|

Türk şiiri daima genç

Şiiri boş zaman uğraşı olmaktan uzak gören ve emekleri yakın zamanda iki kapak arasında toplanan 11 genç şair ile günümüz şiirini konuştuk. Edebiyat dergilerinde dikkat çeken yeni isimler sayesinde Türk şiiri daima genç olarak yola devam ediyor.

Yeni Şafak ve
15:52 - 9/08/2017 Çarşamba
Güncelleme: 16:01 - 9/08/2017 Çarşamba
Yeni Şafak
Türk şiiri  daima genç
Türk şiiri daima genç

Türk şiiri daima genç. Belirsiz konuların, bulanık fotoğrafların arasında dikkatli gözlerin kaçırmayacağı konumda işaret olmaya devam ediyor. Günümüzde siyaset başta olmak üzere ülke gündemini domine eden konulardan dolayı şiire ayrılan vakit giderek azalıyor. Şiiri boş zaman uğraşı, hobi olarak gören okurun yanına, aynı bakış açısına sahip şairler de yazılmaya başladı. Yerli yabancı okumaları iyi yapan birisi elbet hayatında bir defa iyi şiir yazabilir. Şair kalmak, yolda olmak için ise farklı bir çabanın gerektiğine inanıyoruz. Edebiyat tarihimizin 2010’lu yıllarında şiir yazmaya devam eden ve ilk kitabı okurla buluşmuş olan Elif Nuray, Muzaffer Serkan Aydın, Nergihan Yeşilyurt, Tuba Kaplan, Emre Miyasoğlu, Zeynep Tuğçe Karadağ, Sevgi Yerlioğlu, Eyyüp Akyüz, Raşit Ulaş, Elyesa Koytak ve Gökhan Ergür’e ilk kitap heyecanlarını, Türk şiirinin bugünkü hâlini, dergilerin edebiyata katkısını sorduk ve yazma serüvenlerini dinledik. Bu sayede şiirimizin “anlık” fotoğrafına bakmış olacağız.

Elif Nuray: Yazarak sancıyı özgür kılıyorum

Sekiz yıllık emeğinizi iki kapak arasında görmek nasıl bir duygu?

Aslına bakarsanız sadece kitaba aldığım şiirler son sekiz yılı kapsıyor. İlk şiirimi 2003’de yayınladığımı ve öncesinde bir hayalin peşine düşerek geldiğim süreci hesaba katarsak, söz konusu emek benim için yüz yıla denk. O emeğe dokunmak, nihayet göz göze gelmek, sayfaları arasında gezinmek… İşte bu hissin tarifi ise imkânsıza yakın. Kitap bana ilk ulaştığında ben üniversitedeki odamda bir diferansiyel denklemi çözmeye uğraşıyordum. Ne sancılı bekleyiş ama! Kargo içeri girdiğinde attığım çığlığı hiç unutmayacağım. Galiba çalışma arkadaşlarım da unutamayacak. Örtme veyahut olanı az gösterme gibi bir gayretim yok heyecanıma dair. Kitapla kavuştuğumuz ilk gün, yanımdan geçen insanlarca anlamsız sayıldığına emin olduğum geniş bir tebessümle saatlerce yürüdüm. Yürürken, “artık neyi bekleyeceğim ben” deyip durdum kendi kendime. Kalbimin çeperini yırtacak gibi olan deli bir şey çünkü bu. Öyle deli bir şey ki, beni bu kıskıvrak yakaladığı hâl sürsün gitsin, hemen bitmesin isterim.

Neden şiir yazıyorsunuz?

Bu soruyla her karşı karşıya kaldığımda aklımda tek bir cevap yankılanıyor: “Yazıyorum; çünkü içimde susturamadığım bir ses var.” Yani sebebimi bir bakıma Sylvia Plath’ınkiyle eş buluyorum. Şiir aynı zamanda bir tahammül mülkü benim için. Bu mülke yazarak sahip çıkabileceğime inanıyorum. İtirazı ve dayanma gücünü ancak böyle diri tutabileceğime de. Damarlarımı neredeyse yırtacak bir sancı harekete geçtiğinde, ben fiziksel olarak önce duruyor ve sonra kendimi yazarken buluyorum. Bir bakıma yazarak o sancıyı özgür kılıyorum. Yürürken yanan canımın izini bırakıyorum. Bıraktığım izler bilinsin istiyorum. Tamamlanmaya uğraşıyorum. Şiir nabzınızda hissedebileceğiniz şeylerle ilgili. Nabzımın zorlandığı gibi, nabızları zorlamak istiyor; bileklerimde bıraktığı hakikat bulunsun istiyorum. Belki en çok, mahâretimi ve cesaretimi sınıyorum.

2010’lu yıllarda yazılan şiir hakkında ne söylemek istersiniz? Bireyselliğin ön planda olduğu görüşüne katılıyor musunuz? Şiirin geleceğini nasıl görüyorsunuz?

