|

Uykunun halleri

“Yıllar var ki Nuri Pakdil, deliksiz bir uykuya hasret yaşamıştır. Onun metinleri bir bakıma hayatının birer izdüşümüdür. Bu izdüşümlerde ‘uyku’nun onun hayatını nasıl etkilediğine dair yaşanmışlıkla ilgili pek çok bölüme rastlayabiliriz: ‘Uykusuzluk uyuz köpekten de beter, somut, yanımda duruyor.’”

Yeni Şafak ve
04:00 - 13/06/2018 Çarşamba
Güncelleme: 06:24 - 13/06/2018 Çarşamba
Yeni Şafak
“Yazmanın vatanı sağlıklı sessizliktir” der Nuri Pakdil.
“Yazmanın vatanı sağlıklı sessizliktir” der Nuri Pakdil.
ARFİ AY
GÜĞÜMDEN BOŞALTILADURSUN TAZE SÜT(*)

Hüzün geri geri giderse bir gece

Deliksiz uykuda tadılır sadece

Uyku vücudun bir dinlenme alanı olduğu kadar aynı zamanda olağanüstülüklerin de yaşandığı sanal bir dünyadır. Bunun en bilinen örnekleri rüyalardır. Ayrıca bütün kültürlerde, dini metinlerde uyku motifi üzerine kurgulanan masallar, hikâyeler ve kıssalar vardır. Ashab-ı Keyf (Yedi Uyurlar) bunların en bilinenidir. Sözgelimi bizim edebiyatımızda âşık kavramı çerçevesinde gelişen pek çok olağanüstülüklere yer verilir. Örneğin uykusunda kendisine ‘bade’ içirilen, rüyasında gördüğü kıza âşık olan ve ağzı köpürerek uyanan ‹badeli âşıklar’ klasik şiirimizin en çok kullanılan motiflerinden biridir.

Roland Barthes’ın yakınlarda okuduğum “Genç Bir Giritlinin Serüvenleri” öyküsünün kahramanı genç Giritli deniz kıyısında bir tahta üzerinde uykuya dalar ve dalgalar onu uzaklara sürükler. Uyandığında uzakta gördüğü bir kıyıya çıkar ve kendisine bu ülkenin hükümdarı olduğunu söyleyen yaşlı bir adamla karşılaşır. Genç Giritli yaşlı adamın söylediklerine kuşkuyla bakar ve yaşlı adama gösterdiği saygıda da samimidir. Bundan dolayı da hükümdar genç adamı bağışlar. Barthes’ın bu kıssasından şöyle bir hisse çıkarılır: “Tanrı varsa, iyi niyetli olarak ona inanılmışsa, o bağışlayacaktır.”

Miquel De Unamuno da uykuyu ölümle eş değer görür ve şunları der: “Hayatı ele geçirecek uykuyu hissetmek ve buna direnmek için mücadele etmek korkunç olmalı. Gözlerimiz kapanır ve açık tutmakta inat ederiz; beynimiz bizi terk eder ve bunu şeylerin üstünde yoğunlaştırmak için umutsuz çabalar harcarız ve bu çabalarla onu daha yorar ve başdönmesine teslim ederiz.” (Mıguel De Unamuno, Günlükler, s.100)

Miquel De Unamuno’nun bu tespiti beni Üstad Necip Fazıl’ın “Uyumak İstiyorum” şiirine götürdü:

UYUMAK İSTİYORUM

İki yıldız arası göğe asılı hamak...

Uyku, uyku... Zamansız ve mekansız, uyumak.

Uyumak istiyorum; başım bir cenk meydanı;

Harfsiz ve kelimesiz düşünmek Yaradanı.

İlgisizlik, her şeyden kesilmiş ilgisizlik;

Bilmeyiz ki, en büyük ilme denk bilgisizlik.

Usandım boş yere hep gitmeler, gelmelerden;

Bırakın uyuyayım, yandım kelimelerden!

Göz kapaklarımda gün, kapkara bir kızıllık;

Kulağımda tarihin çıkrık sesi, bin yıllık.

