıyorlardı Sır Elektrikçileri.” (Otel Gören Defterler 3,s.37) Aşk ah çekmektir derinden derinden sürdükçe ömür boyu: “Çok derinden ah çekenlerin yanında ortalığa garip garip bulut parçaları düşer ya, o kapkara bulut parçalarının binlercesi uçuşuyor havada.” (Kalem Kalesi, s.86) Her bir bulut parçasından harfler düşer sonra ve sürekli yazılır, sürekli yaşanır o büyük AŞK! : Sesiz şehirlerde sicim gibi seferlerde.

(*) Osmanlı Simitçiler Kasidesi 28

#Yolculuk
#Tren
6 yıl önce