Değişiyor. Ben galiba artık bireysellikten de öte, gösterişin ön plana çıkmaya başladığını düşünüyorum. Tuhaf bir yere doğru evriliyor hem şiir, hem dünya, hem içimiz. Önceki yıllarda yazılan şiir daha duru, emekli ve samimiydi. Şimdi yazılanlar evvela samimiyetini sorgulatıyor bana. Kurgulanmış bir samimiyet servis ediliyor sanki. Hakikatin izinde, şiiri ciddiyetle kavrayan, estetiği-şiirin ana unsurlarını dert edinen ve mısrayı gerçekten haysiyeti bilmiş şairler hâlâ var. Kanımızı harekete geçiren şiirlere hâlâ denk gelebiliyoruz. Bu noktada ümitvarım bir bakıma. Fakat ne yazık ki hızla eksilmekteler. Dünya hızla kendi girdabına doğru çekiyor elinde kalem olanları. En tehlikeli olan ise şiirin bireylerin kendi gayesine araç kılınması. Buna da bir yere kadar razı gelebilirim belki, yeter ki şiirin hakkı teslim edilsin. Şiirde en iyi söyleşiyi yakalamanın derdi, kendine has bir dil oluşturma çabası, her bir imgeyi bir taş bilip taşları yerli yerine dizme endişesi, bir kelimenin peşine düşmenin, onu bulamamanın, bulunca yerinde duramamanın ıstıraplı saadeti terk edilmek üzere olan bir şehre dönüşüyor git gide. Bu şehir, özellikle yazmaya yeni başlamış, yazdıklarını doğal olarak insanlara ulaştırma isteğini taşıyan kişilerde, on dakikalığına uğranmış bir otobüs terminali gibi. Bir an önce gitmek istiyorlar. Orada durmamak istiyorlar. Çünkü zahmeti var, cefası var, ekmeği suyu az, güneşi cılız, yamacı dik. Ama gökle yerin adeta birbirine dokunduğu bir yayla muradı için, önce o zorlu patikaları aşıp, korkunç yamaçları çıkmak gerekiyor. Şiirin bizatihi matematik olduğu bilinciyle yolu yürüyen şairlere ve varlıklarına güveniyorum.

Defalarca okuduğunuz şiir kitabı hangisi?

Asaf Hâlet Çelebi, toplu şiirler.

Muzaffer Serkan Aydın: Mermiyi şakağımda taşımayı tercih ediyorum

Emeklerinizi iki kapak arasında görmek nasıl bir duygu? İlk kitap nasıl bir sorumluluk yüklüyor?

Üzerinden epey bir vakit geçti ama güzel hatıralar gibi taze: Mutluluk ve endişe. Mutluluk çünkü rüyanızı hayra yoranlar haklı çıkmış gözüküyor. Endişe çünkü kötü şiirler yazmak, iyi şiirler okumaktan daha mutlu kılar insanı; acaba bu mutluluk ondan mı? Sorumluluk bahsinde; hissettiğim, bahse değer tek bir sorumluluk var, o da ilk değil son kitapla ilgili.

Neden şiir yazıyorsunuz?

Yazmaya başladığım ilk zamanlarda, yazdığımı bilen birkaç kişinin neden yazdığımı sorduğunu hatırlıyorum. Son iki senedir de yine yazdığımı bilen birkaç kişi neden – en azından eskisi kadar yazmadığımı soruyor. Cevabın değil ama sorunun neye benzediği hakkında bir fikrim var: Sorunuzun son kelimesindeki “z” yerine “ş” harfini kullanınca pek bir şey değişmiyor.

Şiirde ilhama inanır mısınız? Hangi duygular, olaylar sizi yazmaya tetikler? Şiir bittikten sonra işçilik üzerinde çalışır mısınız?

İlhamın şaire inanması daha mühim sanırım. Tetikleyecek duygular, olaylar beklemek değirmene su taşımaya benziyor biraz. Mermiyi şakağımda taşımayı tercih ediyorum. “Şiiri bitirmek” için ise işçilik de gerekebilir. Elindeki cevher mi, mücevher mi sorusu kadar şair ne vaat ediyor sorusu da önemli bu noktada. Bir elmasın işlenmesi beklenirken örneğin, güle dokunmak kimin haddine?

Günümüz insanı etkileşim ve iletişime çok açık. Bunun şiire olumlu olumsuz etkileri neler olabilir? Bugünkü şiirimizin fazla bireysel olmasında teknolojinin etkisi var mıdır?

Paradan sonra teknolojiyle de imtihanımız pek iyi gitmiyor gibi ne yazık ki. Şiirde de insani ilişkilerimizde de bunun izlerini görebiliyoruz. Görünme kaygısı derinleşmeye mâni oluyor. Sanal mecralardan hakiki teraziler devşirmeye gayret ediyoruz. Ötesini söylemeyeceğim. Teknolojinin etkisi bir yana şiirin bireysel ya da toplumsal olarak sınıflandırılmasıyla değil, iyi bir şiir olup olmadığıyla ilgilenen bir okurum. İyi şairlerin iyi şiirlerine teknolojinin mâni olabileceğine inanmıyorum, olmadığına şahidim.

Defalarca okuduğunuz şiir kitabı hangisi?

Bir değil iki: Üç Köpük ve Güzellik Uykusu.

Nergihan Yeşilyurt: Yeni bir göz kazanmalıyım

İlk kitap heyecanından bahseder misiniz? Kitap nasıl bir sorumluluk yüklüyor?

Kitabım çıkalı bir yıl oluyor, bir yerlerden enteresan tepkiler almaya devam ediyorum, hâlâ alınıp okunuyor olması çok şaşırtıcı, sevindirici. Özellikle de şiirin popüler olmasının başka etmenlere bağlı olduğunu düşünürsek. Kitaba, şiirlerime gelen bu geridönüşler sayesinde bir yıldır taze kalan bir ilk kitap heyecanından bahsedebilirim.

Sorumluluk konusunu hiç düşünmedim açıkçası. Ama şiirlerim toplu bir hale geldikten sonra, bana yüklediği yegâne sorumluluğun artık bu şiirleri aşmam gerektiği konusunda olduğunu söyleyebilirim. Hem üslup olarak değişmem hem de söyleyeceğim şeylerin değişmesi gerekiyor; yeni bir bakış, yeni bir göz kazanmam lazım.

Niye şiir yazıyorsunuz?

Aslında yazma nedenim ilk nedenimle aynı hâlâ. Ben bir arayıştayım, şiirim de o arayışa evrilip –arayışın kendisi olana dek- ve kendi yatağını bulana dek yazmaya devam edeceğim gibi görünüyor. Çünkü başka türlü kendimi ifade etmeyi bilmiyorum. Başka türlü anlattığım her şey eksik ya da belirsiz oluyor. Belki bir gün ifade etmeye gerek kalmayacak bir sessizlik lisanına geçeriz, o zaman şiire de sanata da gerek kalmaz.