Bir yurt ki bu, diriler ölü; ölüler diri;

Raflarda toza batmış Peygamberden bildiri.

Her gün yalnız namazdan namaza uyanayım;

Bir dilim kuru ekmek; acı suya banayım!

Ve tekrar uyuyayım ve kalkayım ezanla!

Yaşaya dursun insan, hayat dediği zanla...

(Çile, s. 270-271)

“Uyumak ya da ölmek” diyerek uykuyu fethetmek çabasında olanlardan biri de E. M. Cioren’dir: “....Uykusuzluk, sen gelip de vücudumu ve gururumu sarsınca; sen ki toy hoyratı değiştirir, içgüdülerini ayrıntılandırır, rüyalarını körüklersin; sen ki istirahatla sonuçlanmış günlerden fazla bilgi saçarsın ve sızlayan gözkapaklarında isimsiz hastalıklardan veya zamanın felaketlerinden daha önemli bir olay gibi açılırsın. Sen bana sağlığın horultusunu, sesli unutkanlık içine dalmış insanları işittirdin. O sırada yalnızlığım da etraftaki karanlığı içine alıyor, ondan daha geniş bir hale geliyordu. Her şey uyuyordu, her şey her zaman için uyuyordu. Artık şafak yoktu: Bütün zamanların sonuna kadar uykusuz kalacağım: Beni bekleyecekler, rüyalarımın açık alanlarının hesabını sormak için... Her gece diğerlerinin benzeriydi, her gece sonsuzdu. Ve kendimi bütün uyuyamayanlarla, bütün o meçhul kardeşlerle dayanışma içinde hissediyordum.” (E. M.Cioren, s.155) Onlardan biri de Nuri Pakdil.

Evet, uyku basmak, uyku çekmek, uyku tutmak, gözden uyku akmak, uyku tulumu, kuş uykusu, uyku vermek, uyku getirmek, uykusu kaçmak, uykusu açılmak, uykusu ağır, uykusu hafif, uykusu dağılmak, uykusu bölünmek, uykusunu almak, uykuya dalmak, uyku kürü, derin uyku, uykucu vs. gibi dilmizde pek çok deyimle yer alan uykunun Nuri Pakdil’in hayatında müstesna bir yeri vardır. Onu yakından tanıyan ve bir zaman aynı evi paylaştığımız bir insan olarak, şunu hiç abartısız söyleyebilirim: Yıllar var ki Nuri Pakdil, deliksiz bir uykuya hasret yaşamıştır. Onun metinleri bir bakıma hayatının birer izdüşümüdür. Bu izdüşümlerde ‘uyku’nun onun hayatını nasıl etkilediğine dair yaşanmışlıkla ilgili pek çok bölüme rastlayabiliriz: “Uykusuzluk uyuz köpekten de beter, somut, yanımda duruyor.” (Klas Duruş, s.39) Nuri Pakdil’in, onunla nasıl başetmeye çalıştığını şu gizemli cümlelerde görebiliriz: “Defterin, gecelerin gözeneklerini yansılayan gizeminden alıntı uykusuzluk bir at; düşmeden durabilirse insan –eyersiz biniyorsunuz- hiçbir rüzgar yetişemez ardınızdan : gürültüler : nal sesleri.” (Otel Gören Defterler 1, Çarpışan Sesler, s.37) Devamla “24 olmayagörsün güle çarpıp geri dönüyor zaman : çark : kat kat maden tabakaları : içleniyor galiba ki zaman da, vuruyor tık tık tık : saatin gümbürtüsü yeryüzünü tuttu; direngen ve gene de arasıra uyumlu bir uykuya kavuşulan gece de, bir kez daha, sabahı insana teslim ediyordu : tanığıyım.” (a.g.e , s.47)

