|

Tanrıkorur kayıp bir medeniyettir

Batılı anlamda ilk ud metodunu geliştirerek Türk mûsikîsine pek çok çalışma bırakan dünyaca ünlü ud virtüözü ve bestekâr Cinuçen Tanrıkorur, bundan 18 yıl önce aramızdan ayrıldı. Solist eşiyle birlikte yıllarca Tanrıkorur ile çalışan yakın dostu Bekir Reha Sağbaş, “Yurt dışından pek çok davet alan Tanrıkorur’un kıymeti Türkiye’de bilinmedi. Öğrenciler ondan istifade edemedi. Bu bizim için büyük bir harabiyettir. Tanrıkorur, kayıp bir medeniyettir” diyor.

Yeni Şafak ve
04:00 - 18/02/2018 Pazar
Güncelleme: 05:18 - 18/02/2018 Pazar
Yeni Şafak
Dünyaca ünlü ud virtüözü ve bestekâr Cinuçen Tanrıkorur,
Dünyaca ünlü ud virtüözü ve bestekâr Cinuçen Tanrıkorur,

Dünyaca ünlü bestekâr ve ud virtüözü Cinuçen Tanrıkorur, bestelediği 500’ün üzerinde eserle Batılı anlamda ilk ud metodunu geliştirerek Türk mûsikîsi üzerine sayısız makale bıraktı. Bundan tam 18 yıl önce erken yaşta aramızdan ayrılan Tanrıkorur, mimarlık bölümünü bitirmesine rağmen ömrünü müziğe adadı. Daha ilkokul çağlarında Sultan III. Selim’in Sûzidilârâ makamındaki yürük semâîsini okuyup Yahya Kemal, Mehmet Emin Yurdakul ve Nihal Atsız gibi şairlerin şiirlerini baştan aşağı ezbere okuyabiliyordu. Besteciliğe 14 yaşında bir şarkı besteleyerek başlayan Tanrıkorur ile yolu genç yaşlarda keşisen Kanun Sanatçısı Bekir Reha Sağbaş ile bir araya geldik. Tanrıkorur’a 30 yıl boyunca solistlik yapan rahmetli eşi Selma Sağbaş ile ülke ülke gezerek konserler veren Sağbaş, onun kıymetini bilemediğimizden yakınıyor. Tanrıkorur’un 43 yıllık dostu Sağbaş ile doğumunun 80.yılında Cinuçen Tanrıkorur’u konuştuk.

* Cinuçen bey ile nasıl tanıştınız?

1969 yılıydı. O dönemde Ankara’da yaşıyorduk. Beni müziğe teşvik eden babam bana mandolin ve akordiyon aldıktan sonra 16. yaş günüm için bir kanun almıştı. Kanunu çalabilmem için bir hocaya ihtiyacımız vardı. Babam da Ziraat Fakültesi’nde Türk müziği dersleri verildiğini öğrenmişti. Cinuçen Tanrıkorur, 30 kişilik bir gruba müzik dersleri veriyordu. Babam Türkçeye değer veren ve onu çok iyi kullanan birisiydi. Ders veren hocanın da Türkçesine hayran olmuştu ve bana “Aradığımız kişiyi bulduk” demişti. Tanışıklığımız o zamandan başladı. Bana kanun öğretecek bir hoca bulmak için epey uğraştı ama kanunu tek başıma çalmayı öğrendim.


CİDDİ MÜZİĞİ ONUNLA TANIDIK
* Sonra bu ilişkiniz dostluğa dönüştü değil mi?

Evet... Türkiye Radyoları’nda karşıma müdür olarak çıktı. Burada da bizimle yakından ilgilenirdi. Bu dönemde müziğin zannettiğimiz kadar kolay olmadığını yani sadece çalıp söylemekle müzik yapılamayacağını anlatırdı. Ciddi müziği onunla tanıdım. İyi bir şekilde kanun çalıp ve nota okuyan birisi olduğum halde sanki her şeye sıfırdan başlıyormuş gibi 3-5 sanatkârla ondan istifade ettik. Bize umut bağlamıştı. Özellikle gençleri teşvik ederdi.