Şiirde ilhama inanır mısınız? Sizi hangi olaylar, duygular yazmaya tetikler? Biten şiirin işçilik sürecinde neler yaparsınız?

Şiirde ilhama değil ama sebebe inanırım, bir de birikmeye. Silahınızı doldurmadan düelloya tutuşmak akıllı işi değildir ennihaye. Şiirin iyi kurgulanmış, güçlü dayanaklarla bina edilmiş ve itici gücü gerçek duygular olan bir sanat olduğunu düşünüyorum. Burada duygudan kastım, yoğun bir düşünüş de elbette. Romantik anlamda duygu değil.

Genellikle şiir, kafamda bir mısra olarak beliriyor, bir tomurcuk kabul ettiğim bu mısrayı açana kadar kafamda çevirip sonra kâğıda döküyorum. Her zaman okuttuğum, şiir içi ve dışı insanlardan oluşan beş kişilik küçük bir jürim var, onlara okuturum. Sonra yükselebilmesi için fazlaları atmaya başlarım. Ancak fazlalıkları atarken artık benim değil de acemi bir şairin şiiri gibi acımasız davranırım. O yüzden zaman zaman masada kalan şiirler olur. Şiirin dokunulmazlığına inanmıyorum. Dilin zorlanmasına inanıyorum. İmkânlarımı denemeyi seviyorum.

Defalarca okuduğunuz şiir kitabı hangisi?

Aslında zaman zaman karıştırdığım pek çok kitap var, ama aklıma gelen ilk iki kitap şöyle: Hüsn ü Aşk (Şeyh Galib), Büyük Saat (Turgut Uyar).

Tuba Kaplan: Benim eylemim şiir

İlk kitap heyecanından bahseder misiniz? Kitap nasıl bir sorumluluk yükledi?

Kitap elime gelene kadar pek bir şey anlamamıştım doğrusu. Kitabı tuttuğum ilk an başkaydı ama. Emeğinizin ellerinize değmesi çok somut bir şey. Yıllarca süren bir uğraş, onca okuma, masada çürüttüğünüz dirsek.. Karşımda öylece duruyordu işte. İtibar dergisinde yazmaya başladığım zamandan bu yana editörüm İbrahim Tenekeci, her çalışmamı kitap dosyamı hazırlıyormuşum gibi titizlikle yapmam gerektiğini söylemişti. O günden beri hep kitap üzerine konuşuyorduk. İsmet Özel'in dediği gibi "titizlik ahlakın ta kendisi"dir. Bu ahlak ve titizlikle yürüyordu dergide işler. İlk kitabın sorumluluğu daha burdan başladı, kitap çıktıktan sonra değil, kitap henüz çıkmadan yani.

Neden şiir yazıyorsunuz?

Neden hala yaşıyorsak işte o yüzden yazıyoruz. Beylik bir laf etmek için söylemiyorum elbette ama siz oturup çekirdek çitlerken filan bir bakıyorsunuz bir işçi ölüyor, başka bir gün en büyük şiir halk kahraman oluyor 15 Temmuz gerçekleşiyor, Kudüs'te bir şeyler oluyor, İsrail’e, Amerika’ya sövmek istiyorsunuz. İçinizdeki bir şeyler yapma dürtüsü, eyleme geçiriyor sizi. Benim şiirim çok hesaplı Müslüman olmanın şiiri, demiştim bir dizemde. Eylemsiz iddianın olmadığını Kur-an söylüyor bize, benim eylemim de şiir.

Bir edebiyat dergisinin mutfağında yer almak şaire ne katar?

Çok şey katar. Bunu bildiğim için tası tarağı toplayıp İstanbul'a geldim ailemle. Birçok zorluk geçirdik birlikte, geçiriyoruz ama İtibar dergisi ekibinde olmak tüm zorluklardan önemliydi benim için. Edebiyat görgüsünü dergi mutfağında kazanıyorsunuz. Editörünüz, diğer genç arkadaşlarınızla ile birlikte aynı atmosferi solumak diri bir heyecan katıyor size. Derginin önde isimlerinin tecrübeleri yol açıyor genç şaire. Hele bizim dergimizdeki gibi işler ağabey kardeş şeklinde yürüyorsa. Kendinizi emin hissediyorsunuz cepheniz böyle sağlamsa.

Defalarca okuduğunuz şiir kitabı hangisi?

Defalarca kendisini okutan kitaplar, şiirler olmasa ben de yazamazdım herhâlde o kadar önemli bir soru benim için. Büyük Türk şiirine yıllardır çalışıyorum, birçok ismi dikkatle okudum. Bazı isimlerde dönüp kalıyorsunuz buna rağmen. Başta Yunus Emre'den, Mehmet Akif'ten, Namık Kemal'den beslenerek; İsmet Özel'den Erbain, İbrahim Tenekeci'den Güzellik Uykusu, dönerek okuduğum kitaplar.

Emre Miyasoğlu: İman öfkesiyle yazıyorum

İlk kitap heyecanından bahseder misiniz? Kitap nasıl bir sorumluluk yüklüyor?