Nuri Pakdil’i uykuyla savaş durumunda bırakan unsurların başında içinde bulunduğu mekânı ve dış çevreyi kuşatan, esir alan gürültüdür. “Yazmanın vatanı sağlıklı sessizliktir.” (Otel Gören Defterler 2, Yazının Epik Resmi Çekildiği Sırada, s.95) Diyen bir yazar için gürültünün ne menem bir felaket olduğu o kadar açık ki… Haklı olarak şu tespiti yapar Nuri Pakdil: “Gürültü, şimdi bu yüzyılın, yaklaşan şu yirmi birinci yüzyılın teşhir edilmesi gereken en ürkünç dosyası. Muğlak mı muğlak. Dikkatin katili çünkü. Alenen hak gasbı, Dellenik bir filin insanı yirmi dört saat tepiklemesi fiili. Hayat, bir deli file bırakılamaz. Türkiye, gürültü çukurunun çok çok dibinde sanırım.” (Otel Gören Defterler 3, Büyük Sorgu, s.88)

Bir dönem bu gürültü olgusuna o kadar takılmıştı ki kiralık ev bulmak imkânsız hale gelmişti. Kombinin çalışma sesinden sifonun sesine, caddede seyreden minibüsün motor gürültüsüne her şey sessizliği bozan, sinirleri darmaduman eden gürültü kaynaklarıdır. Gürültü onda en çok şu etkiyi yapar:

“Gürültü de ne mi olur?

Gürültü: en çok da siniri sinir eder.

Bilin bakalım: sinirin sahibi ne yapar?

Sandalyeye ata biner gibi oturmakla yetinir.

O tele düğüm atılır, öteki tellere tutunulur: gürültüsüz mekân düşü sinirin önüne düşer : şu güneşin albenili devinimine kapılıp çıktım dışarı.” (Otel Gören Defterler2, Yazının Epik Resmi Çekildiği Sırada, s.59)

Ve devam eder: “Benzer hallerde ya da benzer hallere yakın hallerde gürültüyü aynı biteviyelikte sürüp gidiyor sanıyor insan. İyice yoğrulmadan, sindire sindire kokularını içe çekmeden algılanabilir mi gürültü? Sürüp giden bir gürültü hiçbir anınla, aynı gürültü olmuyor. Algılamamızda -ne şans!- zikzak. Sinirlerin üzerine bastıkça sizi altına alıp ezdikçe mütemadiyen yeni bir gürültüye dönüşmektedir aynı gürültü. Yeni gürültü istilası.” (Otel Gören Defterler3, Büyük Sorgu, s. 88)


Gürültüye karşı Nuri Pakdil’in tek sığınağı sükûnettir: “Bütün yalınlığıyla hayatı kucaklayabilmek : tartıya vurabilmek akıp giden suları : saat şöyle dursun, dakikanın değerini anlayabilmek : ateşi avucumuzda tutabilmek açıkçası : sükûnetle mümkün.

Yeryüzünün en melodik dili sükûnet.” (Otel Gören Defterler5, Ateş Hattında Harf Müfrezeleri, s.65) Gürültü ise yeryüzünün ağıt dilidir, Nuri Pakdil’in deyişiyle.

Gürültü ve uykusuzluğun oluşturduğu yoğun bir hüzünden de söz edebiliriz. İnsanın yapacaklarını yapamaması onda derin bir hüzne yol açar. Sükûnetsizlik boğuntusundan kurtulmanın yolu iç dünyanızdaki yolculuklardadır. Nuri Pakdil de bunu yapar: “Sükunetsizliğin haşin yerinde, zaman zaman, boğucu bir sessizliğe dalmak da söz konusu olabilir otel odasında : Kudüs’ten İstanbul’a doğru koşarken, hüzün akıntılar halinde, Balkanlarda, Tuna kıyıları!” (a.g.e, s.90)

Hüzün az da olsa ötelenmiştir artık; uykuya dalınabilir, Üstad Necip Fazıl’ın “Kaldırımlar” şiirindeki şu dizesinde olduğu gibi: “Dalıp, sokaklar kadar esrarlı bir uykuya”