* Radyoda nasıl bir yöneticiydi peki?

32 yaşındaydı ve şube müdürlüğü yapıyordu. O vazifesini ciddiyet ve disiplinle yerine getiririrdi. Bu nedenle radyoda sevilen bir müdür olarak hiçbir zaman görülmedi. Onu soğuk buluyorlardı. Çünkü orada çalışan kimse onun seviyesinde değildi. Bir gün işe birkaç dakika geç gelmesiyle işine son verilmesi gibi komik bir durumla da karşılaştı. Fakat esas mesele bu değildi tabii, onun her şeyi ciddiye almasıydı. Çünkü müzisyen ve saatkârların birinci özelliği laubaliliktir. Halbuki müzik hafife alınacak bir mesele değildir. Bütün kültür hayatımızdaki en değerli kol müziktir. Bunu idrak edemediler.

TÜRKÇE ONUN
NAMUSUYDU
* Disiplinli biri olma dışında Cinuçen bey, başka hangi özellikleriyle tanınırdı?

O oturuşu, kalkışı, etrafına olan saygısı ve ciddiyetiyle herkesin üzerinde saygı uyandırırdı. Konuştuğunda Türkçeye olan hakimiyeti sözünü dinletmesi açısından çok etkili olurdu. O dönemlerde çocuklara mutlaka sözlük okumaları gerektiğini öğütlerdi. Her çocuğun sözlük alıp hayatı boyunca ondan istifade etmesini tavsiye ederdi. Bu da onun Türkçeye ne kadar önem verdiğinin en açık göstergesiydi. Kendisi de bu yolla Latince, İtalyanca, Fransızca ve İngilizcesini fevkalede geliştirdi. İtalyanlar bir keresinde ona “Sizin gibi konuşan bir kimse İtalya’da bile yok” demişti. Dilleri kitaplar ve romanlardan öğrenmişti. Dil onun için müzikten daha önemliydi. Gençliğe olan hizmetlerinde bunu oldukça dikkate alırdı. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın dediği gibi Türkçe onun namusuydu. Gelişigüzel, devrik ve yanlış konuşanları kibarca uyarır ve nasıl konuşmaları gerektiğini öğretirdi.

Bir de kişisel özelliği olarak şuna da değinmeliyim ki Cinuçen bey, günlük yaşantısında güzel giyinmeyi ve daima bakımlı olmayı çok önemserdi. Şu anısı meşhurdur: Bir bayram günü Konya’ya gitmiş ve takım elbisesinin altına yakışacak bir bordo çorap bulamamışlar. Bütün Konya’yı bir bordo çorap bulmak için dolaşmışlar. Bu kadar titiz birisidir.

* Talebeleriyle nasıl bir diyaloğu vardı? Onun talebesi olmak kolay mıydı?

Hayır... Öğrencisini çok dikkatli seçerdi. Akıllı, terbiyeli, nazik, kibar, dindar ve aile terbiyesi alanları hemen anlardı. Sebat gösterecek öğrenciyi gözünden tanırdı. Disiplinli biri olduğu için yanına gelenlerin birkaçı onunla çalışabildi. Hocalığı zor bir insandı. Onun hocalığının en büyük özelliği hiçbir öğrencisinden ücret talep etmemesiydi. Şimdi o öğrencilerinin çoğu çok iyi hocalardır. En gurur duyduğum en zevk aldığım şey talebe yetiştirmek derdi.


* Rahmetli eşiniz Selma Sağbaş da Cinuçen beyin 30 yıl boyunca solistliğni yaptı. Cinuçen Bey, eşinizle çalışamaya nasıl karar verdi?

Eşim o dönem müzik dairesindeydi. Selma’nın eşim olduğunu öğrendikten sonra ona “Müzikle ilgileniyormuşsun, bir tane şarkı okur musun?” demişti. Eşimin sesini Meral Uğurlu’ya çok benzetirdi. Cinuçen beyin eserlerini ilk seslendiren Meral hanımdır. Sonra beni aradı müsait bir zamanımızda evimize gelmek istediklerini söyledi.O, eşime benden daha çok destek olmuştur. Rahmetli eşim Selma Sağbaş’ın yüksek bir okuyucu olmasında Cinuçen beyin katkıları büyüktür.