İlk kitap heyecanından bahsetmem gerekirse yıllar öncesine gitmem gerekiyor, zira ilk kitabım 2003’te yayınlanan “Olmaz Hayal” adlı hikâye kitabımdı. “Bir Yetim Türküsü” ise bir şiir kitabı olarak ilk kitabım. İlk kitap heyecanı insana yazdıklarından çok bunun “kitaplaşmış” olmasının getirdiği bir heyecan gibi geliyor bana. İnsani ve güzel olmasına rağmen biraz fazla çocuksu bir duygu gibi... Ben, kitabın yayınlanmasından önce, hatta bir dergide yayınlanmasından da önce her bir şiiri yazma sürecinde en büyük heyecanı yaşıyorum. Her bir şiirin heyecanı, hakkı söylemenin lezzetinin altında kalıyor ve diyebilirim ki “iman öfkesi” ile yazdığım her şiir bana sorumluluğumu tekrar hatırlatıyor. Bu anlamda, farklı renklerle aynı şeyi söyleyen şiirlerimin bir araya getirilip inanan kardeşlerime topluca sunulmasından başka bir anlamı olmayan kitabımın üzerime yüklediği sorumluluk, orada söylediklerimi kendi hayatımda da yaşamak bilincini hatırlatmasıdır...

Şiir yazmak sizin için neyi ifade ediyor?

Yazmanın bir iman meselesi olduğunu ben öncelikle rahmetli babam Mustafa Miyasoğlu’ndan öğrendim. Bir Müslüman olarak hakkı konuşmak anlamına gelen yazmanın, tanınma paranoyası yahut sevilme, alkış toplama gibi zavallı hislerden berî olması gerektiğini onda gördüm. Yoksa şiir yazmak Üstad Necip Fazıl’ın ısrarla ifade ettiği gibi, “çelik çomak” oynamaktan başka şey değildir. Ben evet şiir söylüyorum, ama şair değilim. Şiir yazmamın sebebi, kullarına eşsiz bir sanatla hitap etmeyi seçen Rabbimizin gösterdiği “güzel söyleme” örneğinde olduğu gibi, insan dilinin bulduğu en güzel, en vurucu, en kısa ve öz söyleme biçimi olmasıdır. Şiirin benim için hak olanı en veciz şekilde söylemekten başka bir anlamı yoktur.

Türk şiirinde nasıl bir değişim görüyorsunuz? Bu hareketlilikte dergilerin rolü nedir?

Türk şiirindeki değişiklik maalesef büyük oranda dibe doğru ilerliyor. Kısırlaşmış duygular ve kısıtlanmış kelimelerle sokak ağzı ve yabancı kelimelerle şiir adına söz cinayeti işleyenlerin arz-ı endâm ettiği bu atmosferde şiirden bahsetmek yürek ister. Az sayıdaki “şair”in aksine, şiir yazdığını zanneden geniş bir güruh, çetecilik hastalığına tutulmuş dergilerle kendilerince süflice bir akım oluşturmuş. Birkaçı haricinde dergilerin vebali ağır. Şiirimiz, edebiyatımız dolayısıyla da kültürümüz açısından çok vahim olan bu tablo karşısında direnen birkaç güzel isim ve grubun gösterdiği kültürel direniş ise tüm takdirlerin ötesindedir.

Defalarca okuduğunuz şiir kitabı hangisi?

Tekrar tekrar okuduğum/okuyabildiğim, dahası okuma ihtiyacı duyduğum kitap, kavramların ve kelimelerin efendisi Necip Fazıl’ın “Çile”sidir. “Çile” okunmaktan çok, çekilecek bir kitaptır. İçendeki her bir şiiri iman ıstırabının kelimelere dökülmüş hali olarak görürseniz, o sancının bu derece mücessem hale geldiği bir benzerini nadir bulabilirsiniz. Çile’nin yanında hep kendime yakın bulduğum Erdem Bayezit’in coşkulu bir hüznün eseri olan pek çok şiiri de tekrar tekrar okuduklarımdandır.

Sevgi Yerlioğlu: Eskiye hayret etmek yazdırıyor

İlk kitap heyecanından bahseder misiniz? Kitap nasıl bir sorumluluk yüklüyor?

O güne kadar okuduğunuz her şeyin derlenmiş hali ilk kitap. Okumak derken yalnızca kitaplardan söz etmiyorum. İnsanın eşyaya ve hadiselere, tabiata, yaratılmış her şeye birbakışı, bir okuma biçimi var. Kitap hepsinin vücut bulmuş hali ve insan bunları bir aradagördüğünde elbette heyecan duyuyor. İnsanın yapıp ettiklerinden ötürü Yaradan’avereceği bir hesap var. Yazdıklarımız da fiillerimizden ayrı değil. Bu hesap şuurusorumluluk bilincini de daima taze tutuyor. Yazdıklarınız bir kitaba dönüştüğünde okelimelerin okur üzerindeki etkisinden de sorumlu oluyorsunuz. Bu ağır bir sorumluluk.

Neden şiir?

Hayret heyecanla birlikte yürüyen duygulardan biri benim için. Yalnızca değişene, yeniye, güzele değil; değişmeyene, eskiye, tahrip olana da hayret etmek ve bununla ilgili bir dert taşımak yazdırıyor.

Şiirde ilhama inanır mısınız? Hangi duygular, olaylar sizi yazmaya tetikler? Şiir bittikten sonra işçilik üzerinde çalışır mısınız?

Okumadan ve yazmak için sebepleri yerine getirmeden ilham tek başına bir işe yaramıyor. Rilke, ilham olmadan şiirin cesedi yazılır ancak, diyor. Ben bu cümleden Allah’ın ilham aracılığıyla kelimelerimize ruh üflediğini anlıyorum. İnsan hem yaşadığı zamandan hem de geçmişte yaşanmış olaylardan payını alıyor. Şiir benim için görüp hissettiklerimi dile getirmenin bir yolu. Bütün olay ve duyguların şairin zihninde ve ruhunda bir izdüşümü var ve bunu kelimeleriyle ortaya koyuyor. Ahmet Haşim, şiir sesle musiki arasında, sesten ziyade musikiye yakın ortalama bir dildir, diyor. Şiirin kendi içinde kurduğu bütünlükte müziğin yani ritmin etkisi büyük benim için. Bu sebeple şiir yazdıktan sonra sesli okuyarak ritmi bozan bir kelime var mı diye kontrol ederim.

