|

Yanlış mutlakların hükümranlığı

Yanlış ve sahte mutlakların, seküler mutlakların hükümran olabildiği bir dünyada, İslami mutlakların sembolik ve folklorik bir bağlama hapsedilmesinden, elbette, daha büyük, daha derin, daha kapsamlı, daha kuşatıcı temsil liyakatini kaybetmiş olan biz Müslümanlar sorumluyuz.

Yeni Şafak ve
04:00 - 16/10/2017 Pazartesi
Güncelleme: 09:14 - 16/10/2017 Pazartesi
Yeni Şafak
Gündem
Gündem

Günümüzde insanlık, siyasetin kontrolü dışına çıkan bir dünyada, bir egoizm-çıkar düzeni içinde yaşıyor. Egoizm-çıkar düzeni, jeopolitik ve stratejik oyunlar, entrikalar ve gücün araçları-çıkarları yoluyla sürdürülüyor. Modern zamanlarda, sözü geçen oyunları, entrikaları, çıkarları meşrulaştırabilmek, onaylayabilmek ve tartışma dışı kılabilmek üzere, kavramsal bir sistem-dil-söylem oluşturulmuştur. Bu zaman zarfında, bütün dünyayı entelektüel-kültürel ‘moda’larla sürekli olarak baskı altında tutan, belirli bazı entelektüel referansları mutlak birer referans kaynağı olarak bütün toplumlara dayatan, bütün kültürlerin Batılılaştırılmasını tamamlayan bir dönüşüm yaşanmıştır. Bütün kültürlerin Batılılaştırılması demek, bütün kültürlerin sekülerleştirilmesi anlamı taşır.

İSLAM KARŞITLIĞI KURUMSALLAŞTIRILDI

Modern dönemde, Batılılaştırılan ve sekülerleştirilen kültürler yoluyla İslam karşıtı önyargılar da icat ve imal edilerek, kurumsallaştırılmıştır. Modern-seküler dönüşüm dönemlerinde, felsefe-kültür-sanat, ırkçı ve ideolojik bir propaganda aracı olarak kullanılmış, bu suretle, felsefe-kültür-sanat büyük bir yozlaşma ve bayağılaşma sürecine girmiştir. Bu dönemle birlikte seküler görme ve algı biçimleri, yanlış-sahte mutlaklara bir örnek olarak, kültürel iktidarı ele geçirmiş, İslamî görme-algılama-tanımlama biçimlerini göreli hale getirmiş, İslamî dünya görüşünü ise itibarsız ve iktidarsız kılarak tarih dışı sayılabilecek bir noktaya getirmiştir.

Aydınlanma felsefesinin, ideolojik ve ırkçı propagandanın, egemenlik ve tahakkümün bir aracı olarak kullanılması, sömürülmesi, istismar edilmesi, entelektüel yozlaşmanın, ideolojik sahtekârlığın ne kadar yüz kızartıcı bir noktaya geldiğini gösterir. Narsist ve mitleştirilmiş bir söylem aracılığıyla mutlaklaştırılan seküler dünya görüşü ve seküler Avrupa kültürü, bütün dünyada gerçekliği baskı altına alarak yönlendirebilmiştir. Yanlış ve sahte mutlakların, seküler mutlakların hükümran olabildiği bir dünyada, İslami mutlakların sembolik ve folklorik bir bağlama hapsedilmesinden, elbette, daha büyük, daha derin, daha kapsamlı, daha kuşatıcı temsil liyakatini kaybetmiş olan biz Müslümanlar sorumluyuz. Bizzat kendisi İslamî mutlaklarına yabancılaşan ve yanlış-sahte-yalancı mutlaklarla da hesaplaşamayan İslami bünye, bugün, yeni fikirleri, düşünceleri ve değerleri insanlığın zihnine/kalbine ve gündemine kazandırmak bir yana, varolan fikirleri, düşünceleri bile sorgulamaya cesaret edemiyor.