ÇOCUKLARLA OSMANLICA MEKTUPLAŞIRDI
* Ne gibi çalışmalar yaptılar?

Yutdışında epey konserlere gittiler. Ben de onlarla gidiyordum. Eşimin Cinuçen beyle ilk konseri İskandinavya konseridir. Eşim, hepimizden gençti ve bu konser onun için bir imtihan niteliği taşıyordu. Vefatına kadar da birlikte çalıştılar.

* Nasıl geçerdi bu konserler? Epey anı biriktirmişsinizdir...

Cinuçen beyle en az 20 kez ABD konserine gittik. Bir defasında Murat Salim Tokaç ve Fahrettin Çimenli de bizlerle birlikteydi. Uçakta giderken hava değişiminden ötürü tanbur patladı. Konserden 3-5 saat önce böyle bir şey yaşadığmız için telaşlandık. 'Yeni bir tanbur bulabilir miyiz?' diye düşündük. Sonra konser salonunun müdürü geldi ve elinde birçok tamir malzemesinin bulunduğu çantayla tanburu tamir etti. 15 dakikada bitti tamir işi. Bunu gören Cinuçen bey, “Benim memleketimin de buna hakkı yok mu?” diyerek iç geçirmişti.

* Konser salonları dolar mıydı?

Evet... Dünyanın her yerinde tamamen dolu salonlarda konserler verdik. Yabancıların Türk kültürüne büyük saygıları vardı. Bunu görüyorduk.

* Cinuçen beyle nasıl vakit geçirirdiniz? Neler yapardınız?

Özellikle ev oturmalarımızda eser tahlilinden başka bir şey yapmazdık. Bestelerinden birini çalar söyler, bir gün sonra okuyacağı eseri birlikte prova ederdik. Beraber geçirdiğimiz zamanın neredeyse tamamını müzikle geçirirdik.

* Peki ud dışında başka hangi sanat dallarıyla meşguldu?

ABD’de İranlı bir sanatkârdan hat dersleri almıştı. Genç yaşlarda hem Kur’an’ı Kerim’i hem de Osmanlıcayı çok iyi okurdu. Ben de buna şahit oldum. Gençlerle benim oğlum ve başka çocuklarla da Osmanlıca mektuplaşırdı. Çocukları buna teşvik ederdi. Bir Allah lafzı yazar ve “Bunu bir sayfa yazın ve bana gönderin” derdi. Onlara hat çalışması da yapardı. Çocuklarla muhattap olmayı çok severdi. Oğlum Emin Sefa Sağbaş da ondan çok istifade etti. Çok küçük yaşlarda Cinuçen amcasını tanımasına rağmen hayatına inanılmaz derecede etki etti.

* Eserlerini nasıl ortaya koyardı? Sizin fikrinizi de aldığı olur muydu?

Cinuçen Beyin bestekârlık alanında çok özel bir yeteneği var. Tanıştığımız zamanlar 20-30 tane bestesi vardı. Benle tanıştıktan sonra “Reha, bunları yaptım, bir bakar mısın?” der ve beni odasında bırakır kendisi de işlerine giderken ben o besteyi çalmaya çalışırdım. Eserlerin tamamını ilk bize söylemiştir. Çalarken de gözlerimizin içine bakardı. Burun mu kıvırıyoruz, buzdolabı gibi miyiz? bunlara çok dikkat ederdi. Bir de babamdan kalan bir miras olarak ben de Cinuçen bey gibi Türkçeye çok önem veren birisiydim. Bu nedenle makalelerini bana sesli okutur ve bundan büyük bir zevk alırdı.

ÖMRÜM OLSAYDI DA DAHA ÇOK HİZMET ETSEYDİM
* Tanrıkorur’un vefatından sonra bütün külliyatını siz aldınız. Tanrıkorur, toplamda kaç eser bıraktı ve bu eserlerinde neler anlatıyor?