Defalarca okuduğunuz şiir kitabı hangisi?

Sezai Karakoç’un Gün Doğmadan kitabı..

Eyyüp Akyüz: Dünya arızalı bir yer

İlk kitap heyecanından bahseder misiniz? Kitap nasıl bir sorumluluk yüklüyor?

İlk kitap heyecanını 2010 yılında yaşadım ama şiir değildi. İlk şiir kitabının heyecanını ise 7-8 ay önce yaşadım. Aylar, yıllar süren emeğiniz avucunuzdadır işte. Şiir başka, bambaşka bir tür. İbrahim Tenekeci’nin, çok hoşuma giden, “sözü yormadan” tabirinin en çok şiire yakıştığını düşünüyorum. Sözü yormadan deyiverirsiniz diyeceklerinizi. 2000’li yılların başında başladığım şiir yayınlama sürecinin bir kitapla taçlanması için bunca zaman bekleyişimin nedeni de budur aslında. Elias Canetti, “Körleşme”de, kitap taşıyan birinin sorumluluk taşıdığını söyletir başkarakterine. Kitap taşıyan birinin dahi sorumluluk yüklendiğini hesaba katarsak, yazan birinin üstlendiği sorumluluğun ne ölçüde olduğunu tahayyül edebiliriz sanırım.

Niye şiir?

Çünkü hâlâ itirazlarım var. Kendime, dünyaya, insanlara, kul yapımı olan her şeye. Dünyanın arızi ve arızalı bir yer olduğunun tastamam farkındayım. Uyum sağlayabileceğimi de zannetmiyorum. Uzlaşmadıkça, çatışma sürdükçe şiire devam inşallah.

Şiirde ilhama inanır mısınız? Sizi hangi olaylar, duygular yazmaya tetikler? Biten şiirin işçilik sürecinde neler yaparsınız?

İlhama hayatımın hiçbir evresinde inanmadım nedense. Ama eli kalem tutan herkesin kendisinin dahi anlayamadığı ilginç tutumları olduğunu düşünüyorum. Çizgili deftere ya da ajandaya tek bir dize dahi yazamıyorum mesela. İlla kareli defter ya da bilgisayar ekranı olacak. Bunun dışında yazmak için belirli bir mekan ya da zaman da ayırt etmem. Nasıl ki yağmurun oluşması için yoğunlaşma ve buharlaşma gerekiyorsa, şiir için de şairin benzer süreçlerden geçmesi gerektiğini düşünüyorum. Filmden bir kare, duyduğum bir söz, bizzat yaşadığım olaylar… Her şey yazmaya tetikler beni. Algılarım sürekli açıktır çünkü. Ne demişti Valery: “Şiir bitmez, terk edilir.” Şiir bittikten sonra mayalanmasını beklerim. Yolda, evde, işte, her yerde benimledir artık o şiir. Zaman zaman döner, gerekli eklemeler ve çıkarmaları yaparım. Şairi olarak değil, bir okur olarak yaklaşırım sonra şiire. Neden sonra şiirin tamam olduğunu söyler içimden bir ses ve ben o sese kulak verir, şiiri okurla buluşturmak üzere terk ederim.

Defalarca okuduğunuz şiir kitabı hangisi?

Başta edebiyat dergileri olmak üzere çok sıkı bir şiir okuyucusu olduğumu söylemeliyim. Pek çok şiir kitabına tekrar tekrar dönsem de, İsmet Özel’in Erbain’i ile Sezai Karakoç’un Gün Doğmadan kitaplarının şiirde başucu kitaplarım olduğunu belirtmeliyim.

Raşit Ulaş: Şiir şairin namusu

İlk kitabın heyecanından bahseder misiniz?

Enteresan bir his. Kitabı eline aldığın ilk gece kitapla beraber uyumak istiyorsun. Yıllardır verdiğin emeğin, uykusuz gecelerin, yaşanmışlıkların, kızgınlıkların, sevginin kısacası o zamana kadarki bütün hayatının tecessüm etmiş hali orada öylece duruyor, sen ona bakıyorsun o sana bakıyor. Artık dünyada dikili bir ağacın var, hak yerini bulsun diye söylediğin bir mısranın hedefine ulaştığını düşünme fikri inanılmaz! Bütün bunlar birleştiğinde sanırım ilk kitapta duyulan heyecanı çok az yerde duymuşumdur.

Şiir neden hayatınızda var?

Yapabileceğim başka bir şey yok çünkü. Kendimi bildim bileli memleket meselelerinin içindeyim, bazen sıkılsam; “Bir daha konuşmayacağım, karışmayacağım” desem de olmuyor. Nihayetinde dönüp dolaşıp kendimi o meselelerin içinde buluyorum. Türk şiirinin kaderi Türkiye’nin kaderiyle bir olduğu ve elim de hâlâ kalem tutabildiği için yazmaya devam ediyorum. Çünkü bizde şiir bizatihi fikrin ve hayatın kendisidir. Bizim türkülerimizin çok büyük bir kısmı şiirlerin bestelenmiş halidir, şimdiki gibi şarkı sözü olarak yazılmaz. O türkülerde sevda ve ayrılık var, hayal kırıklıkları, kavuşamamalar, öfkeler var. Diğer yanda Akif’te olduğu gibi fikrin ve mücadelenin kendisi var Türk şiirinde. Beni insan yapan sebeplerin hepsine karşı üzerimde bir sorumluluk hissettiğim için yazmaya devam ediyorum.

Hangi olaylar, duygular sizi şiir için tetikler? Şiirlerinizi bir kitap bütünü rotasında mı yazdınız?

