18. yüzyılda Arap Yarımadası’nda yaşayan Muhammed b. Abdülvehhab, İslâm dininin aslından uzaklaştığı, uzaklaştırıldığı iddiasını dile getirerek, çözüm olarak da Asrısaadet’te Hz. Muhammed ve ashabının yaşadığı, uyguladığı İslâm inancı ve anlayışının esas alınması gerekliliğini söylemiş ve dine sonradan girdiğini düşündüğü görüş, uygulama ve özelliklere karşı savaş açmıştı. Onun bu çıkışı, yaşadığı coğrafyada epey bir taraftar toplamış, yayılmış ve etkisi günümüze kadar uzanmıştır. Yumuşak tabiatlı olanlarından başlayıp el-Kaide ve DAEŞ’e kadar uzanan sertlikte olanlarıyla çok geniş bir skalada yer alan takipçileri sebebiyle gerek İslâm dünyasının kendi içinde, gerekse İslâm dünyası dışındaki din, inanış ve ülkelerin de merceğinde olan Vehhabiler, Hz. Muhammed’in İslâm’ının takipçisi oldukları iddiasıyla “Selefî” olarak da isimlendirilmekte.
Selefilik, Vehhabilik konusunun, İslâm dünyasında genelde soğukkanlılıkla değerlendirildiği söylenemez. Kendilerini Ahmed bin Hanbel’in ve dolayısıyla Hanbelî mezhebinin müntesibi olarak addeden Selefî/Vehhabîlere, diğer Sünni toplum ve mezhepler mesafeli, hatta tepkili olagelmiştir. Bunda, Selefîlerin İslâm dünyasını derinden etkileyen Tasavvuf anlayışına karşı duruşları en önemli etkendir. Birbirine muhalif görüşlerin, olayı anlamak ve yorumlamak yerine propaganda yöntemiyle hareket etmesi, bu topluluğun “hakiki” anlamda ne olduğuna ilişkin verilerin bulanıklaşmasına ve gerçeğin soğukkanlılıkla anlaşılmasına engel olagelmiştir.
Selefîlik/Vehhabîlik üzerine son dönemlerde, lehinde veya aleyhinde propaganda yapma amacının ötesinde, anlamaya ve yorumlamaya yönelik eserler de neşrediliyor. Bu kapsama alınabilecek türden bir eser, Suud’ların tam da ülkemiz gündeminin ortasına oturduğu Ekim ayında piyasaya çıktı. Akademisyen bir yazarın, Mazhar Tunç’un, Selefileri ve özellikle de Suud Selefilerini anlattığı çalışması Suud Selefîliği, İz Yayıncılık etiketiyle raflardaki yerini aldı.
Kendisi de bir hadisçi olan Mazhar Tunç, eserinde Selefîliği uzmanı olduğu saha perspektifinden, “hadis ilmi bağlamında” anlamaya ve anlatmaya çalışmış. Öncelikle Selefi anlayışın kökenlerine inen yazar, İslâm dünyasında doğuşundan sonra şekillenmiş olan iki farklı bakış açısının, “ehli hadis” ve “ehli rey”in ortaya çıkışını ve bu iki farklı zihniyetin nasıl iki farklı İslâm algısına neden olduğunu anlatıyor. Böylece konuya yabancı olan okur, Selefilik/Vehhabilik denen bir akımın, birden bire 18. Yüzyılda ortaya çıkmış bir akım olmadığını, kökenlerinin Asrısaadet’e kadar uzandığını görüyor. Giriş bölümünde ayrıca, Muhammed b. Abdülvehhab öncesinde görülen diğer Selefî akımlar ile ilgili de genel bir bilgilendirme mevcut.
Bu genel bilgilendirme sonrasında yazar, kitabının asıl konusu olan Suud Selefîliğine geliyor ve bu coğrafyada yeşerip en uzun soluklu Selefîlik olan Vehhabi geleneğinin doğuşunu, gelişimi ve kökenlerini irdeliyor. Bir anlamda siyasi tarihçe olan süreç anlatıldıktan sonra ise derinlemesine kazı başlıyor. Ehli Hadis ile Ehli Rey arasındaki ayrımın günümüze nasıl aksettiği, ne gibi tesirlere sebep olduğu ve bilgiye erişimin inanılmaz bir sürat kazandığı 20. yüzyılda, yeni ve güncel bilgilerin Selefî anlayış üzerinde bir değişim veya etkiye neden olup olmadığını anlatıyor.
Her dinî akım ve anlayışın/mezhebin yayılıp yaygınlaşmasında, kalıcı olmasında, o akımı resmî ideoloji olarak kabul eden bir devletin varlığının etkili olduğunu söyleyen yazar, Suudi Arabistan’ın kurulup güçlenmesiyle birlikte Selefiliğin sistematik bir gelişim ve yayılma gösterdiğine, kalıcı hale geldiğine işaret ediyor. Kitabın son bölümünde ise, 20. yüzyılda yaşamış ve Suud geleneğini derinden etkilemiş ünlü Selefî hadisçiler genel hatlarıyla anlatılıp, günümüzde hadis eğitiminin, hadis algısı ve anlayışının Suud tarafından resmî olarak nasıl desteklendiği ve yönlendirildiği ortaya konuyor.
Kendi coğrafyası dışında pek hoş karşılanmayan, özellikle Sufî çevrelerin epey mesafeli durduğu Selefî/Vehhabî zihniyeti tanımak, damarlarında dolaşan kafa yapılarını bilmek adına, olabilecek en objektif bilimsellikte kaleme alınmış olan bu eser, propaganda/karşı-propaganda tuzağına düşmeden konuyu öğrenmek isteyenler için oldukça ufuk açıcı. Eserin sonundaki zengin kavram/kişi dizini de, araştırmacılar veya detaylara odaklanmak isteyenler için epey faydalı.