|

Toplumsal hayatın içinde insan

Yeni Şafak ve
04:00 - 30/08/2017 Çarşamba
Güncelleme: 06:52 - 30/08/2017 Çarşamba
Yeni Şafak
Gündem
Gündem

Bu sayfada yayınlanan önceki yazılarımızda modern dünyada insana bakış ile yola çıkmış ve İslam’a göre insanı ele almıştık. Bu yazımızda ise toplumsal hayatın içinde insanı değerlendireceğiz.

İslam dinine göre insan, “ahsen-i takvim” olan, yani en güzel bir şekilde Allah tarafından yaratılmış olan bir varlıktır. Allah’ın yeryüzündeki halifesi konumunda olan insan, mevcudatın kendisinin hizmetinde olduğu bir varlıktır. Nahl Suresinin 16. ayetinde belirtildiği gibi, insanın emrine sunulan bu nimetlerin hepsi Allah’a şükretmesi içindir. Zaten başka bir ayeti kerimede Allah, insanları sadece kendisine ibadet etmeleri için yarattığını belirtmektedir. Bu durumda insanın önünde iki seçenek yer almaktadır. Ya yaratılışının gayesini, fıtratının icap ettirdiğini yerine getirerek “eşref-i mahlûkat” (yaratılmışların en şereflisi) halini koruyacak ya da bunların zıddını yaparak “esfel-i safilin” (sefillerin en sefili) olacaktır. Bu çerçevede düşünüldüğünde İslam dininde insan algısı için ilk olarak ifade edilebilecek husus, bütün insanların, Yunus Emre’nin ifadesiyle, “Yaratılanı severiz, Yaratandan ötürü.” iltifatına mazhar oldukları ve yaratılışları gereği en güzel ahlaka sahip oldukları gerçeğidir.

HZ. ADEM’İN HAYAT AMACI

İlk insan Hz. Âdem’in dünyaya gelişi ve hayat amacı, Kur’an-ı Kerim’de bir mesel aracılığıyla anlatılmıştır. Allah, Bakara Suresi'nde bu meseli şu şekilde anlatmaktadır:

“Biz: Ey Âdem! Sen ve eşin (Havva) beraberce cennete yerleşin; orada kolaylıkla istediğiniz zaman her yerde cennet nimetlerinden yiyin; sadece şu ağaca yaklaşmayın. Eğer bu ağaçtan yerseniz her ikiniz de kendine kötülük eden zalimlerden olursunuz, dedik. Şeytan onların ayaklarını kaydırıp haddi tecavüz ettirdi ve içinde bulundukları (cennetten) onları çıkardı. Bunun üzerine: Bir kısmınız diğerine düşman olarak ininiz, sizin için yeryüzünde barınak ve belli bir zamana dek yaşamak vardır, dedik. Bu durum devam ederken Âdem, Rabbinden bir takım ilhamlar aldı ve derhal tövbe etti. Çünkü Allah tövbeleri kabul eden ve merhameti bol olandır. Dedik ki: Hepiniz cennetten inin! Eğer benden size bir hidayet gelir de her kim hidayetime tabi olursa onlar için herhangi bir korku yoktur ve onlar üzüntü çekmezler.”

Kur’an-ı Kerim’deki anlatıda, insanın dünyadaki hikâyesi Hz. Âdem’in bir hatası nedeniyle dünyaya gelişi ile başlamaktadır. Onun dünyadaki hayatının amacı da geldiği yere yani cennetine yeniden dönmektir. Bu şekilde İslam, teolojik olarak “Yarına yöneliş ilahi bir yasadır.” gerçeğini fıtratında taşıyan insana bir gelecek tasavvuru sunmaktadır.