İRADESİNİ KAYBETMİŞ BİR TOPLUM

Müslümanlar olarak, hepimizin, her durumda, farkında ve bilincinde olmamız gereken bir hakikat var: Farzımuhal, sekülerizm gibi, demokrasi gibi yanlış ve sahte mutlaklar İslam toplumlarında da referans ve meşruiyet kaynağı olarak kabul ediliyorsa, edilebiliyorsa, edilebilecekse, bu durum hep böyle devam edecekse, bu takdirde, İslami bir dünya/hayat/siyaset tarzı mücadelesine, bu yolda sorumluluk almaya, çaba harcamaya, risk almaya ve bedel ödemeye hiç gerek kalmayacak. Kendi mutlaklarını temsil bilincini ve iradesini kaybeden toplumlar, kendi tarihlerini ve kültürlerini yapma iradesine de sahip olamıyor; kendi hayatlarını, kendi dünya görüşleri doğrultusunda yönetemiyor. Eğer, İslami anlamda, bütün insanlığa hitap eden güçlü-etkili-derinlikli fikirlerimiz, güçlü-etkili-nitelikli fikir ve düşünce adamlarımız olsaydı, büyük putlarımız olmayacak, yanlış-yalancı-sahte mutlaklara maruz kalmayacaktık. Hayata ve tarihe büyük farkındalıklarla katılıyor olsaydık, her durumda avutulmayacak, aldatılmayacaktık.

ÜRETKENLİĞİ KAYBETTİK VE PARÇALANDIK

Günümüzde İslami düşünce, kültür, edebiyat ve ilahiyat hayatının, folklorik ve sembolik varoluşlara ikna edilebilmiş olmaları sebebiyle, İslam’ın ontolojik özgürlüğü, bağımsızlığı, otoritesi, meşruiyeti ile ilgili, anılmaya, kaydedilmeye değer hiç bir çaba ve çalışması bulunmuyor. İslam dünyası toplumlarında üretkenliğin durdurulmasıyla, dondurulmasıyla birlikte, toplumlarımız kültürel/zihinsel Batılılaşmaya sonuna kadar açık hale geldiler. Üretkenliğin durdurulması büyük ölçüde derin bir tükenmişliğin ve yetersizliğin sonucu olarak ortaya çıktı. İslam toplumlarında önce İslami bütünlük bilinci parçalanmıştı, daha sonra da İslami bünyenin bütünlüğü parçalandı. Müslümanlar olarak, zihinsel/kültürel/entelektüel üretkenliği ve mücadeleyi sürdürebiliyor olsaydık, İslamî mutlakları hiç bir şekilde savsaklamayacak, din-siyaset ayrımı gibi ayrımları, akıl-vahiy bütünlüğünün parçalanması gibi parçalanmaları hiç bir suretle kabul etmeyecektik. Günümüzde bu parçalanmalara ek olarak, İslam topraklarında, kimi çıkarlar adına etnik bilincin sömürülmesi, istismar edilmesi ve araçsallaştırılması uygulamaları sistematik olarak çoğaltılıyor. Ulus-devlet egemenliklerinin zaaflarına işaret eden fiziksel duvarlar/barikatlar, biz-onlar karşıtlıklarını/kategorilerini derinleştiriyor; İslamî meşruiyetin yerini alan kabile/aşiret/saltanat meşruiyetleri etkisiz-kırılgan ve savunmasız kendilikler oluşturuyor.

TAKLİT VE İTAATTEN KURTULMALIYIZ

Yanlış-sahte mutlakların hükümranlığının devam ettiği bir toplumda ya da dünyada, İslamın bir gerçeklik olarak mevcudiyetinden söz edemeyiz. Bugün, ancak, İslamın kısmi bir mevcudiyetinden söz edebiliriz. Müslümanlar olarak bizler, yanlış-sahte mutlakların hükümranlığı altında kendine özgü bir tarih, kültür ve medeniyet, kendine özgü bir hikaye oluşturamayız.

Yanlış mutlaklarla İslami bir varoluş mücadelesi verilemez.

İslami bir varoluş mücadelesi için, her şeyden önce, geçmişi yüceltmek yerine, geçmişi eleştirel anlamda değerlendirerek, zihinsel ve ruhsal bir yenilenmeyle yeni bir başlangıç yapmak gerekiyor. Toplumlarımızda taklit ve itaatin kurumsallaşmasıyla birlikte, görülebilir bütün ufuklar, görünmez kılınmıştır. Taklit ve itaati etkili-güçlü bir geleneğe dönüştüren bireylerin ve toplumların, inisiyatif alma iradesine sahip olamayacakları hiç bir şekilde dikkate alınmamıştır.

Atasoy Müftüoğlu
#İslamiyet
#Kurumsallaşma
#İslamofobi
7 yıl önce