|

Suudi Arabistan’ı içerden okumak

Yedi Sudeyri prensinden biri olan Kral Salman’ın, oğlu Muhammed bin Salman’ı “Veliaht Prens” olarak atamasıyla ülke tarihinde bir ilk gerçekleşti ve yönetimin bundan sonra kardeşten kardeşe değil, babadan oğula geçeceği ve bu geçişin de Sudeyri’ler arasında olacağı kesinleşmiş oldu.

Yeni Şafak ve
04:00 - 16/11/2017 jeudi
Güncelleme: 02:15 - 16/11/2017 jeudi
Yeni Şafak
Gündem
Gündem
ESRA TÜYLÜOĞLU - İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ

Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed Bin Salman’ın (MbS) Haziran ayında Veliaht ilan edilmesinin ardından Riyad dünya gündeminden düşmüyor. Kısa veliahtlığı döneminde Yemen ile yaşananlar, Katar krizi ve ‘ülkemizi Ilımlı İslam’a döndüreceğiz’ açıklamasının ardından geçtiğimiz günlerde başlatılan operasyon bir süredir medyanın gündeminde. Çok sayıda Prens ve eski Bakanın tutuklandığı, ardından iş adamları ve eski bürokratların da içinde bulunduğu ikinci dalga gözaltı operasyonlarının başladığı bilgisi medyaya yansırken konu hakkında önemli oranda bilgi kirliliği bulunmaktadır. Şu anda Suudi Arabistan’da yaşananlar iç dinamiklerin köklü değişiminin sinyalleridir. Başka bir deyimle, önceki dönemin tasfiye sürecidir. Bu tasfiye sürecinde tutuklananlar ise “yolsuzlukla” suçlanmaktadır.

SUUD DEVLETİNİN TEMELLERİNİN ATILMASI

Yaşananları daha iyi okuyabilmek adına ülkenin tarihine bakmak gerek. Birinci Suud Devleti ya da diğer adıyla Diriye Emirliği, 1744 yılında dönemin Suudi aile lideri Muhammed bin Suud tarafından, Vahabi ideolojinin isim babası, Selefi akımın temsilcisi Şeyh Muhammed bin Abdulvahab’ın dini fikirlerini benimsemesiyle kurulmuştur. Daha çok aşiretler arası iç karışıklıklarla mücadele eden Turki bin Abdullah tarafından 1818 yılında Riyad’da kurulan İkinci Suud Devleti Hicaz bölgesine hiçbir zaman hakim olamamış ve dar bir coğrafyada etkinliğini sürdürmüştür. El Suud ailesi, Birinci Dünya Savaşı’nın sonuna kadar ne Osmanlı’nın yanında yer almıştır ne de karşısında durmuştur. O dönemde Osmanlı’ya destek verenler, vefat eden Kral Abdullah’ın annesinin de mensubu olduğu Reşid ve Şammar kabileleridir. Osmanlı’ya ihanet eden ise El Suud ailesi değil, Hicaz bölgesinin hakimi Şerif Hüseyin ve ailesidir. 23 Eylül 1932’de Kral Abdulaziz’in Necd bölgesini ele geçirmesiyle Suudi Arabistan’da aşiretler birleştirilmiş, tüm aileler El Suud ailesinin egemenliğini tanımıştır. Böylelikle üçüncü modern Suud Devleti’nin temeli atılmıştır. Suudi Arabistan Krallığı’nda yönetim kurulduğu günden bugüne El Suud ailesinin elinde olmuştur. Necdli Suud ailesi, tarihi boyunca kendi aile mensupları haricinde kimsenin iç ve dış siyasi mekanizmaları elinde tutmasına izin vermemiştir.

Kral Abdulaziz’in 1953 yılında vefat etmesiyle yerine önce oğlu Kral Suud, ardından Suudi Arabistan Krallığı’nın ikinci kurucusu kabul edilen Kral Faysal geçmiştir. Kral Faysal dönemi, Türkiye-Suudi Arabistan ilişkilerinin de temelinin atıldığı dönemdir. Kral Faysal’ın, henüz kral olmadan önce, 1932 yılında Türkiye’yi ziyaret ederek Cumhuriyet’in kurucu lideri Mustafa Kemal Atatürk ile görüştüğünü de belirtmek gerekir. Kral Faysal’ın eşi Kraliçe İffet’in Türk olmasının da Türkiye-Suudi Arabistan yakınlaşmasında etkili olduğu söylenebilir. Kral Faysal mütevazı kişiliği ve hayatını Filistin davasına adamasıyla halkının gönlünde taht kurmuştur. 1974 yılında bir suikast sonucu yeğeni tarafından öldürülmesinin ardından sırasıyla Kral Halid, Kral Fahd ve Kral Abdullah tahta geçmiştir. Görüldüğü gibi yönetim, kurucu Kral Abdulaziz’in oğullarının elinde kardeşten kardeşe geçerek bugüne ulaşmıştır. Dolayısıyla bugün yaşananları Suud ailesine karşı bir darbe olarak nitelendirmek yerine yolsuzluk operasyonları kapsamında aile içi siyasi dinamiklerin köklü değişimi olarak okumak gerekmektedir.