Burada söyleyebileceğim iki unsur var: Birincisi kendimle ilgili meseleler; bana özel olan hislerin bir mısraya, sonra da şiire dönüşmesi daha derinde gerçekleşiyor. Örneğin Kavga Başlıyor’un Kalkan isimli ikinci bölümünde yazdığım şiirler bu duruma dâhil. Büyümüş olmak, büyümüş olduğumu anlamak bende ufak bir travma yaratmıştı, bunu yer yer mısralarda işledim, bunun üzerine de Büyümüşler İçin Şiir diye bir şiir yazdım. Bununla birlikte yukarıda bahsettiğim memleket meseleleri elbette ki hiç durmaksızın bir tetikliyor ve tahrik ediyor. Son yıllarda yaşadığımız kalkınma, kentleşme, muhafazakârlaşma gibi birçok mevzu şiir için unsur oluyor tabii olarak. Bu bağlamda söyleyecek olursam evet, kitaptaki şiirlerin bütününe baktığımızda 2000’li yıllarda yaşayan bir Müslüman’ın gerek dış dünyaya gerekse iç dünyasına dair neler söyleyebileceğini ortaya çıkartmak istedim. Başarılı olabildim mi, bunu zaman gösterecek.

Günümüz insanı birçok etkileşim ve iletişim kanalıyla muhatap oluyor. Bu durum şiirin seyrini nasıl etkiliyor?

Olumlu ve olumsuz olduğu yerler mevcut. Toptan bir hükümle; “Evet bütünüyle iyidir” yahut “Hayır bütünüyle kötüdür” dememizin imkânı yok. İyi çünkü şiir artık insanlarla daha kolay buluşabiliyor. Artık hepimiz, bir şeyi en kısa sürede, en az enerji harcayarak yapmanın peşinde olduğumuz için eskisi gibi kitapçılar gidip “Şu dergi geldi mi, bu kitap çıktı mı” diye sormuyoruz. Nasılsa sosyal medya aracılığıyla bunu öğrenip, internet alışveriş siteleri vesilesiyle de alışveriş yapabiliyoruz. Bu bağlamda nostalji yahut romantizm yapmadan söyleyebilecek olursak evet, şiirin eskiye nazaran daha kolay ulaşılabilir olması hem şair hem de okur açısından iyi bir şey ama burada bir tehlike de var: Maalesef şiir bütün olarak değerlendirilmekten ziyade mısra seviyesine düşüyor. Bilhassa bundaki önemli pay Twitter’ın. Karakter sınırlaması gereği 140 karakteri aşmayan mısralar paylaşılıyor ve paylaşıma giren bu mısralar aylarca farklı kişiler eliyle dolanıyor. Şiirin tamamını merak edip bulan insan sayısı çok az, bir mısra yetiyor insanlara. Sosyal medyaya baktığımızda herkesin şiir ve şairler hakkında birçok paylaşım yaptığını görüyoruz ama şiir kitaplarının satış sayısına baktığımızda bunun tam tersi bir durumla karşılaşıyoruz. Bu iyi bir şey değil, tehlikeli de. Çünkü şiiri bir bütün olarak değerlendirmeyip mısraya indirgediğimizde ortaya şiir açısından zararlı bir durum çıkacak demektir. Bununla birlikte aynı tehlike şair için de geçerli. Bazı şairlerin, mısralarının sosyal medyada paylaşılması kaygısıyla bazı mısralarını 140 karaktere denk getirmeye çalıştığını tespit ettim. Bu çok acı. Şiir şairin namusu. Okur da şiirin bekçisi. Ne okur ne de şair şiirden taviz vermeli.

Defalarca okuduğunuz şiir kitabı hangisi?

Soruyu soranın cevabını bildiği, aynı zamanda soranın da benim gibi defalarca okuduğu kitap elbette Erbain. Her okuduğumda o şiirleri ilk defa okuyormuşçasına heyecanlandıran, okudukça eskimeyen, her okuduğumda bana farklı bir şeyler söyleyen kitap. Bir süre sürekli Tahrik şiirini okurum, o sıra külçeler yüklü yokuşu çıkmaya çalışmak çok önemliydi demek ki benim için, bir süre Kalk Düğüne Gidelim’e takılırım; halkın ağrılarını cesurca ellemek gerek demek ki o sıra. Sonra başka bir şiir, ardından başka derken devri daim sürüyor hep.

Zeynep Tuğçe Karadağ: Şiirden başka çıkış yolu bilmiyorum

İlk kitabın heyecanından bahseder misiniz? Şiirlerinizi basılı halde gördüğünüzde neler hissettiniz?

Açıkçası ilk kitabın heyecanı kısa sürdü. İlk zamanlar heyecan olsa da bir süre sonra daha iyi ne yapabilirim sorusu kafamı çok meşgul etti. Bu da yoğun kaygı yaşamama neden oldu. Ancak şiirimin ilk kez dergide yayınlandığını görmek kadar güzel değildi. Pavese’nin dediği gibi yaratılan her eserde bir öncekini aşma tutkusu vardır. Ve bu durum insanı bir hayli strese sokuyor. Bir daha yazabilecek miyim, yazdıklarım iyi olacak mı, değişime gidebilecek miyim türünden sorular susmadı içimde. Daha sonra yeni bir şiire başladım, şiir bittiğinde ise rahatlamıştım. Sonra yine panik, kaygı geldi ardından yeni bir şiir. Açıkçası gel gitlerle boğuştum. Ama şimdi daha iyiyim. İkinci kitaba odaklandım.

Şiir neden hayatınızda var?