Cennetin yeniden kazanılması psikolojisi dünyadaki yaşamı bir imtihan alanı kılmaktadır. İslam’a göre kişinin ilk amacı, Yaratanına olan kulluk vecibelerini yerine getirmektir. Dünya hayatı boyunca yaptığı iyilikler ve ameller vesilesiyle sevap kazanmakta olan insan, yaptığı hatalar ve kötülükler ile de günah kazanmaktadır. Kıyamet gününde kurulacak mizanda sevapları ağır gelecek kullar cenneti kazanacaklardır. Sevap ve günahların tartılacağı terazi ile alakalı olarak Allah Kur’an-ı Kerim’de rahmetinin bol olacağını ifade ederek günahların bağışlanabileceği vurgusunu yapmaktadır. Bununla birlikte, Hz. Peygamber’in bir hadisi şöyledir:

“Kim bir kul hakkı yemişse derhal o kardeşi ile helalleşsin. Çünkü “kıyamet günü” dirhem de geçmez dinar da. Böyle olunca o “hak yiyen” kişinin sevapları alınır o adama yüklenir. Eğer sevapları yoksa o hakkını yediği adamın günahları buna yüklenir.”

Hz. Peygamber bu ifadesiyle, kul hakkının sadece hak sahibi tarafından affedilebileceğini belirtmiştir. Bu ve benzer birçok hadiste bu konuya değinilmiş, insanların kul hakkına çok dikkat etmesi gerektiği ifade edilmiştir. Kul hakkının önemli olmasının en temel sebeplerinden biri, yukarıda da belirttiğimiz gibi, İslam dininin insanlar arasında bir hiyerarşik yapıyı ön görmemesi, bütün insanları bir, eşit ve kardeş görmesidir. Bunun yanında, dünya insan için yaratılmıştır, kâinat tümüyle bütün insanlığın hizmetindedir düşüncesi, herkesin bütün mevcudattan istifade ederken diğer insanları da düşünmesini ve onların haklarına riayet etmesini zorunlu kılmaktadır.

ÖZGÜRLÜK VE SORUMLULUK İLİŞKİSİ

Bütün bu değerlendirmelerden sonra şunu açıkça ifade etmek gerekir. İnsan seçiminde özgürdür ve bu özgürlüğünü anlamlı kılan da sorumluluk bilincidir. Gerçekte Yaratıcı insanı özgür kılmış ancak o ölçüde de yükümlü ve sorumlu görmüştür. Yükümlülük sorumluluğu, sorumluluk da yaptırımı zorunlu kılmaktadır. O halde insanın bu özgür ve sorumlu hali unutulmamalı hemen ardından da değerinin ve gücünün buradan geldiği hatırlanmalıdır.

Özgür irade ve sorumluluk sahibi insanın bu hayattaki amacı gerçek yurt olan ahiret yurdunu kazanmaktır. Bu hedefi gerçekleştirirken yapması gereken ilk iş kulluk vazifelerini hakkıyla yerine getirmek, dünya ve üzerindeki nimetlerden makul ve meşru ölçülerde istifade etmektir. Bunun yanında diğer insanların da haklarını gözetmek, onlarla ilişkilerinde kul hakkına girmemeye özen göstermek ve adalet timsali şahitler olmaktır. Çünkü bu dünyada ve üzerindekilerde herkesin ama herkesin hakkı vardır. Ve her bir insan diline, dinine, ırkına, cinsiyetine, milliyetine, sosyal statüsüne, rengine vb. bakılmaksızın, insan bizatihi insan olduğu için, bu hakkını bütün boyutlarıyla kullanmalıdır.

Bu hakkın tam olarak kullanılması durumunda, insan da toplum da kendi bütünlüğünü sağlayacak ve kendini bulacaktır. İnsanın insanlaşma ve insan kalma, toplumun ise toplumsallaşma ve toplum kalma yolculuğu ve adaletin tecellisi ancak böyle sağlanabilir.

Temel HAZIROĞLU
Albaraka Türk Genel Müdür Yardımcısı
#Toplum
#Sosyoloji
7 yıl önce