İKTİDARIN SUDEYRİ AİLESİNE GEÇMESİ

Suudi Arabistan eski Kralı Abdullah döneminde devlet, Kral’ın çevresindekiler tarafından idare edilmekteydi. Kral Abdullah’ın hastalığıyla bu kişiler planlarını devletin kurucusu Kral Abdulaziz’in hayattaki oğullarının tahta geçmesi üzerinden yapmaktaydı. Kral Abdullah’ın ölümüyle iktidar Şammar›dan Sudeyri ailesinin eline geçti. Suudi Arabistan Krallığı feodal yapıda olduğu için, Kral Abdulaziz’in soyundan gelen yönetimdeki rakip aileler, siyasi görüş farklılıklarına göre değil, kan bağına göre oluşmakta. Kurucu Kral Abdülaziz’in çocuklarından olan rakip ailelerin, yönetimdeki konumları kadın soyuna bağlı bir şekilde belirleniyor. Bu yolla, annesi köle olan ya da aşiret mensubu olmayan prenslerin yükselişine engel olunması hedefleniyor. Diğer bir deyişle annesi ne kadar güçlü ve köklü bir aileden geliyorsa Krallık yolundaki prensin önü de o kadar açık oluyor. Suudi Arabistan’ın en güçlü ailelerinden olan Sudeyri aşireti mensubu Kral Fahd ve Kral Salman’ın anneleri Husa Sudeyri de Kral Abdulaziz’in resmi eşlerindendir.

ÜLKE TARİHİNDE BİR İLK

Yedi Sudeyri prensinden biri olan Kral Salman’ın, oğlu Muhammed bin Salman’ı “Veliaht Prens” olarak atamasıyla ülke tarihinde bir ilkin gerçekleşti ve yönetimin bundan sonra kardeşten kardeşe değil, babadan oğula geçeceği ve bu geçişin de Sudeyri’ler arasında olacağı kesinleşmiş oldu. Yönetimin bugüne dek Kral Abdulaziz’in hayattaki oğulları arasında el değiştirdiği Suudi Arabistan’da iktidarın torunlara, yani üçüncü nesle geçişinin hep sancılı olacağı söyleniyordu. Zira Suudi Arabistan’da Krallık hayalleri kuran çok fazla torun prens vardı. Fakat Muhammed bin Salman gerek karizması gerekse uluslararası bağlantıları sebebiyle hepsinin önüne geçti. Ortadoğu değişim sürecinden ve çalkantılı bir dönemden geçerken bugün tahtın çok yakınında 32 yaşında bir ses yükseliyor ve dördüncü Suud Devleti’nin temelleri atılıyor. Yaşanan gelişmeler üzerine Suudi Arabistan’da özellikle ülkenin gençlerini kapsayan büyük bir kesimde bayram havası olduğunu ve bu gelişmelerle birlikte ülkede milliyetçiliğin yükseldiğini söylemek mümkün.

Kısa vadede aile mensuplarına ödenen yüklü maaşlara kısıtlamalar getirilmesi böylece halktan gelen eleştirilerin de önüne geçilmesi hedefleniyor. Hem iç hem dış siyasette babası Kral Salman’dan daha etkili olan MbS, Ortadoğu’da ve özellikle Körfez coğrafyasında adını uzun yıllar duyacağımız yeni bir aktördür. Ülkesini petrol olmadan da ayakta durabilecek duruma getirmeyi hedeflediğini söylemesiyle nasıl bir lider olacağının sinyallerini vermiştir. Veliaht Prens bu çerçevede petrole dayalı ekonomi yerine, yenilebilir enerjiye dayalı ‘Neom’ adını verdiği 500 milyar dolarlık dev enerji projesini de geçtiğimiz ay açıklamıştı. MbS’nin tahta oturduktan sonra tek adam olmak istediğini ve 2030 vizyonu çerçevesinde önüne çıkması muhtemel engelleri şimdiden temizlediğini söylememiz de mümkündür. MbS verdiği demeçlerde yolsuzluğun terörden bile daha tehlikeli olduğunu ve ülkeleri bitirebileceğini söyleyen, Suudi Arabistan’ın pek de alışık olmadığı türden bir lider. Babası Kral Salman ölmeden tahta geçerek başka bir ilke daha imza atması da kimseyi şaşırtmayacaktır.