Çünkü başka bir çıkış yolu bilmiyorum. Kendimi en iyi ifade edebildiğim, kafamı tamamen odaklayabildiğim tek şey şiir. Bir şiiri bitirene kadar sürekli onun stresi üzerimde oluyor ve bu benim önceliğim haline geliyor. Yazı yazıyorum, öykü ve senaryo yazmaya çalışıyorum fakat hiçbirinde şiirden aldığım zevki ve acıyı alamıyorum. Şiir diğer türlere göre daha kural tanımaz geliyor bana. Yeri geliyor bir dize için günlerimi harcarken bir yazıyı oturup hemen yazabiliyorum. Sanırım şiirin yapma sürecini, kafamı meşgul etmesini, hislerimi değiştirmesini seviyorum. Haliyle şiir beni bırakmadıkça benim onu bırakmaya niyetim yok.

Günümüzde yazılan şiir hakkında ne söylemek istersiniz? Fazla bireysel olduğuna katılır mısınız?

Günümüzde yazılan şiir çok çeşitli. Birçok yeni tür var, ne kadarı kalıcı olur, olmaz bunun hakkında bir şey diyemeyiz. Fakat ben şiirde akılda kalıcı, buluşçu dize arayan biriyim. Yeni şairlerden de, bizim kuşaktan da bunu başaran pek çok şair var. Günümüzde yazılan şiirler fazlasıyla bireysel. Benim kitabıma baktığınızda Modern Kamu şiiri dışında bireysel olmayan şiir bulamazsınız. Bu iyi midir peki, değildir. Çünkü bir süre sonra tekrara düşmek kaçınılmaz oluyor bu da şiir ve şair açısından tehlikeli bir durum. Bireysel olmayan, toplumsal sorunlara değinen şiirler de mevcut fakat kaç tanesi iyi, bu ciddi bir soru. Bu alanda yazmaya çalışanların çoğu başarısız çünkü zoraki yazıyorlar, adeta okuldan ödev verilmiş de onu yazıyorlarmış gibi hissettiriyorlar, şiir samimiyetsizliği kaldıran bir tür değil, haliyle olmuyor. Neyse ki Süleyman Çobanoğlu var, çok şükür.

Defalarca okuduğunuz şiir kitabı hangisi?

Üç kitap var ki bunları sanırım ömrüm yettikçe tekrar tekrar okumaya devam edeceğim. İsmet Özel’in Erbain kitabı, Ergin Günçe’nin Türkiye Kadar Bir Çiçek kitabı ve İlhami Çiçek’in Göğekin kitabı benim için çok kıymetli şiirleri barındıran kitaplar. Bin defa okusam bu kitaplarda yer alan şiirlerden sıkılmam. Çünkü her seferinde yeni bir şey fark etmeme olanak sağlıyorlar.

Elyesa Koytak: Ben yazarsam Türkiye var

İlk kitap heyecanından bahseder misiniz? Kitap nasıl bir sorumluluk yüklüyor?

Heyecan verici bir şey tabii. Şiir seni sen yapan söz; kitap yayımlamak ise başkalarının da seni okumasını istediğin anlamına geliyor. Bu anlamda bir dürüstlük, bir açıklık beyanı şiir kitabı yayımlamak. Bu çok değerli bir şey. Şöhretten ve servetten daha değerli mesela. Benim kitap, Hicretsizlik, 2015’in sonlarında çıktı, 2017’nin Mayıs’ında ikinci baskı yaptı. Bugüne kadar kitabımı okuyan farklı yaşlarda birçok kişiyle karşılaştım, tanıştım. Yazdıklarının okunması çok değerli çünkü bir başkasıyla yalansız, çıkarsız, hesapsız buluşabilmek için yazıyorsun. Bir de şiire bakan tarafı var. İlk kitabını yayımladıktan sonra şiiri bırakan çok insan var. Çünkü şiir aslında bir cehd, bir emek işi. Asıl ilk kitaptan sonra belli oluyor şair olup olmayacağın. Bakıyorum, 15 şiir yazmışım kitaptan sonra. Demek ki ikinci kitabın heyecanı yaklaşıyor benim için. Daha olgun bir heyecan tabii.

Neden şiir yazıyorsunuz?

Şairim çünkü. Yani herkesin şiire başlama nedeni farklı olabilir; kimi bir şairden etkilenir, kimi bir kıza aşık olur. Önemli olan, ilk şiirleri yazdıktan, yayımladıktan sonrasıdır. Ben ikinci kitabını hazırlayan bir şairim; kendimi bu ülkenin, bu halkın, Türkçe’nin bir şairi olarak hissediyorum. Yaşadığım olayları, durumları, duyguları Türkçe söylemek, böylece Türkçe konuşan diğer insanlarla buluşmak benim için bir sorumluluk. Şair, yaşadığı şeyi, kendi dünyasını şiire getirirken dile hizmet eden, dile güç veren kişidir. Mesela geçen yaz ülke olarak çok uzun bir gece yaşadık ve sabaha zaferle çıktık. Bunu dile getirmeye, anlatmaya karşı duran biri ya o gece bizle beraber değildir ya da dile getirme kudreti yoktur, yani zayıf bir şairdir. Kendini Türkçe’ye, Türkçe’nin gerçek patronu olan halka mensup hissetmeyen birinin neden şiir yazdığını anlamıyorum. Başa dönersem; ben hâlâ yazıyorum çünkü Türkçe hâlâ yaşıyor, Türkiye hâlâ var. Ben yazarsam Türkiye diye bir yer var.

Türk şiirinde nasıl bir değişim görüyorsunuz? Bu hareketlilikte dergilerin rolü nedir?