Vefat ettiği zaman 350 eser bıraktığı zannediliyordu. Ama ben bütün eski müsveddeleri çıkardım ve 3-5 tanesi tamamlanmamış olan eserle birlikte 505 eser verdiği ortaya çıktı. Ud metodunu ele aldığı eserleri dışındadır bu 505 eser. Bu eserlerinde kendi estetik zevklerini anlatıyor. Türk milletinin doğru mesajlar alacağı, doğru düşünce, vatan, toprak,din, ahlak, bayrak gibi değerli olan şeylerin üzerinde çok durudu. Hep insanı insan, milleti millet, kültürü kültür yapan mesajları seçerdi ki bu taraf onun en güçlü olduğu sahadır.


* Tanrıkorur’un en büyük gayesi ne idi? En çok neyi dert edinirdi kendine?

Tanrıkorur’un en büyük arzusu Türk gençlerinin fikri bazda aydınlanması, edebiyata ve dile meraklı olmalarını sağlamaktı. Avrupa’da eğitim aldıktan sonra bir Müslüman Türk genci olarak Nihal Atsız ile başlayıp Cemil Meriç gibi önemli yazarları bizzat görüp tanıdıkça kendisindeki bu olgunluk daha da arttı. Kutadgu Bilig’den Ziya Gökalp’e kadar okumadığı kitap kalmadı. Hasta olduğu dönemlerde ona Prof. Dr. İsmail Kara, eşi Barihüda Hanım ve ben hastanede nöbetleşe olarak refakatçilik ederdik. Orada bana söylediği son sözü bir yere not etmeliyiz. Artık pek iyi değildi. Hareketleri iyice azalmış ve onu el arabasıyla gezdiriyordum. Bir keresinde ben balkona çıkarken kendisini de çıkarmamı istedi ve bana “Reha, neye üzülüyorum, biliyor musun?” dedi. “Yemin ederim ki öleceğime hiç ama hiç üzülmüyorum, bundan korkmuyorum ama keşke biraz daha ömrüm olsaydı da bu millete biraz da hizmet edebilseydim. Çünkü bu millet bana çok şey verdi” Onun bu sözlerini unutamıyorum. İçindeki bu uhdeyi bildirerek gitmesi benim içime dokunmuştu. Yaptıklarını yeterli görmemesi ve topluma olan borcunu henüz daha ödeyemediğini düşünerek göçüp gitti bu dünyadan.

* Hayatı boyunca en çok neyden şikayet ederdi?

Cehalet, onun baş düşmanıydı. Cahil ve boş konuşan insanlara asla tahammül edemezdi.

* Sizce Cinuçen Tanrıkorur’un kıymetini bildik mi?

Tabii ki hayır... Cinuçen bey belki sadece edebiyatçı ve düşünce adamı olsaydı bu millet onu daha iyi tanır ve takdir ederdi. Ancak müzik camiası çok nankör ve ne yazık ki cahil. Cinuçen beyden 5-10 kişi istifade edebildik. Aslında ondan daha çok insan istifade edebilirdi. Bu bizim için büyük bir kayıp. Bütün dünya üniversiteleri onu davet ederken Türk konservatuvarları “Hocam, ayda bir kez dahi olsa bize ders verin” demedi.


İLGİSİZLİK ONU
ÇOK ÜZERDİ
* Neden Türkiye’deki üniversiteler Tanrıkorur’u görmezden geldi?

Çünkü gelenekli müziğimiz Türk kültürünün en zavallı durumunda olanıdır. Bütün köşe başları tutulmuştur. Biraz çalıp söyleyen, lisansını tamamlayan öğrenciler üniversitelere hoca yapılmıştır. Cinuçen bey de doğal olarak davet almadığı yerlere gitmedi. Öğrenciler ondan istifade edemedi.

İşte bu nedenle Cinuçen Tanrıkorur, kayıp bir medeniyettir. Ben ondan sonraki ikinci neslim. Biz de gideceğiz yarın öbür gün. Ama bu ekol yürümeli. Gelecek nesiller Cinuçen Tanrıkorur’u keşfedip yaşatmalı. Yoksa bu bizim için bir harabiyet olur.