Suudi Arabistan’ın son dönemdeki dış politik açılımları da MbS’nin veliaht prens olmasıyla doğrudan ilintilidir. İran’la yakın ekonomik ilişki kurduğu iddiasıyla Katar’a uygulanan yaptırımlar ve hemen ardından ABD ile imzalanan geniş kapsamlı silah anlaşması, Suudi Arabistan’ın bölgedeki etkisini artırma amacı taşımaktadır. İran’ın kuzeyde Irak ile başlayıp Suriye ve Lübnan ile devam eden, güneyde ise kısmen Bahreyn ve büyük ölçüde Yemen’i kapsayan çevreleme politikasını kırmak, veliaht prensin birinci dış politika gündemi olmuştur.

DIŞ POLİTİKADA LÜBNAN DENKLEMİ

Suudi Arabistan, İran destekli Husiler’in, Riyad Havalimanı’na balistik füze ile saldırdığı iddiasıyla Yemen limanlarını kapatma kararı almıştı. Sonrasında, Suudi Arabistan Krallığı’nın Birleşmiş Milletler Daimi Temsilcisi “Suudi Arabistan öncülüğündeki koalisyonun Yemen’deki havaalanlarını ve limanları yeniden açmaya başlayacağını” açıklamıştı. Bu açıklamanın ardından Yemen’deki Husiler’in de Suudilere ait savaş gemileri ve petrol tankerlerini vuracaklarını söylemesi, iki ülke arasındaki gerilimin tekrar yükselmesine sebep olmuştur. Suudi Arabistan ve Körfez ülkeleri; İran’ı, Irak, Lübnan, Suriye ve Yemen’de sekteryan politikalar izlemekle ve bu ülkelerin iç işlerine karışmakla suçluyor. Lübnan Başbakanı Saad Hariri’nin Riyad’da 4 Kasım’da istifasını açıklarken Hizbullah ve İran’ın bölgeyi istikrarsızlaştırdığını söylemesi de bu bağlamda Suudi Arabistan’ın elini kuvvetlendiren bir gelişmeydi. Lübnan’da ise Hizbullah 4 Kasım’dan bu yana ülkeye dönmeyen Hariri’nin Suudi Arabistan’da zorla tutulduğunu, Suudi Arabistan’ın Lübnan’a savaş açtığını ve İsrail’i de Lübnan’ı vurmaya teşvik ettiğini iddia ediyor. Bölgedeki tansiyon bir ara öylesine yükseldi ki, Suudi Arabistan hava kuvvetlerine ait uçakların Lübnan’a bir harekat düzenlemek için hazırlandığı bile söylendi. ABD ile Fransa’nın devreye girmesinin ve Hariri’nin de zorla tutulmadığını, ülkesine döneceğini söylemesinin ardından atmosfer biraz yumuşasa da, Suudi Arabistan’ın, İran’ın bölgedeki faaliyetlerini ele almak üzere Arap Birliği’ni acil toplantıya çağırması gerilimin kısa vadede düşmeyeceğini göstermesi açısından önem taşımaktadır. Muhammed bin Salman’ın, olası bir savaşın kaynak ihtiyacını, operasyonları kapsamında tutuklananların toplamda 800 milyar doları bulduğu söylenen, el konulan servetleri ve ekonomiyi kendine bağlamasıyla oluşacak finansmanı kullanarak karşılaması beklenmektedir.

Bu gelişmeler çerçevesinde, Körfez’deki ve Arap Dünyası’ndaki konumunu güçlendiren Suudi Arabistan’ın bölgede uzun yıllardır süren sessizliğini bozup, gelişmelerde başrol oynayan bir aktöre dönüşeceğini söylemek doğru olacaktır. Bu meyanda, Suudi Arabistan’ın bölgedeki İran etkisini kırmak adına geleneksel ittifaklarının dışına çıkarak, Rusya ile hava savunma sistemi anlaşması imzalaması da kayda değer bir gelişmedir. Veliaht prens Muhammed bin Salman, ayrıca, “Suudi kralı kimsenin ayağına gitmez” tabusunu da yıkarak, ülkesini uluslararası sisteme entegre etme çabası içindedir. Böylece, Suud dış politikasını oluşturan dört geleneksel halkayı tamamlayarak uluslararası sistemde söz sahibi bölgesel bir güç olmayı hedeflemektedir.

#Suudi Arabistan
#Lübnan
#Ortadoğu
il y a 6 ans