Şiirimizde yirmi senedir önemli bir değişim, bir ferahlama var. Neo-Epik şiirin getirdiği imkanlar Türk şiirini hayata döndürdü. Konuşma dili, canlı bir kelime dağarcığı, içinden tarih geçen bir anlatı, duyguyla düşünceyi ayırmayan somut bir bakış açısı, şairin halkın içinde olması... Bunlar Türkçe adına çok önemli kazanımlar. Türk şiiri buna susamıştı. Saf lirizm, imgeci kasılmalar, belirsizliğe kaçış, nostalji ve fantezi ürünü soyutlamalar artık tamamen çöp. Bunda Fayrap dergisinin merkezî rolü var. Murat Küçükçifci söylemişti; Şiirde karşı çıktığımız ne varsa 15 Temmuz’da da halk tarafından yıkıldı: Simge, sembol, şifre, dolaylılık, kapalılık... Popülizm edebiyatta da hayatta da galip geldi. Edebiyatta da hayatta da ezoterizm, cemaatçilik ve elitizm yenildi. Diğer yandan bu ara birçok derginin şiir konusunda tutuk ve suskun olduğunu görüyorum. Sağın eski dergileri zombi gibi; sol-laik mahallenin dergileriyse Gezi vukuatından sonra iyice kendi içine kapandı. Benim kuşağımdan, 25-35 yaş aralığındaki insanların birbirleri hakkında rahatlıkla konuşması, eleştiri yazması, tartışması lazım. Şiiri merkeze alarak her şeyden önce. Bu da bir bilgi ve cesaret işi tabii.

Defalarca okuduğunuz şiir kitabı hangisi?

Safahat ve Rübab-ı Şikeste dönüp dönüp okuduğum, tüketemediğim kitaplar. Üvercinka ve Körfez, geçen sene tez yazarken didik didik ettiğim kitaplar oldu. Erbain ise lise yıllarımda bir çok sayfasını ezberlediğim bir kitaptı.

Gökhan Ergür: İyilik görünce şaşırıp kalıyoruz

İlk kitap heyecanından bahseder misiniz? Kitap nasıl bir sorumluluk yüklüyor?

O güne kadar gördüğünüz günlerin bir özeti gibi elinize aldığınız kitap. Tarifsiz bir mutluluk ve sanırım biraz gurur, bir parça da zor zamanlardan öc alma hissiyatı, çünkü şiir hamle sırasının dünyadan size geçmesidir ve eğer dünya size acımasız davranmışsa şairin buna bir karşılık vermesi gerekmektedir. İlk kitapla bu karşılık verilir. Sonrasında ise teknik olarak o şiirlerin altına düşmeden, yeni şiirlerle yeni karşılıklar vermek elzemdir. Kitabın getirdiği en büyük sorumluluk budur bence.

 Niye şiir?

Dünya, bozgununa devam ediyor. Etrafınıza şöyle bir bakın, güzel ve iyinin gerçekten neye karşılık geldiğini unuttuk. İnsanın temel vazifesi olan iyilik üzere yaşama halinin örneklerini görünce bir mucizeyle karşılaşmış gibi şaşırıp kalıyoruz, günlerce sosyal medyada bu olayı konuşuyor ve sonra yoğun yaşamlarımıza geri dönüyoruz. Dağları özlemektense, deniz kenarındaki kahvaltı salonlarını özlüyor insanlar artık, tüm bunlar içinde bulunduğumuz akıl tutulmasının özeti. Yaşıyoruz ama hayatta değiliz aslında. Hâlâ şiir yazıyorum çünkü dünyanın bu acımasız taarruzuna ve kofluğuna karşı kendi adıma söyleyecek çok sözüm var, susup kenara çekilmektense usulünce karşı gelip ‘ettiğin beni vurmaz’ demek için çabalıyorum.

 Teknoloji, sık etkileşim, kolay iletişim nedeniyle günümüzde dağınık bir bilinçle yaşamaya zorlanıyoruz. Bu durumun şiir üzerindeki olumlu olumsuz etkilerini nasıl görüyorsunuz?

Geçtiğimiz günlerde, memleketin ücra bir köy kahvesinde çay içip etrafımla laflamaya çalışıyordum. Ama ne mümkün, gençleri bırakın, orta yaş üstü insanlar bile telefonlarının ekranlarına bakıp öyle sohbet ediyorlar birbirleriyle. Sohbet konuları da Twitter trollerinin yazıp çizdiği aslı astarı olmayan memleket meseleleri. Eskiden; üşüyen kayısı ağaçlarını, hastalanan ineklerini, köydeki su sorununu çözmek için şehirden alınacak su motorlarını, bostanlara dadanan yabani hayvanlar için ne yapılması gerektiğini konuşan halk şimdilerde; bütünüyle siyasete bulanmış, baştan aşağı hamaset dolu, doğruluğundan ve ahlakından emin olamadığımız sözlerle bezenmiş, güzel ve temiz olandan uzak, kalbi karartan, insanı yoran hadiselere kendilerini kaptırmış vaziyetteler. Sadece şehir değil, köy insanı da modern zaman dedikleri alamete paçasını kaptırmış durumda.

Bir de şairleri düşünelim, ne görüyoruz ki ne yazalım? Ölümler, çocuk cesetleri, işkence görüntüleri, metrobüs, her ortama musallat olmuş kutuplaşmalar, birine çarpmadan yürümenin imkansız olduğu caddeler, her boşluğa dikilen beton ve demir yığınları, geçim derdi, ahlaki çöküntü, her şey olan ama bir türlü rezil olamayan ekran ve kürsü yüzleri. Böyle bir ortamda şairin önünde iki seçenek vardır, ya bütünüyle bu karmaşanın şiirini yazmak ya da bu karmaşayı yarıp kendi temiz dünyasını kurarak okura o dünyadan seslenmek. Ben ikinci yolu seçtim, tüm bu kötülüklerin arasında güzel olan yerleri, hikâyeleri, insanları ve yolları arayıp orada nefes almaya ve aldırmaya çalışıyorum.

 Defalarca okuduğunuz şiir kitabı hangisi?

Ergin Günçe’nin Türkiye Kadar Bir Çiçek kitabını döne döne okurum, hatta hayatımda yer eden güzel insanlara bu kitabı muhakkak hediye ederim.

#kitap
#türk
#şiiri
7 yıl önce