* Eserleri başkaları tarafından icra edildiğinde nasıl tepkiler verirdi?

Biri onun eserini okuduğunda hemen onu ararlardı. O eserlerinin laubali bir şekilde okunmasını istemez ve “Şarkımımı okuyorlar yoksa şarkıma mı okuyorlar” derdi. Tahammül edemezdi. Okuyan kişiyi hemen yanına çağırır ve onu ikaz ederdi: “Bu kelime öyle telaffuz edilmez..vs” derdi.

Ciddi olmayan adamlar ona tahammül edemezdi.

* En çok hangi eserini icra etmeyi severdi?

Hepsini severdi. Sadece Cinuçen Bey için değil tüm sanatkârlar için eserler bir evlat gibidir. Ama o hasta yatağındayken bile 4 tane Mevlevi ayini besteledi. “Hakikaten güzel olmuş be!” dediğini daha dün gibi hatırlıyorum. Birkaç sanatçıyı çalıştırarak Cnuçen Bey’in evine gittik. Madem ud çalamıyor ona bir dinleti yapalım dedik. Büyük bir zevkle dinledi.

* Bugün yaşasaydı neler yapardı sizce?

Eminim kitap yazardı. Yine beste yapar mıydı bilmiyorum. İlgisizlik de onu çok üzerdi. Bizde ciddi müzik adamları ne yazık ki hiçbir zaman ilgi görmedi.

  • Metodları öğrencileriyle denedi
  • * Tanrıkorur, sizin hayatınızda nasıl bir iz bıraktı?
  • Bir şey neden güzeldir? Bunu çok iyi anlatırdı Cinuçen Bey. Dolayısıyla müziği yaparken bunlara dikkat etmemizi sağladı. Hem doğru çalıp hem de bunun üstüne güzellikleri nasıl katabileceğimizi öğretti. Biz onunla genellikle sözlü eserler dinlerdik. Odasına her gidişimde Yesâri Asım Arsoy’dan “Ömrüm seni sevmekle nihayet bulacaktır”ı dinletirdi. Birkaç değerli sazendeyle hasbihaller ederdik odasında. Bunlar çok güzel hatıralar. Cinuçen bey vefat ettikten sonra hayatım boyunca hep yönetmenlik yaptım ve mühim topluluklarda çalıştım ancak hiçbir zaman ud almadım. Çünkü hiç kimse onun yerini tutamayacaktı.
* Tanrıkorur, ud üzerine yeni metodlar geliştirerek bu alanda kalıcı bir iz de bıraktı. Nasıl geliştirirdi bu metodları?

Udi Nevres beyden başlayarak Yorgo Bacanos, Şerif Muhittin Targan gibi üç büyük isimlerden sonra Cinuçen Tanrıkorur çok önemli bir yer edindi. Bu imkansız bir şeydir ama o bunu başardı. Günümüzde her udi ondan besledi. Mimarlık fakültesinden bir arkadaşı ona “Cinuçen metod bulamıyorsan otur kendin yaz” demişti. Ömrünün sonuna kadar da bunları yazdı ve TRT’de de ud metodunda birincilik ödülünü aldı. Bu metod, oldukça önemlidir ama kitabı basılmamıştır.

* Neden basılmadı?

Çünkü hayatı boyunca “Benim şanım yürüsün herkes benim kitabımdan çalışsın” düşüncesinde olmadı. Bunların kullanabilirliğini önce öğrencileri üzerinde denedi. Ama tamamlayamadı. Bunu öğrencilerinin devam ettirmesini istedi. Elde var olanları edite ederek yayına hazır hale getirdik. En iyi ud öğrencilerinden Başak İlhan ile vefatının üzerinden zaman geçmesine rağmen bunu yayınlayacağız inşallah.


Hasta yatağında 60 beste yaptı
* Tanrıkorur, hayatı boyunca hep hastalıklarla mücadele etti. O dönemlerini nasıl geçirdi?