Onun uykusuzluk halini gereksiz bir titizlenme gibi görenlerin farkındadır Nuri Pakdil; hep anlatmaya çalışır: “Diş ağrısı bilmeyenlere diş ağrısı anlatılamadığı gibi, uykusuzluğu bilmeyenlere de uykusuzluk anlatılamaz. Uyumayan yazamaz, cümlesi : iplenmeyebilir gene de.” (Arap Saati, s.25)

Gelelim süte. Bilindiği gibi Nuri Pakdil, dengeli ve bilinçli beslenmeye özen gösteren bir yazar. Yazılarında, özellikle mektuplarında dostlarına, arkadaşlarına beslenme konusunda uyarılarda bulunur ve beslenme listeleri verir. Bu beslenme listelerinde baş sırayı da süt alır. Kitaplarında süte ilişkin övgü dolu cümleler yer alır: “Sütü övmeye hergün soyunulsa yeridir : insanın süt içmesi, titizlikle, özenle yoga yapması demektir : ayakta da içilse, oturarak da içilse, bizim sütçüde süt, yer tutuşları ve zamanlaması iyi bir kaleci gibi de durmasını bilmeli insan.” (Otel Gören Defterler 6, Yazmak Bir Mucize s. 309)

Nuri Pakdil, sütü, sütçüde içmeyi tercih eder. Onun İstanbul’da da Ankara’da uğradığı sütçüleri vardır: “Sıcak süt; evde değil; bir canım istedi ki. Gedikpaşa bunun yeri; mütevazi sütçü; kaymağı da halis. İstanbul’un meraklıları burayı bilir.” (Edebiyat Kulesi, s.79)

“Sütçüye girildi mi de, yeni bir ülkeye adım atılmış gibi de olunur : bardakların biri boşalıyorsa biri doluyordur : ince ince kesilen peynirli börek : oturacak yerler doluysa ayakta içilir süt : acelesi olanlar, her incecik parçayı bellerinden yakalayıp olduğu gibi de bırakabilirler ağızlarına.” (Otel Gören Defterler 6,Yazmak Bir Mucize, s.30)

Nuri Pakdil, sütü sadece besin maddesi olarak görmez. Onu saflığın, sükunetin, doğallığın simgesi olarak da görür. Hatta ona öğretisel bir işlev de yükler: “Duyarlılığın bitmesi ve bilincin körelmesi : hani gerinince kemikleri kütürder ya insanın, öyle bir içkütürdemeyle aşılır bilincin ölüdenizi : ve ‘fiili’ kucağımızda tutup, bir çocuk gibi besleyerek : Öğreti Sütüyle.” (Mektuplar II, s.178)

Nuri Pakdil’in sükunet bulduğu, sinirlerinin yatıştığı yerlerden biri de sütçü dükkanlardır: “Sütçüde de; devrilipgiden gecelerin belirsiz, dilsiz hiyerogliflerinde sinirli sinirli dolaşmayı bırakarak, kare kare kesilmiş güzel bir su böreği tabağına bıçakla çatalı yaklaştırıyorum.

Sütle birlikte ağzımda Hamd Ayini.” (Otel Gören Defterler 5, Ateş Hattında Harf Müfrezeleri, s.113)

O, kuşluğu da festivale sütle dönüştürür: “Bir kaşık bal + bir bardak süt Kuşluk Festivaline gider.” (Otel Gören Defterler 4, Simsiyah, s.26)

Artık herşey sese dönüşür: Tüm hayatın bir tünele girip çıkması anı : yeryüzü hareketliliğinin –açılıp kapanan gözlerin penceresinden içeriye dolan- kaynayan süt kokusuna benzer tadı : Kapalıçarşı’nın Mahmut Paşa çıkışında binlerce civciv sesi üzerinize konmaya başlar : sesten daha essah somut ne var ki!” (Otel Gören Defterler 3, Byük Sorgu, s.43)

Ne demişti Nuri Pakdil: “Güğümden boşaltıladursun taze süt”

(*) Osmanlı Simitçiler Kasidesi 30

#Uyku
#Renk
6 yıl önce
default-profile-img