Onun hastalığı olduğunu çok sonraları öğrendim. Çok ciddi hasta olduğu zamanlar bile bize gelir, gece geç saatlere kadar müzik yapardık. Hayatımda bir kez olsun hastalığından şikayetçi olduğuna rastlamadım. Bir tek ABD’de onu yatalak olarak gördüğümde bana “Üzülmeyin, 60 tane beste yaptım!”demişti. Bize o gün moral verdi. En fazla besteyi de zaten o zaman yapmış.

* Yayınlanmamış eserleri de var değil mi?

Var tabii. 505 eserleri içinde onunla özdeşleşen ve bilinen eser sayısı sadece 10 tanedir. Bu da bizim müzisyen tayfasının ne kadar tembel olduğunu gösteriyor. Bizim amacımız da bu dünyadan göçüp gitmeden onun eserlerini olabildiğince herkese tanıtmak. Cumhurbaşkanımız da Cinuçen beyi tanır. Onun değerinin anlaşılması için umarım devlet eliyle de bir şeyler yapılır.


* Tanrıkorur’un kullandığı müzik aletleri ile kostümlerin de yer aldığı arşivi, geçtiğimiz yıl Cumhurbaşkanlığı Kütüphanesi’ne bağışlandı...

Evet, ama arşivin orada öylece kalması bir şeye yaramaz. Çünkü bu yaşayan bir sanattır. Kitabını ne yapacaksınız? Tanrıkoruru ile ilgili TRT’de yayınlar yapılmalı, konferanslar ve seminerler verilmeli ve o ders kitaplarında anlatılmalı. Yani çok şey yapılabilir. Gelecek nesillere iyi şeyler bırakmak için hep birlikte çalışmalıyız.


Metodları öğrencileriyle denedi
* Tanrıkorur, sizin hayatınızda nasıl bir iz bıraktı?

Bir şey neden güzeldir? Bunu çok iyi anlatırdı Cinuçen Bey. Dolayısıyla müziği yaparken bunlara dikkat etmemizi sağladı. Hem doğru çalıp hem de bunun üstüne güzellikleri nasıl katabileceğimizi öğretti. Biz onunla genellikle sözlü eserler dinlerdik. Odasına her gidişimde Yesâri Asım Arsoy’dan “Ömrüm seni sevmekle nihayet bulacaktır”ı dinletirdi. Birkaç değerli sazendeyle hasbihaller ederdik odasında. Bunlar çok güzel hatıralar. Cinuçen bey vefat ettikten sonra hayatım boyunca hep yönetmenlik yaptım ve mühim topluluklarda çalıştım ancak hiçbir zaman ud almadım. Çünkü hiç kimse onun yerini tutamayacaktı.

* Tanrıkorur, ud üzerine yeni metodlar geliştirerek bu alanda kalıcı bir iz de bıraktı. Nasıl geliştirirdi bu metodları?

Udi Nevres beyden başlayarak Yorgo Bacanos, Şerif Muhittin Targan gibi üç büyük isimlerden sonra Cinuçen Tanrıkorur çok önemli bir yer edindi. Bu imkansız bir şeydir ama o bunu başardı. Günümüzde her udi ondan besledi. Mimarlık fakültesinden bir arkadaşı ona “Cinuçen metod bulamıyorsan otur kendin yaz” demişti. Ömrünün sonuna kadar da bunları yazdı ve TRT’de de ud metodunda birincilik ödülünü aldı. Bu metod, oldukça önemlidir ama kitabı basılmamıştır.

* Neden basılmadı?

Çünkü hayatı boyunca “Benim şanım yürüsün herkes benim kitabımdan çalışsın” düşüncesinde olmadı. Bunların kullanabilirliğini önce öğrencileri üzerinde denedi. Ama tamamlayamadı. Bunu öğrencilerinin devam ettirmesini istedi. Elde var olanları edite ederek yayına hazır hale getirdik. En iyi ud öğrencilerinden Başak İlhan ile vefatının üzerinden zaman geçmesine rağmen bunu yayınlayacağız inşallah.

#Cinuçen Tanrıkorur
#Ud
#Bestekar
6 yıl önce